Yazdığı kitaplar ve yönetmenliğini üstlendiği belgesellerle tanıdığımız, azınlık hakları uzmanı, Avukat Rita Ender, bu sefer de 15. İstanbul Bienali’nin konuğu. ‘Komşuluk Hakkı’ başlıklı bir konuşma yapacak olan Ender ile bu konudan yola çıkarak sanat ve hukuk üzerine keyifli bir söyleşi yaptık.
Mirey Nasi’nin röportajı
Güncel Hukuk ve Agos için yaptığı söyleşiler, yazdığı kitapların yanı sıra; Las Ultimas Palavras (Son Sözcükler) belgeselinin senaristlik ve yönetmenliğini de üstlenen azınlık hakları uzmanı, avukat Rita Ender, projelerine her gün yeni birini ekliyor. Çeşitli platformlarda konferanslar veren Ender bu kez, 15. İstanbul Bienali, kamusal proje kapsamında, 5 Ekim akşamı, İstanbul Modern’de ‘Komşuluk Hakkı’ konulu bir konuşma yapacak. Mesleğinin yanı sıra hayata geçirdiği sosyal içerikli her projeye gösterdiği özen ve çabayla kendini belli eden Rita ile yapacağı konuşmadan yola çıkarak sanat ve hukuk ile ilgili keyifli bir röportaj yaptık.
15. İstanbul Bienali kapsamında İstanbul Modern’de ‘Komşuluk Hakkı’ konusunda bir konuşma yapıyorsun. Konuşmanın içeriğini anlatır mısın?
Mahkeme kayıtlarına yansımış olayları değerlendirerek komşuluk ilişkilerini anlatmaya çalışacağım. Çünkü komşuluk bir hak; tıpkı analık gibi, seyahat gibi, mülkiyet gibi bir hak. Hukuk bunu soğuk diliyle düzenlemiş. Yasa metinlerine ‘iyi komşu’ olmanın kurallarını koymuş. Bu kurallar nedeniyle, kişinin bir komşu olarak, komşusuna karşı sorumlulukları ve yükümlülükleri var.
İşte o yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda veya getirilmediği iddiası ile sayısız dava açılıyor. Mahkemelerde; ağaçların kesilmesi, duvarın yıkılması, gürültünün önlenmesi, taşkınlığın tazminatı, hakaretin unsurları vs. tartışılıyor. Raporlar yazılıyor, keşifler yapılıyor, tanıklar dinleniyor, hükümler kesinleşiyor. Ben, bütün bu hukuki süreç içinde, ‘iyi komşu’nun nasıl belirlendiği üzerinde durmaya çalışacağım.
Sence iyi bir komşu kimdir?
Bence iyi bir komşu, iyi bir arkadaştır. Bildiğin, sevdiğin, gözün arkada kalmadan emanet edebildiğindir.
İstanbul Bienali’ne konuşmacı olarak davet edildin. Uzmanlık konun hukuk; sence sanat ve hukuk nerede kesişiyor?
Beni davet etmelerinin sebebi aslında avukat olmam değil; yazı-çizi işlerimden dolayı katılmamı teklif etmişler. Bu nedenle de, bu soruya “aman efendim, hukuk gerçek bir sanattır” şeklinde meslek aşkıyla dolu bir cevap veremeyeceğim. Fakat şu da çok açık ki; hukukta da sanatta da yorum önemli. Yorum işinizin kişiselleştiği alan. Görüşünüz, duruşunuz, sesiniz. Özgünlüğünüz. Bu özgünlük de kişisel hakların ihlalini açıklayan bir dilekçeden de okunuyor, yontulmuş bir mermerden de. Heykeltıraşların, ressamların, yazarların hukuktaki adıyla ‘eser sahipleri’nin haklarının korunması da bir başka kesişim noktası.
Bize şimdiye kadar yaptığın sanat projelerinden bahseder misin? Hangi sanatçılarla çalıştın? Projelerindeki yerleri neler?
Tamamlayıcı! Renklendirici, canlandırıcı. Son yıllarda en çok Reysi Kamhi Mitrani ve Berge Arabian ile beraber çalıştık. İyi ki de çalıştık. ‘Kolay Gelsin – Meslekler&Mekânlar’ isimli, eski meslek ve mekân sahipleriyle yaptığım söyleşiler için Reysi resim yaptı, Berge fotoğraf çekti. Sonraki kitabım ‘İsmiyle Yaşamak’taki söyleşiler için Berge yine portre fotoğrafları çekti. Şu anda Reysi ile yeni bir projeyi tamamlamak üzereyiz: Türkiyeli Yahudilerin aile yadigârları üzerine o çizdi, ben yazdım. Neşe Nogay da kitabın tasarımını yapacak. 2015’te Hera Büyüktaşçıyan ile Galata Rum Okulu’nda ‘Adalar Konuşuyor’ başlıklı bir okuma-konuşma yaptık. Erinç Seymen’in ‘En Başa Dön’ isimli sergisindeki okuma serilerini Erinç ile beraber yaptık. Alberto Modiano’nun ‘Zaman ve Mekân İçinde Musevilik’ isimli fotoğraf kitabına kısa bir metin yazdım. Yahudi İspanyolcasında bilinen son sözcükler üzerine yaptığım ‘Las Ultimas Palavras’ isimli belgeselde de, Yinon Muallem ve Janet&Jak Esim’in şarkılarını onaylarıyla kullandım.
Sanatçı manifesto veya projelerinin hukuk çalışmalarına katkısının olduğu zamanlar olabiliyor mu?
Tabii. Jean Giraudoux’nun savaş karşıtı bir oyunu olan ‘Truva Savaşı Olmayacak’ta karakterlerden biri şöyle diyor: “ Azizim, burada hepimiz biliyoruz ki, hukuk hayal kurma ekollerinin en güçlüsüdür. Hiçbir şair, tabiatı yorumlarken, bir hukukçunun gerçeği yorumlarken davrandığı kadar serbest davranmamıştır!” Tabii ki burada ciddi bir yergi var ama bir yandan da, hukuk dünyasındaki sözcük seçimlerine, hitabete, yazıya, yorum yapmaya dair bir atıf da var. Hukukçular ‘edebiyat yaparken’; kavramları tanımlıyor, olayları isimlendiriyor, durumları sınıflıyor: Müstehcen mi değil mi? Genel ahlaka uygun mu? Kamu düzenine aykırı mı? İfade özgürlüğü kapsamında değerlendirilir mi? Dini değerleri aşağılıyor mu? Hakaret mi, eleştiri mi? Taşkınlık mı değil mi? Cevapları verirken; sanat, sanatın kişilerde ve toplumda yarattığı farkındalık ve bazı otoritelerde yarattığı rahatsızlık elbette çok etkili oluyor. Ayrıca, sanatçıların ve yaşama duyarlı kişilerin sorunları fark etmesi ile toplumsal talepler oluşuyor. Küresel ısınma, sansür, kürtaj hakkı gibi binlerce konuda verilen tepkiler, itirazlar ve istekler ile yasalar değişip şekilleniyor.
Hukuk uygulamalarının zayıf olduğu ülkelerdeki sanatçı projeleri ile hukuk uygulamalarının daha kuvvetli olduğu ülkelerdeki sanatçı projelerini kıyaslayabilir misin?
Sanat özgürlüğü, ifade özgürlüğünün bir parçası. İfade özgürlüğü konusunda ihlallerin yaşandığı ülkelerde, sanatçı projelerine müdahaleler ediliyor. Mesela bir tiyatro oyunu devletin resmi dilinde değilse sahnelenmesi engelleniyor, filmlerde ‘açık’ bulunan sahneler sansürleniyor, dini sorgulayan karikatürler toplatılıyor. Heykeller meydanlardan kaldırılıyor. Bu durum sanatçıların eserlerini kamuya arz etmesi yolunda sıkıntılar yaratıyor belki, ama neyse ki üretmeyi ortadan kaldıramıyor. Baskı ortamlarında da sanat üretiliyor. Ve böyle ortamlarda yaratılan sanat projelerinin sanki daha derin bir meselesi, daha dokunaklı bir hali oluyor. Ya da bana öyle geliyor…