Bodrum’da Müzik Ziyafeti Iıı 13.Uluslararası Bodrum Müzik Festivali

Erdoğan MİTRANİ Sanat
6 Eylül 2017 Çarşamba

Son izlenimler

Aralıksız beş yıldır izlediğim festivalin dönüşmüş hâlinin bu ilk yılında, geçen yıllara göre en zayıf programını sunduğunu kabul etmek gerekiyor. Bütün yarımadaya yayılırken, gün doğuşu ve gün batımı dinletileri, Kerem Görsev Trio ve Karşıyaka Oda Orkestrası’nın muhteşem caz konseri ve ek etkinliklerle çok başarılı olan programlama, olayların odağını oluşturan Gece Konserlerine gelindiğinde, en azından benim için, epey hayal kırıklığı oluşturdu. Bütün dinletiler belirli bir düzeyin üzerindeydi ama açılış konserinin ikinci yarısıyla Fazıl Say’lı son gece dışında, izleyiciyi coşturacak, heyecanlandıracak, anılarından çıkmayacak pek bir şey yoktu. Akılda kalacak üçüncü olayın, yapmacık Fransız Diva’nın Bodrum’un ondan çok daha iyilerini dinlemiş ve özümsemiş izleyicisiyle dünyanın en eski ve en köklü senfonik orkestralarından birini küçümseyerek playback koroyla söylemesi gibi bir sanatsal fiyasko olması ise çok üzücüydü. Tabii ki bunlar, her zaman olduğu gibi kişisel ve öznel görüşlerim ama son gece hariç, D’Marin çekçek yerindeki Turkcell Sahnesinin mekânının hiç bu kadar tenha olmadığı da bir gerçekti.

Bu konuda Festivalin Sanatsal Programlama ve Planlamasını yapan Pozitif’le Danışma Kurulu’na önemli bir görev düşüyor. Önümüzdeki yıldan itibaren hem süre hem mekân olarak daha da büyüyecek olan şenlikte niteliğin niceliğin önüne geçmesi artık şarttır. Beşinci yılından beri uluslararası statüye kavuşan festival, kuruluşundan itibaren lirik müziğe hakkı olan önemi vererek her yıl ünlü solistleri programına almış, Pozitif’in üstlenmesinden sonra lirik müzik göz ardı edilmiş, sevgili Fazıl Say’ın insan sesli ve korolu eserleri de olmasa neredeyse program dışı kalmıştı. Emma Shapplin’le başlatmaya çalışılan lirik müziğe dönüşün önümüzdeki yıllarda daha ciddi programlanacağını ve bir zamanların ünlülerini değil, halen opera sahnesinin büyüklerini yeniden izleyeceğimizi, ümit ediyoruz.

Bir sosyal sorumluluk projesi olarak hayata geçirilen projeyi kısa sürede olağanüstü bir şenliğe dönüştüren, Angela Gheorgiu, José Carreras, José Cura gibi efsaneleri canlı olarak getiren Doğuş Gurubu’nun örneğin bir Jonas Kaufmann’ı festivale çağıracak gücü olduğundan eminiz. Yaşayan en iyi tenor kabul edilen, kimi otoritelerin gelmiş geçmiş en güzel ses olarak gördüğü Kaufmann, seyircisiyle müthiş diyalog kuran, dünyanın her köşesinde hayranlarıyla sohbet eden, konser sonunda nazlanmadan çok sayıda arya söylemeye devam eden alçak gönüllü bir sanatçı. Yaz başında ROH’da “tarih yazdığı” olağanüstü ‘Otello’dan önceki bir konserinde altı adet muhteşem ‘bis’ yapmış.

Ümitle bekliyoruz.

Gelelim büyük klasik müzik konserlerinin sonuncusuna…

Fazıl Say’dan Beethoven dinlemek

Festivalin son klasik konseri Valery Platonov yönetimindeki Rusya Devlet Akademi Senfoni Orkestrası’nın seslendirdiği Johannes Brahms’ın Re Majör Op.73 No. 2 senfonisiyle başladı.

Romantik dönemin en ünlü bestecilerinden Johannes Brahms, ikinci senfonisini 1877 yazında, Avusturya’da bir göl kenarı kasabasında bestelemiştir. Allegro non troppo’nun ilk mezürlerinden itibaren bulutsuz gökler ve pırıldayan güneşin altındaki pastoral görüntü hemen hissedilir. Peşinden dingin bir Adagio non troppo gelir. Allegretto grazioso (quasi andantino)  üçüncü bölüm nefis bir serenattır. Dört bölümlük senfoni, hareketli ve görkemli bir Allegro con spirito finalle sona erer.

1936’da Sovyet Rusya döneminde kurulan, efsanevi şefi Evgeny Svetlanov’un adıyla da anılan Rusya Devlet Akademi Senfoni Orkestrası, Stalin rejiminin sona ermesiyle Svetlanov yönetiminde 35 yıl boyunca dünyanın her tarafında konser verdi. Bodrum konserlerinin şefi 1953 doğumlu Valery Platonov, bugüne dek Tchaikovsky, Mariinsy ve Bolshoi Senfoni Orkestralarını, ABD ve Avrupa’da çok sayıda orkestrayı yönetti.

Yaylılarının olgun tınısı ve bakır üflemelilerin sınır tanımayan kusursuzluğuyla ün yapmış olan orkestra, Brahms’ın 2. senfonisini olağanüstü başarılı bir yorumla seslendirdi.

Fazıl Say’la seslendirilecek olan Beethoven’in 5. ‘İmparator’ Konçertosu dinletinin ikinci bölümüne alınmıştı. İlhamını Anadolu ve çevresindeki coğrafyaların müziklerinden alarak büyük çaplı bestelere imza atan; köklü Avrupa festivallerine sipariş üzerine eser yazan ve de Türk şairlerine şarkılarıyla yeniden hayat veren 21. yüzyılın en önemli bestecilerinden ve yaşayan en büyük piyanistlerden Fazıl Say’ı tanıtmaya gerek yok sanırım.

D’Marin Festivali’nin en sadık icracı-bestecilerinden Say hepimize olağanüstü bir kapanış gecesi yaşattı.

5. Piyano Konçertosu, kural tanımaz tavrıyla 19. yüzyıl müziğine damgasını vuran, geleneksel anlatım biçimlerini birer birer kırarak kendine özgü, yeni bir ifade türü geliştirmiş olan Ludwig van Beethoven’in bestelediği son piyano konçertosudur. Piyano ile orkestra arasındaki ilişkinin en üst düzeye getirildiği, orkestranın görevinin sadece eşlikçilik olmadığı, müziğin ana unsuru olarak piyano partisini tamamlamadığı bu piyanolu senfoni, daha önce hiçbir konçerto formunda görülmemiş olan bir şekilde başlar. İlk bölüm Alegro’ya girerken piyano önce orkestra ile üç kez bir kadans yapısı içinde paslaşır, ancak bu alışılmamış başlangıçtan sonra orkestranın ana temayı sunduğu giriş müziği, kendini gösterir. Fazıl Say’ı canlı olarak seyretmenin nasıl ayrıcalıklı bir deneyim olduğu ilk andan itibaren ortaya çıkar. Say, o üçlü kadansın ardından müzikle, belki de Beethoven’le mistik, sembiyotik bir ilişki kurmuş, ana temanın ardından müziği bizlere sanki bir başka dünyadan, paralel bir evrenden aktarmaya başlamış, piyano ile orkestranın paslaşmaları giderek piyanonun üstünlüğüyle sona erecek bir mücadeleye, bir yarışa dönüşmüştü.

Ne yazık ki bu görkemli yarışın sonunda gelen gereksiz alkışlar Fazıl Say’ı uçmakta olduğu sonsuzluklardan koparıp tekrar dünyamıza inmek zorunda bıraktı…

(Burada ben de ara vererek işte bu sebepten  ‘bölüm aralarında alkış olmaması’ gerektiğini bir kez daha tekrarlamak durumundayım. Bir klasik müzik eseri birkaç bölümden oluşsa da bir bütündür ve aralar iki bölüm arasında soluklanılan meditatif birer bağlantıdır. Bu aralarda alkışlamakla bölüm çalınmakta iken alkışlamak aynı derecede yersizdir.)

Sadece sanatçı olarak değil, özel yaşamında da cesur bir savaşçı olan Fazıl Say, ikinci bölüm Adagio un poco moto’ya başlamaya hazırlanırken piyanosuna bir sevgiliye sarılır gibi sarılarak çıkmak zorunda bırakıldığı transa tekrar girebildi ve Beethoven’in tüm eserleri içindeki bu en romantik bölümü, erotik çağrışımları da olan bir aşk şarkısı olarak seslendirdi.

Üçüncü bölüm Rondo; allegro ma non troppo’da Napolyon’u simgelediği farz edilen efsanevi temanın birinci kısmı, alışılmadık bir şekilde ikinci bölümün sonunda belirir, sonra temanın tamamı, tüm ihtişamıyla piyano tarafından duyurulur. Fazıl Say coşkusu ve içerdiği kromatizmle piyano ve orkestra arasında gidip gelen bu rondo’yu hem inanılmaz bir güçle hem de bir o kadar da hafif ve uçucu bir yorumla görsel işitsel bir mucize olarak sonlandırdı.

Geldik konserin ‘bis’lerine.

Konser sonlarında geleneksel olarak solistlerin ‘bis’ yapmasının aslında derin bir anlamı vardır. ‘Bis’ karşılıklı bir teşekkürün, sanatçı ile izleyici arasında kurulmuş olan iletişimin göstergesidir. Seyirci kendisine az önce yaşatmış olduğu güzellikler ve mutluluklar için sanatçıya alkışlarıyla teşekkür ederken, sanatçı da bu alkışlara bir parça daha seslendirerek teşekkür eder.

Fazıl Say’ın dinleyicisiyle böyle bire bir olağanüstü bir iletişimi vardır. Konser sonunda da sayıları 3000’i aşan seyirciler tüm heyecanlarını tüm coşkularını çılgınca alkışlayarak, haykırarak dile getirdiler. Alkışlar dinmek bilmezken, Fazıl Say da hiç nazlanmadan final sonrasını bir mini-resitale çevirerek önce Chopin’den  ballad, sonra kendi bestesi İstanbul’da Bir Kış Sabahı, peşinden  Eric Satie’den Gnosiennes No.1 ile devam etti. Bitmeyen alkışların ardından ünlü Summertime Caz Çeşitlemelerini bütün doğaçlamalarıyla birlikte seslendirdi. Alkışlar yine dinmeyince de müthiş bir kara toprak ile konseri bitirdi.

Sonsuz teşekkürlerimizle…