Kadıköy Emek Tiyatrosunda ‘Sevmekten Öldü Desinler!’

Sunucu hepimize “hoş geldiniz” dedikten sonra soruyor: “Ne izleyeceğinizi biliyor musunuz?” Bilmediğimizi söyleyince de “Arabesk, müzikli bir oyun” göreceğimizi söylüyor.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
19 Nisan 2017 Çarşamba

Sunucu hepimize “hoş geldiniz” dedikten sonra soruyor: “Ne izleyeceğinizi biliyor musunuz?” Bilmediğimizi söyleyince de “Arabesk, müzikli bir oyun” göreceğimizi söylüyor.

Murat Mahmutyazıcıoğlu, yeni oyunu ‘Sevmekten Öldü Desinler’de damardan arabesk bir öykü anlatıyor. Gecekondu mahallesinin şarkıcı olmak için evden kaçan güzel sesli kızıyla, onun için güfteler yazan, şarkılar besteleyen yakışıklısının, yıllara yayılan kavuşamama hikâyesi bu. Pavyon sahibinin önce kapıya koyduğu, sonra bulaşıkçı olarak işe aldığı, assolisti kaçtığında sahneye çıkardığı, seyirciler beğenince de assolist yaptığı kızımıza olan karşılıksız aşkının da hikâyesi. Varlıklı babasının desteğiyle mahallenin delikanlısına el koyan zengin kızının olduğu, daha doğrusu olmak istediği gibi var olma savaşı veren ‘kırk’ın da hikâyesi.

Gecekonduda yaşayanların çile dolu hayatlarını, ezilmişliklerini, hüsranla biten aşklarını, arabeskin bütün klişelerini kullanarak yeniden yazan Mahmutyazıcıoğlu, bu ağlak öykülerden dört kol çengi müthiş keyifli bir güldürü çıkarmış. Kentsel dönüşüm, toplumun cinsiyetçi bakış açısı, farklı cinsel kimliklere reva görülen aşağılanma ve ayırımcılık, polis şiddeti gibi yaşamımıza girmiş konuları da, metne azar azar ve zekice sokuşturarak eleştirmiş.

Oyunu yöneten Berfin Zenderlioğlu, büyük bir kısmı pavyon ortamında geçen öyküyü pavyon dekorunda anlatmamayı yeğliyor. Dekor tasarımını da üstlenen Berfin Zenderoğlu, hem mahallenin, hem pavyonun, hem assolistimizin evinin fonu olarak şeritlerden oluşan, oyuncuların içinden geçerek kulise girip çıkabildiği, kimi sahnelere kulisten katılabileceği, dışardan gazel okuyabileceği, üzerine öykümüzün yazılmakta olduğu boş bir defteri de anımsatan bir perdede karar kılmış. Bu perde, oyun başında üzerinde projeksiyonla jeneriğin izlendiği bir ekran, Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun üzerine yansıtılan desenleri ve Alev Topal’ın ışık tasarımıyla oyunun mekânlarını var eden bir fon oluşturuyor; kimi zaman da bir gölge oyunları perdesine dönüşüyor.

Arabesk, sadece acılı öykülerden oluşan bir yaşam tarzı değil, öncelikle müzik demek. Oyunun tamamı özgün şarkılardan oluşan bestelerini yapmış olan Burçak Çöllü’nün en büyük başarısı, bütün şarkılara tanıdık ve bilindik bir tat vermiş olmasında. 

İlk Türkçe yönetmenlik çalışmasından beri müthiş bir oyuncu yönetmeni olarak tanıdığımız Berfin Zenderlioğlu, toplamış olduğu, her biri, rahatça bir müzikhol sahnesine çıkabilecek kadar güzel şarkı söyleyebilen müthiş ekibinden dört dörtlük bir performans elde ediyor.
Emek Sahnesi’nin kurucusu Pınar Yıldırım, üst düzey oyunculuğu, görkemli sesi ve kendisine pek yakıştığını düşündüğüm görkemli fiziğiyle muhteşem bir assolist olmuş. İlk kez tiyatro sahnesinde izlediğim sinema ve dizi oyuncusu Meltem Yılmazkaya, almış olduğu tiyatro eğitimini kesinlikle unutmadığını profesyonel tiyatroculardan oluşan ekibe rahatlıkla uyum sağlayarak, kimi zaman da öne çıkarak gösteriyor.

Tiyatro Karakutu’dan anımsadığımız Hamdi Alp çok başarılı bir pavyon sahibi olmuş. ‘Cambazın Cenazesi’nden sonra bir kez daha Zenderlioğlu ile çalışan İbrahim Halaçoğlu, sunucu ve her mahallenin olmazsa olmazı her şeye karışan kadını derken, birden benzersiz bir ‘kırık’ olarak çıkıyor karşımıza.

Şahika Tekand’ın olağanüstü ‘Godot’sunun prömiyerinden beri oyun sırasında hak edilmiş uzun bir alkış almaya devam eden, Oyunbaz’ın ve İş Oyuncuları’nın etkileyici genç oyuncusu Onur Berk Arslanoğlu, bu kez oyunculuğuyla at başı giden şarkıcılığını da konuşturuyor. Mahallenin afili delikanlısının, yaşamak istemediği bir hayata sürüklendiğinde yaşam sevincini yitirişini, giderek manen yok oluşunu büyük başarıyla veriyor.

Çok zeki, çok eğlenceli bir metin. Özgün bir müzik ve mükemmel şarkı söyleyen beş kişi. Buna bir de üst düzey performanslar eklenince seyreyleyin siz bu kumpanyayı!

Bu zor dönemlerde 105 dakika boyunca gülmek, eğlenmek insana öylesine iyi geliyor ki!

 

 İstanbul’un yeni sahnesi ‘DasDas’

Didem Balçın, Koray Candemir, Mert Fırat, Harun Tekin ve Muzaffer Yıldırım tarafından, müziği, tiyatroyu ve mutfağı aynı noktada buluşturmak, sahne sanatlarıyla mutfak sanatlarını aynı çatı altında harmanlamak amacıyla kurulan DasDas, Mart ayında Anadolu yakasının büyük merkezlerinden Ataşehir’in ilk tiyatrosu olarak, Tom Basden’ın ‘Joseph K.’ oyunuyla açıldı. Yeri kolay: Ataşehir Belediyesinin yanında Watergarden’da.

İlk olarak prodüksiyonunu üstlendiği oyunlar ve konuk topluluklarla tiyatro ağırlıklı olarak faaliyete geçen DasDas’da, stand-up gösteriler ve çocuk oyunlar yer alacak, rock, caz ve bağımsız müziğe de yer verilecek. Çocuk, genç ve yetişkin her yaşta katılımcı için sanatın her alanında atölyeler açılması, söyleşiler ve seminerler yapılması da planlanıyor. Çok yakında açılacak restoran/kafe’de günün her saatinde  her türlü lezzete ulaşılabilecek.

DasDas, özel tiyatrolar arasında en büyük ve en yüksek oyun alanlarından birine sahip. Farklı oturma düzenine göre değişken şekilde kullanılabilecek salon rahatlıkla 400 seyirci alabiliyor. (Açılış gecesi, şirin yan balkonların altına yerleştirilmiş sıralarla izleyici sayısı 500’ü de buluyordu.) Ataşehir’in ilk kapsamlı sanat merkezini yaratmak için büyük maddi ve manevi riskler alarak yola çıkan bu idealist gençlere bir tiyatro sever olarak teşekkür eder, yollarının açık, başarılarının daim olmasını dilerim

DasDas’ın açılış oyunu ‘Joseph K.’ 

20. yüzyılın en önemli yazarlarından Franz Kafka’nın 1914’te yazdığı, 1925’te, ölümünden sonra yayınlanan romanı ‘Dava / Der Prozess’, kuşatılmış yaşamı kurtulması olanaksız bir yazgıya dönüşen, hemcinsleriyle insanca bir iletişim kurabilmenin mümkün olmadığını fark eden insanoğlunun, yenilgiyi baştan, alaycı bir umutsuzlukla kabul edişinin öyküsüdür.
Ana dili Çekçe’yi konuşamadığı Almanya’da yaşayan, sanat sevmez bir aileden gelen, baskıcı babasının çocukluğundan beri üstünde kurduğu alaycı ve ürkütücü bir tahakkümle ezdiği, Hıristiyanların ülkesinde Yahudi olan Kafka, ‘Dava’yı hem kendi yitmişliğinin simgesi, hem de Engizisyon’dan pogromlara sebepsiz yere suçlanan ve katledilen dindaşlarının yazgısının metaforu olarak yazmıştı. Yıllar sonra Naziler, yarısı Yahudi 12 milyon kişiyi yok ettiklerindeyse romanı gerçekleşmiş bir kehanete dönüşmüştü. Yaşam tarafından tutuklanan, kendine ve etrafına yabancılaşmış bir insanın, gücü elinde bulunduranlar tarafından rahatça ortadan kaldırılışının bu sürreel öyküsü yüz yılı devirmesine karşın zaman aşımına uğramadan güncelliğini korumaya, maalesef hâlâ devam ediyor.

DasDas’ın ilk oyunu, 1980 doğumlu İngiliz yazar Tom Basden’ın,Dava’dan yola çıkarak, Kafka’nın yarattığı dünyayı kara komediyle besleyen, yaşananların groteskliğini ön plana çıkaran uyarlaması ‘Joseph K.’

Joseph K, otuzuncu yaş gününü eve sipariş ettiği pizzayla kutlamak üzereyken, pizzasını getiren iki adam ona tutuklu olduğunu haber verir. Tutuklu olmasına rağmen günlük yaşamına normal devam edebilen Joseph K’nın suçunun ne olduğuna dair hiçbir bilgisi yoktur. Joseph, tehdit altında olan özgürlüğüne yeniden kavuşmak için kendini temize çıkarmaya çalışırken görünmez ve mantıksız bir adalet sistemiyle savaşa girecek, neyle itham edildiğini asla öğrenemeyecek, ağına düştüğü adalet sistemini yöneten ilkeleri asla anlayamayacak ve davası tabii ki infazla sonuçlanacaktır…  

Tiyatronun özenli ve zevkli kataloğunda ekip, Kafka’nın derdinin zaman ötesi olduğunun bilincinde olduklarını, ancak oyuna çalıştıkça romanın distopik dünyasının, ne yazık ki, günümüzün gerçeği haline geldiğini daha sert bir biçimde fark ettiklerini belirtiyor.

Mekânsızlığı ve zamansızlığı vurgulamak için oyunu güncel giysilerle, izleyicilerin merkezine alarak görsel ve işitsel bir anlatımla destekledikleri dekorsuz bir meydan sahnede, mekânları az miktarda aksesuarla var ederek kurguluyorlar.

İlksen Başarır’ın çevirdiği oyunun ışık ve dekor tasarımı Cem Yılmazer’in, kostüm tasarımı Funda Çebi’nin, ses tasarımıysa Tuna Pase’nin. Middlesex Üniversitesinde tiyatro yönetmenliği okuyan, İngiltere’de çok sayıda oyun yöneten, hâlen İngiltere - Türkiye arasında çalışan 1977 doğumlu Serdar Biliş’in adı yönetmen değil, süpervizör olarak geçiyor. Bundan, izlediğimizin daha çok bir ekip çalışması olduğu anlaşılıyor.

Mert Fırat, Didem Balçın, Onur Dilber ve Özgün Aydın’dan oluşan oyuncu ekibi dört dörtlük bir iş çıkarıyor. Balçın, Dilber ve Aydın, K.’nın yaşadığı kısır döngünün, ona psikolojik ve fiziksel şiddet uygulayan toplumsal baskının, içinde kaybolduğu bürokrasinin çıkmaz sokaklarının bütün karakterlerini, değişe değişe başarıyla canlandırıyorlar.

Mert Fırat, “Özgürlüğü yerine birilerinin ona sağlayacağı kimliği önemsediği için kendi dehlizlerinde kaybolan” Joseph K.’ya, oyunun başında şınav çekerken, ip atlarken repliklerini makineli tüfek gibi sıralayarak tutturduğu müthiş tempoyu sonuna kadar götüren benzersiz bir yorum getiriyor. Kafka’nın karanlık mizahına, Orson Welles’in başyapıtı ‘Dava / Le Proces’ (1963) filminden beri ilk kez bu kadar başarıyla ulaştıkları için ekibin tamamı ayrıca tebrik edilmeli,

Modern bir başyapıtın zeki bir uyarlaması. Yenilikçi, etkileyici bir sahneleme ve müthiş bir ekip oyunculuğu. Yeni ve güzel bir mekânı keşfetmek de cabası. Sonuna yaklaşan bir mevsimin olmazsa olmazlarından! Hepinize iyi seyirler dilerim.