Görkemli auteur döneminin sonu

36. İstanbul Film Festivali İzlenimleri

Erdoğan MİTRANİ Sanat
26 Nisan 2017 Çarşamba

İKSV, 36. İstanbul Film Festivalini beş yıldan beri  ilk kez ana sponsoru olmadan düzenledi. Başta  Festival Direktörü Kerem Ayan olmak üzere canla

başla çalışan festival ekibi, bizlere nitelik olarak  geçen yılları aratmayacak dört dörtlük, çok düzeyli  bir şenlik yaşattı.

 

36. festivalde kimi izleyici arkadaşlar bir zamanların olağanüstü filmlerini bulamamaktan şikâyet ettilerse de, bunun sorumlusu festival değil, artık sinemadaki o görkemli ‘auteur’ döneminin kapanmış olması. Festivalin, hâlâ dünya sinemasına yön vermeye devam eden kuşağının en son filmlerine ayrılan Yıllara Meydan Okuyanlar bölümü bunun en iyi göstergesi:

88 yaşı devirmesine karşın yazar yönetmenlerin en genç ruhlusu Alejandro Jodorowsky, 2013’te ‘La Danza de la Realidad’ ile başladığı sinemasal otobiyografisine ‘Sonsuz Şiir / Poesia Sin Fin’ (2016) ile devam ediyor. Şili doğumlu, aktör, besteci, çizgi roman yazarı, prodüktör, psikoterapist, yazar, yönetmen  Jodorowsky, yazıp yönettiği sürreel ve şok filmlerin ardından, daha kolay anlaşılır, ancak diğerleri kadar çılgın ve keyifli benzersiz bir başyapıt yaratmış. Aralarında benim de olduğum birçok izleyici bu olağanüstü çalışmanın festivalin en güzel filmi olduğunda hemfikir. Ömrünün vefa etmesine ve tasarladığı beş filmlik seriyi bitirmesine duacıyız. Jodorowsky, maddi olanakları temin ederse, sinema tarihine geçmiş felsefî kült westerni ‘El Topo’nun da devamını çekmeye niyetli.

Ne yazıktır ki diğer büyük ustalar eski formlarını tutturmaktan uzaktı. ‘Cennet’ ile farklı bir Holokost filmi yapan Andrei Konchalovsky’nin bol ödüllü siyah-beyaz filmi, başyapıt değilse bile iyi çekilmiş, iyi yönetilmiş, iyi oynanmış, özgün öyküsüyle parlak bir sinema örneğiydi.

Andzej Wajda’nın ölümünden önce çektiği, ‘modern resim sanatının mesihi’ Wladyslaw Strzeminski’nin son yıllarını anlattığı ‘Powidoki / Ardıl Görüntü’, eski başyapıtları düzeyinde olmasa da, klasik anlatımıyla başarılı bir çalışmaydı.

Buna karşın ‘Tuz ve Ateş’ ile Werner Herzog ve ‘Unutulmayan Aşk’ ile Volker Schlöndorf orta karar birer film yapmışlar.

Festivalde ‘I am Not Your Negro / Ben Senin Zencin Değilim’ adlı olağanüstü belgeselini de izlediğimiz Haitili usta Raoul Peck’in, Marx’ın gençlik yıllarını konu alan ‘Genç Karl Marx’ı başarılı bir dönem filmi ama, öykü biraz fazla öne çıktığından, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden Marx’ın öğretisine pek odaklanamıyordu.

Çoğumuzun büyük hayal kırıklığı, uzun sinema geçmişinde  ‘Eurapa, Europa’, ‘Olivier Olivier’, ‘In Darkness’ gibi başyapıtlar çekmiş, televizyonda ‘Horici Ker / Burning Bush’ adlı olağanüstü mini-diziyi yaratmış Agnieszka Holland’ın ‘Pokot / İz’ filmi oldu. Hayvan hakları savunucusu olmaya çalışan, ancak yazarın da katıldığı senaryosunun aksaklıkları yüzünden inandırıcı olmaktan uzak filmin Berlin’de Alfred Bauer Ödülü almış olması şaşırtmadı değil.

ALTIN LALE’NİN BAŞARILI SEÇKİSİ

Bu yılın Altın Lale Uluslararası Yarışması karşımıza son yılların en etkileyici seçkisiyle çıktı:

Nana Ekvtimishvili ile Simon Gros’un ataerkil Gürcü toplumunu mercek altına alan filmi ‘Chemi Bednieri Ojakhi / Benim Mutlu Ailem’ üç odalı evini kocası, anne-babası, iki yetişkin çocuğu ve damadıyla paylaşmakta olan 52 yaşında, 25 yıllık evli, edebiyat öğretmeni Manana’nın yaşadığı düzene dayanamayıp, tek başına bir eve çıkışının traji-komik öyküsü.

Greg Zglinski’nin metafiziğe göz kırpan, gizem dolu olduğu kadar huzursuz edici psikolojik gerilimi ‘Tiere / Hayvanlar’, mantığın değil duyguların gözüyle izlenen, anlaşılmasa da hissedilen nadir filmlerden.

‘Manifesto’, Alman sanatçı Julian Rosefeldt’in geçtiğimiz yıl büyük başarı kazanan video art enstalasyonunun, 13 farklı karakteri canlandıran Cate Blanchett’in, komünist manifestodan Dogme 95’e, sanat tarihine yön vermiş çeşitli manifestoları en olmadık yerlerde okuduğu film versiyonu. Yaratıcı, zeki, kimi zaman son derece komik, kimi zaman da düşündürücü bir çalışma.

Bruce Mcdonald’ın 1976’da geçen 4/3 formatındaki siyah-beyaz filmi ‘Weirdos / Cinsler’ öğretmen babası ve babaannesi ile banliyöde geçen hayatının tekdüzeliğinden sıkılan Kit’in, kız arkadaşı Alice’in yardımıyla evden kaçmasının ve otostop çekerek özgür ruhlu annesinin yanına gitmesinin öyküsü. Bütün iyi yol filmleri gibi bu dış yolculuk, Kit’in kendini her anlamda keşfettiği bir içsel yolculuğa dönüşüyor.

Belçikalı yönetmen Fien Troch’un Venedik Ufuklar bölümünde En İyi Yönetmen ödülü alan filmi ‘Home / Ev’, üç sorunlu gencin birbirleriyle ve çevreleyen dünyayla olan ilişkilerini özgün, yenilikçi, huzursuz edici ve kışkırtıcı bir sinema diliyle anlatıyor. Alışık olmadığımız şiddet ve cinsellik bölümleriyle, yarışmada olmasa ‘Mayınlı Bölge’de yerini bulacak çok etkileyici bir çalışma.

Uzunca bir süre sonra kurmacaya dönen Kürt Sinemacı Kâzım Öz ‘Zer’de, 1938’de Dersim acılarını yaşayanlardan babaannesi Zarife’nin kendisine söylediği şarkının peşinden, ailesinin kimliğini, geçmişini ve kendi kimliğini aramaya giden Jan’ın New York’tan Dersim’e uzanan hikâyesini anlatıyor. Özellikle yol bölümleri ve müthiş şiirsel finali çok etkileyici. Finale doğru başarılı Arnavut başrol oyuncusu Nik Xelilaj’a (son rolünde) Tomris İncer’in şarkıyı söylediği sahne unutulur gibi değil.

ÖDÜLLER İKİ FAVORİME GİTTİ

Katalan yönetmen Carla Simón’un, annesini yeni kaybeden küçük bir kızın yanında yaşadığı teyzesinin evindeki sıkıntılı günleri hakkındaki filmi ‘Estiu 1993 / 93 Yazı’, “yaralı bir çocukluk anına, kolay bir duygu boşalımı getirmeden incelikli bir şekilde eğildiği için” Altın Lale Jüri Özel Ödülünü aldı.

João Pedro Rodrigues’in dinsel öykülerden, mitler, cinsel hezeyanlardan beslenen son derece özgün filmi ‘O Ornitólogo / Ornitolog’, kuş gözlemcisi Fernando’nun ormanın derinliklerinde, doğanın huzur verici dinginliğinde dürbünüyle gökyüzündeki yaşamı izlediği uzun bölümle açılır. Nehirdeki akıntı Fernando’nun botunu kapıp götürdüğünde artık orman ile Fernando, gerçek ile hayal, rüya ile kâbus arasında hiçbir mesafe kalmayacaktır. Reha Erdem başkanlığındaki uluslararası jüri  “özgün, cesur ve derinden kişisel bir inanç, azizlik ve delilik öyküsü anlattığı için” Ornitolog’a hak edilmiş bir Altın Lale verdi.

Festival süresince Türk filmleri sadece birer kez gösterildikleri için basın gösterimlerinde izlemiş olduğum Zer ve Tereddüt dışında hemen hepsini vizyona bırakmak zorunda kaldım. Ulusal yarışmada Altın Lale, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Görüntü ve En İyi Kurgu Ödüllerini Fikret Reyhan’ın ‘Sarı Sıcak’ filmi,  Jüri Özel Ödülü ve En İyi Senaryo Ödülünü Bülent Öztürk’ün ‘Mavi Sessizlik’ adlı filmi aldı. ‘Tereddüt’, Yeşim Ustaoğlu’ya En İyi Yönetmenle Ecem Uzun’a En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini getirdi.

NEREDESİN AŞKIM

Festivalin en güzel filmlerinden birini, festivalde yeniden yer alan, Neredesin Aşkım bölümünde izledik: ‘Chavela’. Bu olay belgeselde, 1950’lerden, hayatını kaybettiği 2012’ye kadar saygınlığı hiç azalmayan cesur, isyankâr, tabudeviren, lirik sesi ve her şarkısıyla dinleyenlerini gözyaşlarına boğan efsane lezbiyen diva Chavela Vargas’ın 14 yaşında Kosta Rika’dan Meksika’ya kaçışına, Frida Kahlo’yla ilişkisinden Ava Gardner’le kaçamağına, şarkılarındaki hikâyelerden (belki de) kendi uydurduğu söylentilere her şey yer alıyor. Pedro Almadovar’ın büyülenerek filmlerine aldıkları dahil, söylediği birbirinden güzel iç burkucu şarkılar unutulur gibi değil.

Neredesin Aşkım olsun, !f’in ‘Gökkuşağı Filmleri’ olsun yıllardır, birkaç istisna haricinde festivallerin zayıf bölümleri olmuştur. Bunda sanırım ki, sinemacıların, LGBTİ filmlerin gişe şansını düşük olmasının da etkisiyle eşcinsellik konusuna çekinceli yaklaşımının etkisi var. Büyük organizasyonlar da bu konuya mesafeli davranmış, örneğin tüm zamanların en güzel aşk filmlerinden ‘Brokeback Mountain’, 2006 Oscarlarında fazlasıyla hak ettiği En İyi Film ödülünü alamamış, En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Yönetmen ödülleriyle yetinmek zorunda kalmıştı. Bu yönden ‘Moonlight’ın En İyi Film Ödülü sadece Oscarlarda değil, sinemada da bir milattır. Bu yıl Neredesin Aşkım’da, sanki bu milat ona da yansımışçasına festivalin en güzel filmlerinden birkaçını izledik. Bölümde yer alan ‘Die Mitte Der Welt / Dünyamın Merkezi’, ‘Hjartasteinn / Gençlik Başımda Duman’, ‘Handsome Devil /

Şeytan Tüyü’ ve ‘God’s Own Country / Tanrının Unuttuğu Yer’, “aşkın ne yaşı ne de cinsiyeti olduğunun altını çizen” bölümün çok iyileriydi. Marco Berger’in ancak meraklısına tavsiye edilebilir homoerotik röntgencilik çalışması ‘Taeekwondo’ içinse aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Festivalin diğer bölümlerini gelecek yazımızda ele alacağız. Bu vesileyle Berlin Altın Ayı Ödüllü ‘On Body and Soul / Beden ve Ruh’ ile ‘Dalida’nın Başka Sinema’da vizyona girdiğini söyleyelim. Başka Sinema’da hâlen ‘Paterson’, ‘Kırmızı Kaplumbağa’, ‘Frantz’, ‘Alt Tarafı Dünyanın Sonu’, ‘Neruda’  ve Reha Erdem’in büyülü gerçekçi masalı ‘Koca Dünya’nın devam ettiğini hatırlatalım.