filmekimdebaşlar

Sonbaharın müjdecisi ‘filmekimi’ zengin programı ile 29 Eylül - 8 Ekim arasında gerçekleşecek.

Viktor APALAÇİ Sanat
27 Eylül 2017 Çarşamba

Filmekimdebaşlar sloganı ile yola çıkan festivalin programında Cannes’dan 17, Venedik’ten 13 film var. Aralarında bu iki yarışmanın birinci ve ikincilerinin de olduğu 51 film, yılın sinema ürünlerinden zengin bir seçki sunuyor. filmekimi’ni izleyenler bu yılın Cannes Film Festivaline gitmiş kadar olacaklar. Cannes’da ödül listesine giren tüm filmlerin dışında, ana yarışmadaki 19 filmden 13’ünü izleyebileceğiz. Venedik’te Altın Aslan kazanan Guillermo del Toro’nun ‘Aşkın Gücü’ ile Gümüş Aslanlı ‘Foxtrot’ sıcağı sıcağına filmekimi programına alındı. Türkiye’ye henüz ithal edilmeyen ‘Foxtrot’un dört gösteriminden birini kaçırmayınız. Salonlar: Nişantaşı City’s, Atlas, Beyoğlu ve Rexx.

 

 16. filmekimi’ni izleyenler bu yılın Cannes Film Festivaline gitmiş kadar olacaklar.

Cannes’da ödül listesine giren filmlerin tümünün dışında ana yarışmanın altı filmi de filmekimi’nde gösterilecek. Sekiz ödül kazanan yedi filmle beraber bu yıl Cannes’da yarışan 19 filmin 13’ü filmekimi programında.

Geçen ay yapılan 74. Venedik Film Festivalinin Altın Aslan Ödüllü filmi Guillermo del Toro’nun ‘Aşkın Gücü/The Shape of Water’i ile Gümüş Aslan Ödülünün sahibi İsrailli yönetmen Samuel Maoz’un ‘Foxtrot’unu sıcağı sıcağına izleyebileceğiz.

Bitmedi. Venedik’te kariyerinin ilk filmiyle olay yaratan, Geleceğin Altın Aslan’ı ve En İyi Yönetmen Ödüllerinin sahibi, Fransız Xavier Legrand’ın ‘Velayet/Jusqu’a La Garde’ı ile ‘Hakaret/L’Insulte’ındaki performansı ile En İyi Erkek Oyuncu seçilen Kamel El Basha’yı da filmekimi’nde izleyebileceğiz.

Festivalin açılışını 28 Eylül’de tek seans olarak gösterilecek Darren Aronofsky’nin ‘Anne/Mother’ı yapacak. Film dünya prömiyerini yaptığı Venedik’te izleyicilerini ikiye böldü. ‘Siyah Kuğu’ yönetmeninin bu son filmini alkışlayanlar da oldu, yuhalayanlar da.

İKSV’nin nisan ayı başında düzenlediği İstanbul Film Festivali programına Berlin’den giremeyen ödüllü bir filmi filmekimi’nde izleyebileceğiz. ‘Gloria’dan tanıdığımız Arjantinli genç yönetmen Sebastian Lelio’ya Berlin Film Festivalinde En İyi Senaryo Ödülü’nü getiren ‘Muhteşem Kadın/ Una Mujer Fantastica’ programda yer alıyor.

filmekimi bizlere geçen ay kaybettiğimiz Wim Wenders’in ‘Paris, Texas’ başyapıtının unutulmaz aktörü Harry Dean Stanton’un ölümünden evvel çevirdiği son film olan ‘Lucky’yi de sunuyor. 90. yaş gününü kutladıktan sonra aramızdan ayrılan Stanton’u anmak için iyi bir fırsat.

Alman sinemasının son 30 yılda yetiştirdiği en önemli yönetmen olan Wim Wenders’in merakla beklenen son filmi, San Sebastian Film Festivalinin açılışını yapan ‘Derin Sular/Submergence’ ile İngiliz usta Stephen Frears’ın dünya prömiyerini Venedik’te yapan ‘Victoria ve Abdul’ da filmekimi’nde gösterilecek.

filmekimi’NİN

AĞIR TOPLARI

Sinema dünyasının en önemli iki festivalinden Cannes ve Venedik’ten en büyük ödülleri alan iki filmle başlayalım.

Mayıs ayında, Cannes’daki yarışmaya son anda dâhil edilen ‘Turist’ ile dikkati çeken İsveçli Edmund Östlund’un ‘Kare/The Square’inin Altın Palmiye’ye ulaşması, festivalin son yıllarında yaşanan en büyük sürprizdi.

Günümüz modern sanat çevrelerinde geçen konusuyla İsveç toplumunu ve burjuvazisini mercek altına alan ‘Kare’yi izlerken beklenti çıtanızı yükseklere taşımayın. Bu fazla uzun (145 dakika), fazla geveze, mağrur filmin, dur durak bilmeyen diyalog salvosuna tahammül etmek izleyicisine gerçek bir işkence vaat ediyor.

Stockholm’un bir modern sanat müzesinin artistik direktörlüğünü yapan, nazik, yakışıklı, kültürlü, donanımlı, kadınların karşı koyamadığı Christian, üst üste gelen olumsuz gelişmeler sonucu dengesini kaybeder, şoka girer.

Refah toplumu İsveç’te gizliden gizliye yaratılan yozlaşmaya, beslediği riyakarlığa yönelik sivri dilli bir eleştiri getiren ‘Kare’ pesimist tavrıyla öne çıkıyor.

filmekimi programında (Foxtrot’tan sonra) en çok merakla beklediğim film, sinemanın büyücüsü, fantastik türünün bir numaralı yönetmeni sayılan Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro’nun ‘Aşkın Gücü/The Shape of Water’ı.

2007 yılında kendisine En Başarılı Senaryo Oscar adaylığı getiren ‘Pan’ın Labirenti/El Labirento del Fauno’ başyapıtının yaratıcısı Del Toro, son filminde bizleri Soğuk Savaş’ın kızıştığı, 1963 yılının Amerika’sında gizli bir devlet laboratuvarına götürecek.

Burada temizlikçi olarak çalışan Elsa çok gizli bir deneyin varlığını keşfeder ve suda hapsedilen insansı bir yaratığı acımasız deneyden kurtarmaya karar verir.

Şiirsel ve duygu yüklü anlatımıyla Del Toro bizleri, sempatik canavarlar galerisinin ve görsel tasarım şaheserlerinin bir yenisine götürecek.

Cannes Film Festivali’nin ikincilik ödülü sayılan Büyük Ödül’ün sahibi Robin Campillo’nun ‘Kalp Atışı Dakikada 120/120 Battements’ de Coeur Par Minute Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Birliği’nin (FIPRESCI) En İyi Film Ödülünü de kazandı.

AIDS konusunda kamuoyunu duyarlı hale getirme savaşını veren AcUp Paris grubunun çalışmalarını merkezine alan film, devlet kademelerinin, tıp araştırma kurumlarının AIDS’e yaklaşımlarını eleştiriyor.

Bu kurumda militan olarak 10 yıl çalışan senarist-yönetmen Roger Campillo, yaşadığı olayları, AIDS hastalarının son günlerini anlatan gerçekçi senaryosu ve dinamik anlatımıyla fark yaratıyor.

Bu son derece gerçekçi, yürek parçalayıcı, insanın içini acıtan film, festivalin en etkileyicileri arasında.

CANNES’IN GÖZDE FİLMLERİ

filmekimi festivalinde az sayıda film izlemeye niyetli okuyucularıma, listenin başına Rus yönetmen Andrei Zvyagintsev’in ‘Sevgisiz/Nelyubov’unu koymalarını öneririm.

Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra, kapitalizmle tanışan Rusya’nın insani değerlerinden uzaklaştığını filmlerinde işleyen Zvyagintsev, ‘Sevgisiz’de sevgi açlığı temasına odaklanıyor. Boşanmanın eşiğindeki bir ailede, iki tarafın da istemediği çocuk, Aliocha’nın dramında, yozlaşmış, çürümüş, hayati değerlere sahip kurumların ardı ardına işlevsiz hale gelmiş Rus toplumunu otopsi masasında izleyeceğiz. Bu yıl Cannes’da ana yarışmanın çifte ödüllü tek filmi, İskoçyalı Lynne Ramsey’in ‘You Were Never Really Here’iydi. Ramsey kariyerinin bu dördüncü filmiyle En İyi Senaryo Ödülü’ne (Yorgos Lanthimos ile birlikte) ortak olmuştu.

Joaquin Phoenix, sosyopat bir savaş gazisi rolünde, kariyerinin en parlak performansıyla En İyi Aktör seçilmişti.

İnsanları tedirgin eden, sıkıntıya sokan öyküleriyle tanınan Ramsey, bu kez bir intikam hikâyesi anlatıyor. 30 kilo şişmanlamış haliyle, kariyerinin ilk ödülünü kazanan Phoenix, yaşlı annesinden başka kimsesi olmayan, kimseyle görüşmeyen, geçimini kayıp çocukları bulmakla sağlayan, asosyal Joe’yu oynuyor.

Hiçbir beklentiye prim vermeyen, kafa karıştırıcı, zihin bükücü, her sekansı can alıcı filmde, Ramsey polisiye kurgusu içinde hikâye anlatımında devrim yapıyor.

Oscar’lı ‘Artist’ filminin yönetmeni Michel Hazanavicius, Cannes’da Fransa’yı temsil eden ‘Le Redoutable’da Jean-Luc Godard’ın aktris Anne Wiazemsky ile olan 11 yıllık evlilik hayatını anlatıyor.

Godard’ın ‘Çinli Kız’daki (1967) oyuncusu Wiazemsky’nin anılarına dayanan filmin yarısı Mayıs 1968 olaylarına odaklanıyor. Godard’ın Paris’teki olaylarda öğrencilere desteğini mükemmel yansıtan film, Cannes 1968 Festivali’nin yarıda kalmasına yol açan kişilerin başında gelen Godard’ın Cannes günlerini es geçiyor.

Hazanavicius’un Cannes yorumlarını radyo ajans haberlerinden verme kolaycılığına ve ucuzluğuna kaçması yadırganıyor.

İKİSİ ÖDÜLLÜ DÖRT CANNES FİLMİ

‘Köpek Dişi’ gibi başyapıt ile sinemaya sansasyonel bir giriş yapan Yorgos Lanthimos, Cannes’da ‘Kutsal Geyiğin Ölümü/The Killing of a Sacred Deer’ ile ödüle doymadığını kanıtladı. İzleyicisini yine tekinsiz, oyunbaz ve özenle tasarlanmış bir evrene davet eden Yunanlı yönetmen, bu kez En İyi Senaryo Ödülü’nün sahibi oldu.

Filmografisinin karakteristiği olan, rahatsız edici bir dünya inşa etme alışkanlığını sürdüren Lanthimos yine kara mizahtan besleniyor. ‘Lobster’den sonra yine İngilizce çektiği, yine başrolü Colin Farrell’in oynadığı bu gerçeküstü öykülü film bir Yunan tragedyası şeklinde sunuluyor.

Nicole Kidman’a Cannes’da 70. Yıl Özel Ödülü, Sofia Coppola’ya En İyi Mizansen Ödülü’nü kazandıran ‘The Beguiled’, Amerikan İç Savaşında yaralı bir federasyon askerini tedavi eden yedi Güneyli kadının öyküsünü, gerilim tansiyonu yüksek bir sinema diliyle anlatıyor.

Cinsiyetler gerilimi üzerinden yol alan, kadın bakış açısından yansıtılmasıyla övgüyü hak eden, bir askerin kadınların arzu nesnesine dönüştüğünü anlatan film, uzun aradan sonra Cannes’da bir kadın yönetmenin mizansen ödülüne layık görüldüğü ikinci film oluyordu. (Ödülün ilk sahibi ‘The Chronicle of Flaming Years’ ile Yuliya Solntseva olmuştu)

Bağımsız Amerikan Sinemasının yeni gözdesi Joshua ve Ben Safdie Kardeşler ‘Soygun/Good Time’ ile izleyicilerini bir geceliğine, çok iyi tanıdıkları New York’un suç dünyasının tekinsiz dehlizlerine bir geziye davet ediyorlar. Polisiye sinemaya yeni bir soluk getirecek Safdie’ler ve aktör Robert Pattinson’a hayran kalacaksınız.

Cannes’da bu yıl Michael Haneke ‘Mutlu Son/Happy End’ ile festivalin üç Altın Palmiye ödüllü tek yönetmeni olma fırsatını kaçırdı. Yaşadığı topluma, üç maymunu oynayarak, sağır, dilsiz ve kör gibi davranan, Kuzeyli zengin bir Fransız ailesi üzerinden Haneke’nin insanları huzursuz eden sinemasının bu son örneğini Pedro Almodovar başkanlığındaki jüri, haklı olarak ödül listesine almadı.

Mesafeli, sert, rahatsız edici, buz gibi soğuk sinema diliyle, Avusturyalı usta modern toplumdaki insanların bunalımlarını çıplak bir gerçekçilikle sergiliyor. Eski başarılı filmlerine referans getiren yönetmen, tekrarlara düştüğü için ‘Happy End’de eskisi kadar etkileyici olamıyor.

TOP TEN

1- FOXROT- Samuel Maoz

2- SEVGİSİZ- Andrey Zvyvagintsev

3- AŞKIN GÜCÜ-Guillermo del Toro

4- KALP ATIŞI DAKİKADA 120- Robin Campillo

5- YOU WERE NEVER REALLY THERE- Lynne Ramsey

6- LE REDOUTABLE- Michel Hazanavicius

7- KUTSAL GEYİĞİN ÖLÜMÜ- Yorgos Lanthimos

8- THE BEGUİLED- Sofia Coppola

9- SOYGUN- Ben- Joshua Safdie

10- VELAYET- Xavier Legrand