İngiliz mandası döneminde Yahudi silahlı gücü: HAGANA

20. yüzyılın ilk yarısında İngilizlerin Ortadoğu’da izlediği çetrefilli ve ikiyüzlü siyaset bölgedeki silahlanmayı ve şiddeti arttırdı. Bu dönemde İngilizler, Yahudilerin savunma günü Hagana’nın elemanlarını bazen kendi işlerinde kullandı, bazen ise kanun dışı ilan ederek tutukladı.

Yusuf BESALEL Perspektif
10 Mayıs 2017 Çarşamba

İsrail ordusunun resmi adı, ‘Z’va Haganah / Savunma Ordusu’dur. Aslında Haganah otuz yıldır Filistin topraklarındaki Yahudi paramiliter gücüydü ve temel itibariyle Sosyalist Çalışma Partisinin bir unsuruydu. 1870’li yıllarda Osmanlı yönetiminde ilk Yahudi zirai kolonileri kurulduğunda, Filistin topraklarında bir amme güvenlik kuruluşu bulunmuyordu; ülkenin yasası çöl yasasıydı… Osmanlı idaresi herhangi bir yasal nizam sağlamamıştı. Bu arada, Yahudilere toprak satan Araplar, bu toprakları tekrar alabilmek için bunların üstünde oluşturulan köylere sürekli saldırılar düzenliyorlardı. Yahudilerin cumartesileri istirahat ettiklerini bildiklerinden, hücumlarını Şabat’ta gerçekleştiriyorlardı.

Yahudileri ‘Şomrim’ adında koruyucular himaye etmeye başladı. Bunlar kovboyları andırıyordu; ata biner, Arap atkıları takar, akıcı Arapça konuşurlardı; Arapların saygısını kazanmışlardı. İsrailli liderlerin bazıları, eski Şomrimler’dendi; örneğin İsrail Başbakanı Ben Gurion, Aşağı Galile köyü Sedjera’da bu işi yapıyordu. İşte bu Yahudi ‘Buffalo Bill’ler, Hagana’nın ilk nüveleriydi.

1905’te Rusya’daki Kişinev ve Çolon pogromlarından sonra Filistin topraklarına yeni bir Yahudi göçü oldu. Gelen Yahudi gençlerinden çoğu, Rusya’da pogromların tehdidi altında bulunan ufak kentlerdeki savunma güçlerinde görev almışlardı ve ülkedeki ilk paramiliter organizasyonu oluşturdular: ‘Haşomer’. Bu gelen göçmenler, siyasal Siyonizm’den bihaberdi, daha ziyade ihtilâlci Sosyalistti.

ARAP SALDIRILARINA KARŞI SAVUNMA

Bu savunma güçlerinin önemi, 1920-21 yıllarında patlayan Arap isyanlarında birçok Yahudi’nin öldürülmesi ve yaralanması aşamasında anlaşıldı. Bu olaylar, İngiliz Mandasının başlangıç yıllarında ortaya çıkmıştı. Manda yönetiminin izleyebileceği iki yol vardı: ya her Yahudi yerleşkesi civarında askerî birlikler konuşlandırılacak ya da Yahudi savunma örgütlerinin bazıları yasallaştırılacaktı. Kuşkusuz birinci alternatif yönetime pahalıya patlayacaktı. Onun için yönetim, Hagana’ya resmi bir statü vermemekle beraber varlığına müsamaha göstermeyi yeğledi. Yetkili makamlar, yüzlerce Yahudi’nin barındığı yerleşim bölgelerini kuşatan binlerce Arap’a karşı basit tüfeklerle bir savunmanın intihar olacağını biliyordu. Onun için otomatik silâhlar dahil kaçak silâhların edinilmesine müsamaha gösterdiler hatta cesaretlendirdiler.

Hagana’nın teste tabi tutulduğu ilk ciddi olaylar, 1929’da Arap güruhlarının tüm ülkede Büyük Müftü’nün kışkırtmalarıyla Yahudilere karşı düzenledikleri gösterilerle başladı. Sadece bir İngiliz subayın korumasına güvenen Hebron ve Safed’deki eski Yahudi yerleşim birimleri hemen hemen silindi. Kraliyet Komisyonunun raporuna göre, birkaç bin kişilik nüfusu olan Hebron’da 60’dan fazla Yahudi katledilmiş, 50’den fazlası da yaralanmıştı. O İngiliz subayının çabalarıyla genel bir katliam önlenebilmişti. Buna karşın Hagana’nın koruduğu kentler, küçük ve ıssız dahi olsa Arap saldırıları püskürtülebilmişti.

Hagana, ideolojik olduğu kadar stratejik ilkeler çerçevesinde hareket ediyordu. 1936-1939 karışıklıkları esnasında kullandığı bir slogan da, “Havlagah” yani “kendini kontrol” idi. Bu ilke, Arapların kan davasına veya aşırı uçlardaki Yahudilerin “dişe diş” tavrına ters düşüyordu. Nitekim bu ideolojiyi protesto eden bir grup, 1938’de Haganah’dan ayrıldı ve ‘İrgun Z’vai Leumi / Ulusal Askeri Teşkilatı’ kuruldu. Ama Hagana’nın liderleri hep şunu savunuyordu: “Göreviniz saldırıları savuşturmaktır; aklınıza kan kokusunu getirmek değil. Unutmayın, anlamımız ismimizde yatmakta: Savunma ve tek amacımız da, yaratıcı iş için emniyet sağlamak…” Nitekim Kraliyet Komisyonu, bu gibi karışıklıklarda Yahudilerin en fazla yasalara uyan ve kendini kontrol edebilen kesim olduğunu dile getirmişti.

SEVİLEN İNGİLİZ

1936’dan sonra yönetim, bir adım daha ileri giderek, bazı Hagana mensuplarını Özel Polis Gücü’ne katarak, Yahudi yerleşimcilerini korumakla görevlendirdi. Hagana yine kanun dışıydı ama birçok İngiliz birliğinin Yahudi ‘tercümanı’ da vardı. Aslında bu kişi, o bölgede Hagana ile İngiliz birlikleri arasındaki irtibatı sağlıyordu… Derken, 1937 yılı sonlarında Burma’dan Yüzbaşı Orde Wingate Filistin’e geldi. Bir istihbarat subayıydı. Ama strateji ile ilgili kendine özgü düşünceleri olduğu gibi, aynı zamanda gizemli bir Siyonist’ti… Özel gece devriyeleri için birliğine Hagana elemanlarını alarak, Arap çetelerine karşı gerilla savaşı için destek sağladı. Özel gece devriyeleri, Hayfa’ya uzanan boru hattını korumak ve Galile’den Fawzi’nin çetelerini temizlemekte önemli işlev gördü. Bu arada Yahudiler, Araplardan daha iyi savaşçı olduklarının farkına vardılar. Bu, Arapların daha az cesur olduklarıyla ilgili değildi; modern Avrupa Yahudileri, inisiyatif alma, tedbirli olma ve koordineli savaş hususunda ilkel düşmanlarına göre daha kapasiteliydiler. Birkaç ay sonra Wingate, Filistin’deki Yahudiler arasında Balfour’dan sonraki en popüler İngiliz olmuştu. Sıra dışı fikirleri, akıcı İbranicesi ve Tevrat hakkındaki bilgisi nedeniyle seviliyordu. Yahudiler, Wingate’i âdeta kendilerinden biri gibi görüyorlardı.

1920’lerin sonuna dek Filistin’deki Yahudiler İngilizlerin silahlı gücünün korumasına güveniyorlardı. Ancak 1939’da Arap isyanının sonunda Hagana, İngiliz kuvvetleri olmadan Arapların saldırılarına artık karşı koyamayacaklarını anlamıştı. Yahudiler toplam nüfusta üçte bir oranını temsil ediyordu. Fakat ülkenin kilit ekonomik konumlarına sahiptiler. Her ne kadar İngiltere’de bölge siyasetini saptayanlar dahil halkın onda dokuzu Filistin’deki İngiliz kuvvetlerinin Yahudileri koruduğunu düşünüyor idiyse de; İngilizler tam tersini yapıyordu. Yahudilerin Filistin’e göç etmelerinin ve yerleşimlerinin kısıtlanmaması durumunda herhangi bir agresif davranışları söz konusu değildi. Ancak 1939’daki Beyaz Kağıt; işte bu ‘tam tersi’ davranışı sergiliyordu. Arapların isyanı bastırılmıştı ama ‘Yahudi Ulusal Yurdu’ vaadi de iptal edilmişti. İngiliz-Yahudi balayı sona ermişti. Dün silahlı olan Hagana’nın adamları, bir gecede ‘tehlikeli mücrimler’ sıfatıyla etiketlenmişti. Beyaz Kağıt’ın neşrinden altı ay sonra, 1939 - 1940 arasında İngiliz polisi ve ordusu, Yahudi yerleşimlerine baskın düzenlediler. Hagana eğitim mekânlarındaki silahları müsadere ettiler ve liderlerini tutukladılar. İngiliz politikası gene 180 derece yön değiştirmişti! 22 Nisan’da bir İngiliz Askeri Divanı, sekiz Yahudi görevliyi silah bulundurmaktan 3 ilâ 7 yıl arası hapse mahkûm etti. Savcı, silahların savunma amacıyla saklandığı müdafaasını dikkate bile almadı. Aynı şey Wingate’in ünlü ‘Gece Devriyeleri’nin de başına geldi. Kraliyet Ordusuna kaydolmuş bu kişiler, bir eğitim esnasında tutuklandılar. Adalet siyasetin oyuncağı olmuştu. Yönetim Hagana mensuplarını on yıl hapse mahkûm ediyor, bir yıl sonra salıyor ve İngiliz üniforması ile Ortadoğu’da tehlikeli göreve gönderiyordu. Örneğin 1941’de İngiliz birlikleri Fransız Vichy Yönetiminin elindeki Suriye’yi işgal edince İngilizler, Hagana elemanlarını Arap kıyafetinde Suriye sınırında sabotajlar yapmaları için görevlendirdi. Bunların arasında bir zirai birimdeki Yahudi İşçi Lideri Moşe Dayan da vardı. Kendisi İngiliz Askeri Mahkemesi tarafından on yıla mahkûm edilmişti! Dayan, bu harekâtta bir gözünü ve bir parmağını yitirmişti. Ancak Filistin sansürü, Yahudilerin Suriye harekâtında aktif bir rol oynadığını sakladı ve hâlâ mücrim olarak gözüken Moşe Dayan, gözünün biri üstünde bulunan kara beziyle İsrail’in Kudüs’teki ordusunun komutanı oldu.

İNGİLİZ OYUNLARI

Bu kaotik politikalara daha sonraları İsrail Başbakanı olan David Ben Gurion şöyle bir nokta koymuştu: “Biz İngiltere ile sanki Beyaz Kağıt yokmuşçasına savaşacağız. Ve Beyaz Kağıt ile de sanki savaş yokmuşçasına savaşacağız.”

2. Dünya Savaşı patladığında, 130 bin Filistinli Yahudi Kraliyet Ordusuna yazıldı. Bu kişiler bu kaydı gönüllü olarak, Yahudi Ajansı aracılığı ile yaptırmışlardı. Yahudiler, bu şekilde sadece düşmanla savaşmayacak; askeri eğitim kazanacak ve savaştan sonra da askeri bir potansiyel oluşturacaklardı. Ama bütün bunlar, tam da İngilizlerin engel olmak istedikleri şeylerdi. Bu Yahudi ordusunu kurmamak bir “Truva Atı” barındırmaktan daha iyiydi. Esasen yönetimin politikası, Arapların kızdırılmamasına dayanıyordu. Nazilerin Yahudileri katlettiği bile gizlenmeliydi ki, Arapların Almanlara sempatisi oluşmasın! Bu durumda Araplar, Yahudi-İngiliz-Arap üçgenindeki en avantajlı konumdaydılar. 1941 baharında Fransa yenilgiye uğrayıp İngiltere tek başına kalınca, Müftü ve Hitler’in kuklası olan Prens Raşid, İngiliz Mandasına karşı Cihat için sesleniyordu. Arap âlemi genellikle bu çağrılara fazla duyarlı olmadı.

Bu arada Filistin’de Yahudilerin ve Arapların tutumunu anlamak ise, İngiliz birliklerine bu unsurların katılım oranlarıyla ile ilgiliydi. 30 bin Yahudi gönüllüye karşın sadece dokuz bin Arap gönüllü söz konusuydu. Beyaz Kağıt’a ve Yahudi ilticasının kısıtlanmasına rağmen, Araplar ikna edilememişti ve düşmanlıkları sürüyordu. Kuzey Afrika’daki El Alemein savaşı günlerinde Araplar Yahudilerin evlerinin kapılarını tebeşirle işaretlediler: Rommel’in İngilizleri yenmesi durumunda Almanların Yahudileri de, İngilizleri de denize dökmelerini umuyorlardı. Konu yalnız Yahudiler de değildi; Arap milliyetçiliği yörede Avrupa karşıtı İslâmcı tutumu ile de yüklenmişti. Bu durumda İngilizler oynak politikalarını sürdürerek, Yahudi Ajansı aracılığı ile birliklerine gönüllü olarak katılan 130 bin kadın ve erkek Yahudi’yi unutturacak bir kampanyaya giriştiler…

Amerikalı Yazar Pierre Van Passen’ın ‘The Forgotten Ally / Unutulan Müttefik’ (1943) kitabında belirttiği gibi, savaşta Yahudilerin Filistin’deki etkinlikleri, Ortadoğu’da en iyi saklanan sırlardandı! Örneğin İngilizlerin Yahudi komandoları, Libya harekâtlarındaki düşman hatlarına sızan ve yarısından bir daha haber alınamayan 50 Hagana paraşütçüsü basında ancak yedi yıl sonra yer aldı. ‘Siyonizm’ veya ‘Ulusal Yurt’ gibi tabirler ise Winston Churchill tarafından telaffuz edilse dahi, sansüre uğruyordu. İngiliz Parlamentosunda hükümet ‘Ulusal Yahudi Yurdu’ hakkındaki sorulara “Filistin politikası değişmemiştir” şeklinde yanıt veriyor fakat sonraki tartışmalar sansüre uğruyordu.

Bütün bu sansürleme çabalarına rağmen Müftü’nün Berlin’den yaptığı ve Amerikalıların radyo sistemlerinin 4 Mart 1944’te saptadığı neşriyatta Araplara Cihat emri veriliyordu, Yahudiler görüldüğü yerde öldürülmeliydi! İngilizler bu bildiriyi Müftü’nün ve Nazilerin aleyhine kullanacaklarına sansürlediler! Lâkin İngiliz yönetimi o kadar çetrefilli bir siyaset izliyorlardı ki, kendi çıkarları tehlikede olduğunda Hagana ile flört etmekten çekinmiyordu. Struma’nın batırılışından birkaç hafta sonra Lord Cranborne, Yahudi Ajansına Avrupa’daki soykırımdan kurtulup Filistin’e iltica etmek isteyen Yahudiler için her kolaylığın(!) sağlanacağını bildirdi. Bu arada da Hagana birlikleri silahlandırıldı ve eğitildi. Rommel’in Filistin’e girme olasılığında geri çekilen İngiliz birlikleri ile Alman birlikleri arasındaki münasebetlerin ve radyo bağlantılarının bloke edilmesi için görevlendirildiler. Ancak Rommel başarısız oldu. İngilizler kullanmak istedikleri Hagana’yı derhal “çöpe attılar” ve bir gece Hayfa’daki gizli eğitim merkezlerini bastılar! Savaşın istikametinin Almanların aleyhine değişmesi demek, artık Yahudilere ihtiyaç yok demekti. Polis Hagana’yı çökertme operasyonuna girişti. Ama bu kez Yahudi yerleşimlerinde protesto ve ayaklanmalar başladı. Yönetim bununla baş edemezdi ve Hagana’nın yakasını bıraktı.

İngilizler bu kez başka bir oyun tezgâhladılar. Silah kaçakçısı iki İngiliz askerini yargılayarak, 300 tüfeği Yahudi Ajansı Başkanı Ben Gurion’a satacaklarını iddia etti. Böylece Yahudilere karşı bir kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Ben Gurion’un bu askerlerle pazarlık yaptığı dedikodusunu da uydurdular. Hagana’nın kaçak silah kullandığı İngilizler için yeni bir duyummuş gibi… Ne acı bir tecellidir ki, aynı anda İngilizler Hagana gönüllülerini istihbarat toplamaları için paraşütlerle Balkan semalarından atıyordu. Tabi, kimselere duyurmadan… Bütün bu ikiyüzlü siyasetin sonu belli idi: İngilizlere karşı şiddet1.

Balfour Deklârasyonu, çelişkilerle, hilelerle, yanlış yorumlarla özdeşleştiği için, yayınlanmasıyla sonuçlanan süreç de gelecekteki sorunların kaynağı olmuş ve bugün hâla sürdürülen kanlı bir hasada yol açmıştı. Britanya ve müttefikleri I. Dünya Savaşı esnasında Ortadoğu’da Osmanlı Devletini parçalamış ve geleceğe nefret tohumlarını ekmişlerdi. Bu tohumlardan silahlı insanlar yükselmiş ve yükselmeyi sürdürmüşlerdi2.

Anlaşılabileceği gibi, İngilizler karşıt grupları kendi çıkarları için hep kullanmış ve birbirlerine kırdırmışlardı. İngilizler, Ortadoğu’da Osmanlı’nın sömürgeci bir grup olduğu algısını da yayarak Türkler ile Arapların da arasını açmış ve Şerif Hüseyin isyanlarıyla Arapların Türkleri arkadan vurduğu argümanını da oluşturarak, aslında İslam âlemindeki birliği de kırmayı hedeflemişlerdi3.

Osmanlı’nın Ortadoğu’da parçalanmasındaki bu İngiliz oyunlarının önemi idrak edilmeden tüm sıkıntı kaynağını Filistin’e yönelik Siyonist siyasette aramak, bir tür kolaycı yöntem olacaktır.

Kaynakçalar:

1‘Promise and Fulfilement, Palestine 1917-1949’, Arthur Koestler, Macmillan 1949, S.67.89.

2‘Balfour Deklarasyonu’, Arap-İsrail Çatışmasının Kökenleri, Jonathan Schneer, S.384, S.390.

3 ‘Derin Tarih, Ocak 2017’, ‘Arap İsyanı Algısı, İngilizlerin Oyunudur.’