İstanbul’da yaşıyoruz da, İstanbul’u yaşıyor muyuz?

Nüfusu ile birçok dünya ülkesini geride b›rakan, barındırdığı farklı kültürlerin mirasları ile hoşgörünün en güzel örneğini yaratan İstanbul’un birçok ilçesi ve semti keşfetmemizi bekliyor.

Cako TARAGANO Yaşam
12 Temmuz 2017 Çarşamba

ÜSKÜDAR

Nüfusu ile birçok dünya ülkesini geride b›rakan, barındırdığı farklı kültürlerin mirasları ile hoşgörünün en güzel örneğini yaratan İstanbul’un birçok ilçesi ve semti keşfetmemizi bekliyor.

İstanbul’da yaşıyoruz, peki İstanbul’u yaşıyor muyuz? Etrafımdaki arkadaşlarıma bu soruyu sorduğumda aldığım cevaplar neticesinde anladım ki birçoğumuz maalesef İstanbul’u yaşamıyoruz. Avrupa ve dünyadaki birçok ülkeden bile büyük yüzölçümüne sahip, koca İstanbul’u ne yazık ki yeterince tanımıyoruz. Yaşadığımız semtler içinde hapis olmuşuz. Örneğin Kadıköy yakasında oturuyorsak Kadıköy-Moda-Göztepe-Suadiye-Bostancı’yı içine alan bir çember içinde gidip geliyoruz. Bu örnek yaşadığımız diğer semtler Ortaköy-Ulus, Kurtuluş-Şişli-Gayrettepe, yeni yerleşim merkezi Göktürk için de geçerli. En fazla Taksim civarına eğlence merkezlerine gider, oturduğumuz semtlerin civarlarındaki AVM’lerde vakit geçirir, havayı biraz açık ve güneşli görürsek Boğaz tarafına geçip balık keyfi yaparız.

Peki, İstanbul bundan ibaret midir? Elbette ki hayır. Çocukluğumdan beri gezgin ruhum, yeni yerler keşfetme arzusunu hep tetikledi. Bir gün otobüse atlar hiç bilmediğim Koca Mustafapaşa’ya gider; etrafı, semti ve yaşayan halkını tanımaya çalışırdım. Bir başka gün Samatya’ya, fırsatını yakaladığım bir başka zaman da yine hiç gitmediğim ve bilmediğim semtleri keşfe çıkardım. Çıkardım dediğime bakmayın, bugün bile aynı şekilde çevre gezilerini yapmaktayım. Üyesi olduğum Gezginler Kulübü Derneğinin zaman zaman düzenlediği İstanbul Gezilerine fırsat buldukça katılırım. Son dönemlerde bu gezilerden biri de Üsküdar’a yapıldı.

İLGİNÇ MEZARLIK

Buradan yürüyerek, Üsküdar Çarşısı içinden geçip, meşhur Osmanlı Mutfağı ve Türk lezzetlerinin sunulduğu Kanaat Lokantasından geçtik. Ardından, bu caddenin ortalarında, Selanikliler Sokağı köşesindeki, Bülbül Deresi Mezarlığına geldik. Bu mezarlık Sabetaylar ve Selanikli dönmelerin ebedi istirahat yeriymiş. Atatürk’ün Selanik’teki hocası Muallim Şemsi Bey’in de mezarını görüp ziyaret ettik. Sosyal hayattan tanıdığımız birçok ismin mezar taşları ile karşılaştık; İpekçiler, Karataşlar, Dilberler, Yakobiler, Atalar, Kapaniler, Belerler ve aklıma gelmeyen birçok tanıdık soyadlarına sahip mezar taşları ile karşılaştık. Karmaşık duygular içinde ayrıldım buradan. Üsküdar ilçesi ne çok kültürü içinde barındırıyormuş. Örneğin Üsküdar ilçesinin bir semti olan Kuzguncuk, sinagogun, kilisenin, caminin iç içe olduğu bir semt. Yahudi’si, Ermeni’si, Rum’u, Müslüman’ı yıllarca adeta kardeş gibi yaşamışlar. Baksanıza Sabetayların Mezarlığı bile bu ilçemizde. Bülbül Deresi Mezarlığından yokuşu yukarı, Altunizade istikametine doğru tırmanarak, Surp Garabed Gregoryan Ermeni Kilisesine geldik. Hiç düşünemediğim, tahmin bile edemediğim kadar çok kilise ile karşılaştım buralarda. Kilise hakkında bilgi aldık. Bayram, düğün gibi özel günlerde bir hayli kalabalık olurmuş bu ibadet yeri. Hatta zaman zaman oturacak yer bile zor bulunurmuş. Zangoç bizlere kilisenin tarihçesi hakkında bu bilgileri verirken, bizler de oturma fırsatı bulup dinlendik.

İSTANBUL’UN EN BÜYÜK KÜLLİYESİ

Kısa bir öğlen yemeği molası sonrası, Nurbanu Sultan’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı Atik Valide Sultan Camisine gittik. İstanbul’da bulunan üç büyük külliyenin en büyüğü burasıymış. Diğer ikisi ise Süleymaniye ve Fatih’te bulunuyor. II. Selim’in eşi, III. Ahmet’in annesi Nurbanu Valide Sultan, burayı Mimar Sinan’a yaptırmış. 1577-1583 yılları arasında yapılan bu külliye cami, tekkesi, medresesi, darüşşifası, hamamı, kervansarayı, imareti, tabakhanesi, darul kurası ve Haziresi ile İstanbul’un en büyük külliyesi. Öğlen ile ikindi namazları arası bir vakitte orada bulunduk. Kimileri çocuklarını Kur’an kursuna getirmiş, kameriyede oturmuş, bekliyor; kimi namaz saatini bekliyor; kimileri avludaki çayhanede sohbet ediyor; kimileri ise hocaların vaaz ya da sohbetleri ile zaman geçiriyorlardı. Adımımızı külliyeden içeri atar atmaz bambaşka bir dünya içine girdiğimizin farkına vardık. Gezideki diğer arkadaşları bilemem ancak, ben biraz diken üstündeymiş gibi huzursuz oldum. Gerek kılık ve kıyafetlerimizden, gerekse beraberimizdeki kadınların makyaj ve açık başları yüzünden birçok meraklı göz üstümüzdeydi.

Yarım saate yakın avlunun şadırvanında külliye hakkında bilgi aldıktan sonra buraya bağlı Nakkaş Teyzini Sanat Merkezine vardık. Başta kalem kârlık olmak üzere hat sanatları ile ebru yapımının öğretilip çalışıldığı bir sanat merkezi. Harika peyzaj ile dizayn edilmiş ve gül bahçeleri ile bezenmiş avlunun çevresindeki atölyeler muhteşemdi. Ertesi güne bir sergi açılışı olduğundan sanat merkezindeki hummalı bir çalışmaya şahit olduk.

Saat beşe doğru, buradan 1589-1598 yılları arasında yapılan, Aziz Mahmud Efendi Sokak yer alan, Aziz Mahmud Hüdâi Camii ve Türbesine gittik. Burası, pek çok İstanbullu tarafından sıkça ziyaret edilen, şehrin önemli kültür ve dini merkezlerinden biri olarak nitelendiriliyor. 1541 yılında Şereflikoçhisar’da doğan Aziz Mahmud Hüdâi, Anadolu’da yetişen büyük velilerden birisi ve aynı zamanda Celvetiye Tarikatının pirlerindenmiş. 1628 yılında İstanbul’da vefat eden Aziz Mahmud Hüdâi, buraya gömülmüş. O kadar ziyaretçi vardı ki kuyruk bekleyerek girebildik türbesine.

Sabah saat 10.00’dan akşamüstü saat 5.00’e kadar bilgi, kültür ve görsel bombardımanından yorgun düştük. Çalışkan ve yaptığı işten zevk alan rehberimizin aslında bizi birkaç yere daha götürmeye niyeti vardı. İstanbul’un en büyük Müslüman Mezarlığı Karacaahmet’ten tutun da Beylerbeyi Sarayına, Çamlıca’nın eteklerindeki Altunizade’den Acıbadem’e, sahildeki yalıların tarih ve geçmişlerini bir başka tura bıraktık. İstanbul’un ilçelerinden sadece biri olan Üsküdar’ı gezmeye ne zaman yetti, ne derman. Daha önce de söylediğim gibi “İstanbul’da yaşıyoruz da İstanbul’u yaşıyor muyuz?” diye. İstanbul’un keşfedilecek o kadar semti var ki…

GÖRKEMLİ CAMİLER

Üsküdar, zaman zaman gittiğim ancak çok etraflıca tanımadığım bir semt idi. Sanat tarihçisi rehberimiz ile belirlenen günde, sabah saatlerinde, Üsküdar’ın en görkemli camisi, Mimar Sinan eseri olan Mihrimah Sultan Camisinin avlusunda buluştuk. Tecrübeli ve bir o kadar da bilgili rehberimiz ile gezdiğimiz, dinlediğimiz, not aldığım ilginç ilçemiz Üsküdar hakkında, öğrendiklerimi paylaşmak istiyorum. Üsküdar ismi Latince Hrizopolis (Altın Şehir), Persçe Skutari (Haberci) Bizanslıların söylediği şekli ile 7. yüzyılda gemi tersanesi olarak kullanılan Skutarion (Kalkan yapılan yer ya da askeri birliklerin merkezi) anlamına gelirmiş. Skutarion zamanla Üsküdar ismine dönüşmüş. Bizans ve Osmanlı döneminde ulaşım, konaklama, askeri üs olarak yararlanılmasının yanı sıra, ticari açıdan da büyük önem taşıyan Üsküdar, Konstantinopolis'in fethinden çok önce Cenevizliler zamanında, 1352 yılında Türklerin eline geçmiş. Orhan Gazi döneminden beri Osmanlıların denetiminde olan Üsküdar'a Türklerin geniş ölçüde yerleşmesi ise Fatih Sultan Mehmet dönemine rastlar. Üsküdar İstanbul’u fethinden sonra Osmanlı’nın doğuya açılan kapısı olmuş. Bölgede ilk yapılan cami olan Rum Mehmet Paşa Camisine ise, ‘Kilise Cami’ de deniyor.

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı, Sadrazam Rüstem Paşa’nın eşi Mihrimah Sultan için Mimar Sinan’a yaptırılan bu muhteşem camiyi, Mihrimah Sultan maalesef beğenmemiş. Bu cami, padişah tarafından yaptırılmayıp, kızı tarafından yaptırılmasına rağmen dönemin tek çift minareli camisi. O dönemde sadrazamlar ya da sultanın aile efradı camii yaptırabilir ancak bunlar tek minareli olabilirmiş; birden fazla minare sadece padişahın tasarrufunda olarak yapılırmış. Mihrimah Sultan’ın yaptırdığı bu caminin iki minareli olmasına Muhteşem Süleyman izin vermiş. Mihrimah Sultan her ne kadar camiyi beğenmediyse bizler eseri hayranlıkla inceledik. Caminin önündeki çeşme, 3.Ahmet döneminde, Lale Devrinde yapılmış.

Ziyaret ettiğimiz diğer bir cami olan, sahilde yer alan Şemsi Paşa Camisinin diğer bir adı ise ‘Kuşkonmaz’ Cami. Rüzgâr burada ters estiğinden ne ilginçtir ki kuşlar bu camiye hiç bir zaman konmazmış. Alın size bir doğa harikası daha.

Üç-beş cümle ile anlatmaya çalıştığım Üsküdar girizgâhını rehberimiz, toplandığımız Mihrimah Sultan Camii avlusunda yaklaşık bir saatte anlattı. Daha turun başında eşsiz bir kültürel çevre turu olacağının sinyalini almıştık.

Caminin bir bölümünde Osmanlı döneminde, psikolojik rahatsızlıkların tedavi edildiği, günümüzde Mihrimah Sultan Genel Sağlık Polikliniği olarak kullanılan hastaneyi gezdik. Mimari yapısı itibarı ile orta salonun göbeğindeki fıskiyeli havuzu, tavan kubbesinden aldığı ışık ile aydınlatılması ile insana huzur veren bir ortam.