Onların hikayesi = Bizim hikayemiz

Tiyatro Pera’nın kurucusu Nesrin Kazankaya’nın yazıp yönettiği, ‘Onların Hikayesi’ yakın tarihimizden günümüze uzanan bir seyirde, Yahudi bir aile ile Ermeni dostlarının hikayesini sahneye taşıyor.

TUNA SAYLAĞ Sanat
29 Kasım 2017 Çarşamba

Bir ülkenin bir kısım vatandaşını, birileri ‘onlar’ diye nitelendirip ayrıştırırsa o yerde ne huzur ne de barış kalır. O diyarda bağnazlık zaferini kutlarken insanlık ölür. Bu süreçte ‘onlar’a yaşatılan hazin öyküler, tarihin ders alınmayan sayfalarında yerini bulur. Oysa bilmezler ki biriz, aynıyız aslında. İşte, Tiyatro Pera’nın kurucusu Nesrin Kazankaya’nın bu yaralı geçmişten yola çıkarak yazıp yönettiği ‘Onların Hikâyesi’, 3 Aralık Pazar akşamından itibaren Harbiye Kenter Tiyatrosunda sahnelenmeye başlıyor. Gerisini Kazankaya’nın ağzından dinleyelim.

 

Yönetmen: Nesrin Kazankaya Dramaturji: Şafak Eruyar Kostüm: Fatma Öztürk

Dekor: Başak Özdoğan Oyuncular: Nesrin Kazankaya, Mehmet Bilge Aslan, Onur Atilla, Başak Meşe, Zeynep Özden, Erdinç Anaz, Serin Öztoprak, Aslı Sever, Cemre Gözütok, Hebun Barış, Emirhan Eryıldız, Ege Ertürk, Yasin Küçüksüslü,Vakur Pehlivan ve Berna Yücel.

 

‘Onların Hikâyesi’, yakın tarihimizden günümüze uzanan bir seyirde, Yahudi bir aile ve yakın dostları Ermenilerin öyküsüne odaklanıyor. Eidel’in, oğlu İshak’ı evlendirdiği gece, 2. Dünya Savaşı’nın başladığı haberi gelir. Türkiye, 2. Dünya Savaşı’na girmediği halde, yaşanan siyasi ve ekonomik buhranla azınlıkların ağır bedeller ödemesinin önüne geçemez. Yahudi ve Ermeni ailelerin varoluşunda, tüm göç edenlerin, sürgünlerin, kaybolanların ve ölenlerin gizli hikâyeleri vardır. Oyunda yaşananlar, yurtsuzların, atılanların, zorunlu göçe zorlanan ve vatansız bırakılanların; bilinmezliğin, umutsuzluğun, korkuların sesidir...

Oyunda, şapkacı Eidel’den, saatçi Mihran’a, tiyatro oyuncusu Kirkor’dan Lusin’e, Drezel’den şair İshak’a ve günümüz akademisyeni Yasemin’e uzanan renkli figürlerin trajikomik öyküleri seyircileri bekliyor olacak. 

ν‘Onların hikâyesi’ kimlerin hikâyesi?

Vatansız bırakılanların, haksızlığa uğrayıp köklerinden koparılanların, sürgün edilenlerin ya da gönüllü sürgün yaşayanların hikâyeleri… Galiba artık hepimiz ‘onlar’ olduk. Genel olarak ‘göç’, bir üst başlık diyebilirim. Özel olarak ise, bir Yahudi aileyle onların yakın dostları, tiyatrocu Ermenileri anlatıyorum. Oyun zaman zaman günümüze zıplıyor ve Yahudi ailenin üçüncü kuşak melez bir bireyi olan genç bir akademisyen karşımıza çıkıyor. Hepsinin ortak kaderi ötekileştirilmek, neden olduğu belirsiz bir şekilde, suçlu ilan edilmek, zor dönemlerin bedelini sırtlanmak zorunda kalmak ve sonunda doğup büyüdükleri ülkelerinden olmak.

νTarihte yaşananlar ve azınlıklarla ilgili hassasiyeti olan bir yazarsınız. Oyunun konusu nasıl şekillendi beyninizde?

Bir yazar ve sanat yönetmeni olarak günümüzden etkilenmemem olanaksız. Savaşlar, göçler, karaya vuran ölümlerle kuşatıldık. Ülkemizde huzursuzluk, korku ve giderek artan bir kamplaşma körükleniyor. Haksızlıklar, göz göre göre ölüme terk edilen masum insanlar, mizah gibi gerekçelerle tutuklanmalar, hapisler... Her sabah korkarak gazete okuyorum ve güne mutsuz başlıyorum. Acaba diyorum bu denli vicdansızlığı, hainliği bir yerlerden miras mı aldık? Hepimizi kucaklayan ‘biz’ demeyi insanlık ne zaman öğrenecek? Bu soruların tarihteki izdüşümlerine dikkat çekmek istiyorum. Resmi tarihin yazmadığı ya da teğet geçtiği olaylar ve ayrıntıları ilgi alanım. Azınlık dedikleri vatandaşlarımızla birlikte, yüzyıllardır süren bir beraberlik içinde bu medeniyeti ve Cumhuriyetimizi kurduk. Tarihe baktığımızda, insanların etnik kökenleri, inançları ve düşüncelerinden ötürü ötekileştirilmesinin ne denli büyük facialara yol açtığını görürüz. Cumhuriyet tarihimizle, mübadele yıllarıyla, Yugoslav İç Savaşı ile ilgili oyunlar yazdım, sahneledim ve oynadım. Bu kez de Türkiye’nin ama özellikle İstanbul kültür mozaiğinin en güzel renklerini oluşturan ve giderek sayıları azalan Yahudi ve Ermenilerle bir öykü anlatıyorum. Şapkacı Eidel, kızı Drezel, oğlu tüccar İshak; Ermeni saatçi Mihran, tiyatrocu Kirkor, aktris Lusin ile eski İstanbul’da, şanodan (sahne) Rum meyhanesine uzanan bir gezinti yapıyor, başlarına gelenleri öğreniyoruz. Günümüze gelince ise, akademisyen Yasemin’in yaşadıklarına tanık oluyoruz. 

νSavaş sırasında yaşanan hangi olaylar esin kaynağınız oldu? ‘Onların Hikâyesi’ni yazmaya nasıl hazırlandınız?

Dramaturg Şafak Eruyar, oyuncu ve yönetmen yardımcısı Zeynep Özden ile birlikte uzun süre tarihsel araştırma yaptık; ön çalışma olarak, oyunun tarihi arka planını bir belgesel gibi oluşturduk. Sonra oyuncularla birlikte turlara katılıp Yahudi mirasının, Ermeni eğlence dünyasının, şanoların izlerini sürdük. Sinagogda düğünleri izledik, Sefarad yemeklerini tattık, anı kitapları ve belgesel filmlerle adetleri, bayramları tanımaya çalıştık. Oyunumuzda, 2. Dünya Savaşı döneminde Türkiye’de yaşanan elim olaylar var. Savaşa girilmedi ama gayrimüslimlere dayatılan kural tanımaz önlemlerle çok acı olaylar yaşandı. Varlık Vergisi, Struma Gemisi olayı, İhtiyat askerliği, çalışma kampları, 6-7 Eylül Olayları, demokrasi tarihimizin unutulmaması gereken kırılma noktaları. Anlattığımız öyküler o günlerde geçiyor. Oyundaki renkli figürlerin, aşkla, eğlenceyle ve yaşam coşkusuyla dolu, hüzünlü ve komik ‘hikâyelerini’ izliyoruz.

νOnların hikâyesi ile seyirciye ne anlatmak ya da hatırlatmak istiyorsunuz?

Geçmişi bilmek ve yapılanlarla yüzleşmek gerekir. Güzel bir geleceğin ancak böyle oluşabileceğine inanıyorum. Oyunumuz bir tragedya değil; bizim güzel insanlarımızın yaşadığı renkli, neşeli günleri de anlatıyor, yaşanan büyük acıları da. Tarihi çarpıtarak, gizleyerek olanları kimse değiştiremez, unutturamaz. Korkmadan, çekinmeden hesaplaşmak zorundayız.   

νBirkaç dönem oyununuzu izledim; genelde oyun örgüsü, bir–iki ailenin ev yaşamı üzerinden ortaya konmakta. Bu tercihinizin nedenini anlatır mısınız?

Bilindiği gibi tiyatro, tarihi bilgilerin belgesel formatında anlatıldığı bir platform değildir. Biz tiyatrocular, öykü anlatıcılarız. İnsanı eksen alarak, özel yaşamları ve geri plandaki tarihi olaylar nedeniyle yaşananları anlatırız. Bütün oyunlarımızda olduğu gibi ‘Onların Hikâyesi’de öyle. Aile, yakın ilişkiler dram sanatında çok önemli. Bence tarihi bir dönem en iyi, özel yaşamlardan yola çıkarak anlatılır. Bunun için de figürleri, kendi yaşam alanlarında, yakın ilişkileriyle tanımak gerek. Benim romanda, sinemada da çok sevdiğim bir yaklaşım bu.

νBir oyunun hem yazarı hem yönetmeni hem de oyuncusu olmak nasıl bir duygu?

Zor ama çok güzel bir duygu! Yazdığım oyunu sahnelerken ya da oynarken yazar olduğumu hemen unutuyorum ve icracı yanım öne çıkıyor. Öğrencilerimle oynarken de rejisör ve öğretmen olduğumu bir kenara atıp, hepsini meslektaşım olarak görüyorum. Yıllardır böyle üretiyoruz, çok zevkli.

νZamanın size öğrettiği en önemli şey nedir?

Ne çok şey öğreniyoruz yaşadıkça… Galiba en önemlisi insana yatırım yapmak. Bildiklerimizi aktarmak; cehaletle, ön yargılarla mücadele edebilmek için gençleri sevgiyle eğitmek.

νTiyatro yaşamınız boyunca motivasyonunuzu kıran olaylara karşı nasıl mücadele ettiniz?

Üreterek, sürekli çalışarak. Optimist ve inatçı biriyim. Ekip çalışmasına inanırım ve kurduğumuz ekibin bir arada kalması için büyük çaba gösteririm. Çalışmak beni ayakta tutuyor.

νBir süre önce mekânınızdan tahliye edildiniz; bu sezon sizi nerede izleyebileceğiz?

Bildiğiniz gibi geçen sezon sonu Taksim-Sıraselviler’deki tiyatromuzdan çıkmak zorunda kaldık. 16 yıllık mekânımız, vahşi kapitalist yıkım-döküm-dönüşüm-kâr hareketinin kurbanlarından biri oldu. Bu sezon Kenter Tiyatrosu’ndayız. Köklü Kenter Tiyatrosunda oynamak büyük bir onur ve geçici sıkıntımızı hafifletiyor. Her köşesinde, tiyatromuzun yapı taşlarından, başta Yıldız Kenter olmak üzere, tüm Kent oyuncularının izleri olan bir tiyatronun sürekliliğine katkıda bulunmak da bir başka sevinç. Bu sezon yeni oyunumuz ‘Onların Hikâyesi’ ve geçen sezondan ‘Vanya, Sonya, Maşa ve Spike’ı Kenter Tiyatrosunda sergileyeceğiz. Kendi kalıcı yerimizi oluşturunca da, bir repertuvar tiyatrosu olarak tüm oyunlarımızla sahnede olacağız.