Amerikan adaletinin kara yüzü

Dünya
5 Temmuz 2017 Çarşamba

Ali Abaday

Son günlerde Amerikan mahkemelerinden çıkan kararlar ülkenin hukukuna olan güveni bir kere daha sarstı. Sistemin polisler ve zenginlere işlemediği görüşü giderek ağırlık kazanıyor.

Amerikan filmlerinin olmazsa olmazı üç unsur vardır; bayrak, polis ve mahkeme. Bu üçlüden birinin görünmediği bir Amerikan filmi bulunmaz. Ancak bu üçlünün iki halkası son günlerde giderek daha da tartışılıyor ya da tartışmalar medyada biraz daha yer buluyor.

Geçen yıl kız arkadaşıyla birlikte polis tarafından durdurulan, polise silahı olduğunu söyleyen ve ehliyetini çıkartmak için cüzdanına elini attığında vurulup öldürülen Philando Castile’in hikâyesi dünya çapında yankı yaratmıştı. Kız arkadaşı onun vurulma anını ve sonrasını cep telefonundan bütün dünyaya canlı yayınlamıştı. Polis memuru Jeronimo Yanez geçen hafta yargılandığı davada beraat etti.

Sadece Yanez değil, arabası durdurulduktan sonra ellerini aracına koyup üstünün aramasına karşı çıkan ve polis tarafından öldürülen Alton Sterling’in davasında da ilk karar çıktı. Sterling’i öldüren polis memurları Blane Salamoni ve Howie Lake II Adalet Bakanlığının yürüttüğü soruşturmada aklandı. İkili şimdi Louisiana Savcılığının haklarında talep edeceği ceza ve mahkemeyi bekleyecek.

Sadece polislerin öldürdüğü Afrikalı Amerikalılar ile ilgili davalardan çıkan kararlar değil, ünlü komedyen Bill Cosby’nin de cinsel saldırıdan yargılandığı davada jürinin bir karara varamaması ve ardından hâkimin davayı hatalı yargılama (mistrial) hükmüyle düşürmesi hukuk sisteminin güvenirliliğine gölge düşürdü.

Amerika’da yargılama ve cezalandırma sisteminin bir reforma ihtiyacı olduğu son dönemin önemli gündem maddelerinden. Ne var ki reformun hukuksal açıdan, değil cezalandırma açısından yapılması sıkça konuşuluyor. Özellikle, hapishanelerin çok dolu olduğu ve ev hapsine olanak tanıyacak bir sisteme gidilmesi gerektiği siyasetçiler tarafından dile getiriliyor. Ancak bu sisteme esas karşı çıkacak firma olan American Bail Coalition’ın politikacılarla yakınlığından pek bahsedilmiyor.

Hukuki olarak cezai hüküm alanların oy haklarını kaybettiği, ömürleri boyunca eski bir suçlu olarak kayıtlarının her başvuruda çıkacağı, ailesinin parası olmadığı için işlemediği suçlarla suçlanan gençlerin bunları kabul edip geleceklerini yok ettikleri çok az siyasi tarafından anlatılmaya çalışılıyor.

Dünyadaki mahkûmların yüzde 25’inin Amerikan hapishanelerinde olduğuna da pek dikkat çekilmiyor.

Mahkûmlara verilen cezaların orantısız olduğu veya savcılığın anlaşma önerisine karşı çıkanlara yapılanlar da medyada pek yer bulmayan durumlar. Örneğin 16 yaşında hırsızlıkla suçlanan, savcılığın teklifini kabul etmeyen ve mahkemeye çıkarılmadan üç yıl cezaevinde tutulan Kalief Browder gibi. Salıverildikten iki yıl sonra intihar eden Browder’in hikâyesi anlatılmaya başlanınca hapishanede ona yapılan kötü muameleler de ekranlarda gösterildi.

Suçlanan herkesin savcılığın teklifini kabul etmeyip mahkemeye çıkmak istemesi halinde ABD hukuk sisteminin kilitleneceği bir gerçek. Ancak savcılığın teklifini kabul etmek zorunda kalanların çoğunun yoksul ve azınlık mensubu olduğu da başka bir gerçek. Çünkü Bill Cosby davasında olduğu gibi Afrikalı Amerikalı da olsa zengin her zaman bir şekil hapisten kurtulma yolunu buluyor.

The Counted’ın Guardian ile birlikte yaptığı bir projeksiyona göre, azınlık mensubu 15 ila 34 yaş arası erkeklerin beyazlara oranla polis tarafından öldürülme oranları dokuz kat daha fazla. Polislerin özellikle azınlıklara karşı tutumu söz konusu olunca, “Hayatını toplumun düzeni için riske atan insanlara biraz saygı duyun” ifadesinin artık klişeleştiği genel bir görüş. Diğer yandan Black Lives Matters’ın dile getirdiği “Kurbanlara duyulması gereken saygı” üzerinde ise pek fazla durulmuyor.

Donald Trump’ın başkanlığındaki Amerika’da yargıda en azından hukuksal kısımda bir düzenlemeye gidilmeyeceği aşikâr. Hatta Nixon ve Reagan döneminde devlet eliyle azınlıklar ve sosyal haklar örgütlerine yapılan uygulamaların yeniden görüleceği muhtemel.