Mark Levitas yönetiminde ’Köpeklerin İsyan Günü’

Prömiyeri tiyatro festivalinde gerçekleştirilen eserin yönetmeni Mark Levitas köpeklerin isyanı üzerinden insan hallerini anlattı. Gerçekçi metni, güçlü rejisi ve mükemmel oyunculuklarıyla ‘Köpeklerin İsyan Günü’ toplumsal bir dönüşümün öyküsü. Yazar Ceren Ercan’ın kaleme aldığı, oyuncu-yönetmen Mark Levitas’ın sahneye koyduğu oyun, ikilinin 2015’te kurduğu Platform’un da ilk çalışması.

TUNA SAYLAĞ Sanat 0 yorum
25 Ocak 2017 Çarşamba

Hayatımızdaki

her şey dönüşüyor;

peki ya sonra?

Gerçekçi metni, güçlü rejisi ve mükemmel oyunculuklarıyla ‘Köpeklerin İsyan Günü’, en sade deyişle toplumsal bir dönüşümün öyküsü… Yazar Ceren Ercan’ın kaleme aldığı, oyuncu-yönetmen Mark Levitas’ın sahneye koyduğu oyun, son zamanlarda seyrettiğim en iyi yapımlardan biri. Ayrıca bu iki değerli tiyatrocunun 2015’te kurduğu Platform’un da ilk çalışması. Prömiyeri tiyatro festivalinde gerçekleştirilen eser, halen Zorlu PSM’de seyirci ile buluşuyor. Mark Levitas ile köpeklerin isyanı üzerinden insan hallerini konuştuk.

  TUNA SAYLAĞ

‘Köpeklerin İsyan Günü’, ülkemizde yaşanan değişimin sancıları üzerine kotarılmış bir seyirlik. Oyun, aile içinden başlayarak sınıfsal hiyerarşinin yarattığı gerilim, tepeden bakma, yabancılaşma, yukardakilerin korku ve tehdit algısı, aşağıdakilerin imrenme ile nefret arasında gidip gelen duyguları üzerinden, temelde ülkenin değişimini konu ediniyor. Eski çamlar bardak olmuştur artık…

Nişantaşı’nda Suzan ile Cengiz’in evindeyiz. Odadaki gerginlik ve mutsuzluk buram buram etrafa yayılıyor. Aralarındaki sınıf farkının, zaman zaman ortaya dökülen sözcüklerinden, çiftin arasındaki sessiz savaşın öznesi olduğunu anlıyoruz. Aslında bu küçümseme durumu, oyunun içinde, gücü yetenin kullanmaktan kaçınmadığı, biraz ön yargı biraz nefretle soslandırdığı bir davranış hali. Suzan, eşi ve annesinin bakıcısı Nesrin’i, Cengiz, Kürt ve potansiyel hırsız olarak gördüğü köpek gezdiricisini ötekileştirirken tarafların ruh hali kanımca ülkemiz insanına da ayna tutuyor.

Bakıcı Nesrin, insanoğlunun iyiye, rahata ne kadar çabuk alışabileceğinin hatta bu uğurda bir ölüyle bile yaşabileceğini gösteren çarpıcı bir örnek. Köpek gezdiricisi ise düzene isyan ederken, bugünün mağduru olarak belki de yarının zalimi olmaya hazırlanıyor. Değişimin ayak sesleri hızla yakınlaşırken yeni düzene ayak uyduramayanlar için gelecek oldukça sancılı günlere gebedir.

Çalışma ve aile hayatının mecburiyetleri altında yorulmuş eş rolünde Zuhal Gencer Erkaya ile kendini sürekli karısına kanıtlamaya çalışan kocayı canlandıran Kanbolat Görkem Arslan mükemmel oynuyorlar. Oyunun isyankârı köpek gezdiricisinde Sercan Gülbahar ve gözünü yükseğe dikmiş bakıcıda da Elif Ürse de, performanslarıyla harikalar yaratıyorlar. Oyunun dekor ve ışık tasarımı ise Cem Yılmazer’e ait.

‘Köpeklerin İsyan Günü’ bugünümüze dair sözü olan bir oyun, mutlaka seyredilmeli!

Şimdi oyunun yönetmeni Mark Levitas ile başbaşayız.

Tiyatroyla yolun ne zaman, nasıl kesişti? Çocukluk hayalin miydi?

Gösteri sanatlarına çocukluktan beri hep yoğun ilgim vardı. İlkokuldan başlayan, lise ve amatör tiyatrodan profesyonelliğe evrilen sürecin her aşamasında tiyatro tutkusu bana hep eşlik etti. Bu tutku beni Paris’te Ecole Jacques Lecoq’ta oyunculuk eğitimi alıp ardından Sorbonne Üniversitesi’nde tiyatro yüksek lisansı yapmaya kadar sürükledi. 12 yıldır çeşitli konservatuarlarda ders vermeme rağmen tiyatronun pratiğinden hiç kopmadım.

Oyunculuk mu yoksa yönetmenlik mi? Hangisi seni daha çok mutlu ediyor?

Aslında çok farklı yönleri olan iki alan oyunculuk ve yönetmenlik. Bu yüzden ikisindeki haz ve mutluluk oldukça farklı. Oyunculukta heyecan verici olan, seyirciyle bire bir buluşma hali, o heyecanı ve nefesi her oyunda yeniden hissetmek. Ayrıca çok bilindik oyuncunun egosunu okşayan gizli bir teşhircilik durumu söz konusu. Sadece kendi performansının sorumluluğunu taşıdığın, bütünün bir parçası olabilmenin keyfini sürdüğün konforlu bir yanı da var. Oysa yönetmenlikte, o bütünü tüm bileşenleriyle beraber oluşturması gereken kişi olmanız gerekiyor. Öncelikle metni sahneye taşıma sürecini, seyirciyle nasıl buluşacağını düşünmeniz ve çok çalışmanız gerekiyor. Ardından birlikte çalıştığınız insan malzemesini iyi tanımaya ve doğru bir şekilde yönlendirmeye uğraşırken bu malzemeyi prodüksiyonun diğer öğeleriyle hedeflediğiniz doğrultuda bir araya getirmekle yükümlüsünüz. Kısaca yönetmenlikteki mutluluk,  metni sahneye taşıyan, ete kemiğe büründüren yaratıcı kişiye dönüşmenin heyecanında saklı.

‘Köpeklerin İsyan Günü’nde yönetmenliği ilk kez deneyimledin? Bir oyun sahneye koymak nasıl bir duygu?

Daha önce birçok okuma tiyatrosu, sokak projeleri ve okul oyunu yönettim. Fakat bu profesyonel anlamdaki ilk yönetmenlik deneyimim. Tecrübeli bir oyuncu grubuyla çalışmak ve uluslararası bir festivale iş üretmek öncelikle çok büyük bir özveri ve çalışma azmi gerektiriyor. 12 saatlik provalar hayatınızda olağan bir hal alıyor. Üstelik bu provanın sonunda eve gidip ertesi gün oyuncularla çalışacağınız sahneleri yeniden düşünmek zorunda kalınca yaratım sürecinin keyfinden öte zorluğuyla yüzleşmek durumundasınız. Prömiyere kadar nefesinizi tuttuğunuz bir durum söz konusu. Seyircilerden gelen alkışlara ya da hiç tanımadığınız kişilerden gelen olumlu tepkilere kadar emeğinizin karşılığı aldığınızı hissedemediğiniz bir yolculuk.

Oyun ile Flaubert’in Madame Bovary’si arasında bir dirsek teması söz konusu. Bu esinlenmeyi biraz açar mısın?

‘Köpeklerin İsyan Günü’Gustave Flaubert’in Madam Bovary romanından serbest bir esinlenme ile yazıldı. Romanda Emma Bovary’nin taşrada yaşamanın getirdiği buhran ve büyük şehirde yaşamaya duyduğu özlem, ‘Köpeklerin İsyan Günü’nde büyük şehirde yaşayan Suzan karakterinin gitgide taşralaşan bir çevrenin içinde yaşadığı sıkışmaya dönüşüyor. Batılılaşma idealinin peşinden giderken bugün içinde bulunduğumuz duruma nasıl geldiğimize dair önemli ipuçları barındırıyor.

Sahnede dört karakter var, dördü de farklı mizaç ve zaaflarıyla başrolde bana göre. Hepsini eşit derecede öne çıkarmak yönetmenin tercihi ya da yorumu mu? Neden?

Bu aslında Ceren’le çok tartıştığımız bir konuydu. Yönetmen olarak kendimi yakın hissettiğim karakterler olmasına rağmen hepsine eşit mesafede bakarak içinde bulunduğumuz dönemi anlamaya ve aktarmaya çalıştım. Böylece seyircinin tüm karakterleri kendi perspektifinden değerlendireceği ve yorumlayacağı bir zemin hazırlamış oldum.

Esere ismini veren ‘Köpeklerin İsyanı’ aslında bir metafor; bunu biraz açıklar mısın?

‘Köpeklerin İsyan Günü’ özünde sınıf meselesini tartışmaya açan bir oyun. Farklı sınıfların birbirleriyle kurduğu ilişkiyi çeşitli yönleriyle ele alırken gündelik hayatın içinde görmezden geldiğimiz küçümsemeyi, umutsuzluğu ve öfkeyi de içinde barındırıyor. İçeride bu dört insan arasında yaşanan sıkışmanın onları saran dünya üzerine düşen çarpık bir gölgesi aslında ‘köpeklerin isyanı’. Oyun boyunca izi sürülen, beklenen, ne zaman patlayacağı kestirilemeyen bir sıkışma hali. Oyunun final cümlesi bu anlamda geleceğe atıfta bulunan bir ikilikle bitiyor aslında. Öyle ya da böyle daralan bir çemberin içindeyiz. Bu nereye varacak diye birbirimize bakıyoruz. Bu anlamda oyun isyanı işaret etmiyor. Onun varlığı, yokluğu ve anlamı üzerine yeniden düşünmemizi istiyor.

Ötekileştirmeye, tepeden bakmaya, nefrete, peşin yargıya, mutsuzluğa, zaafa dair çok sözü olan bir oyun ‘Köpeklerin İsyan Günü’. Seyirciye kendini sorgulatırken, günümüzde ülke insanının da ruh durumunu yansıtıyor. Bu bağlamda yazar Ceren Ercan ve sizi tebrik ederim. Oyunu sahneye koyarken bir yönetmen olarak Ercan ile nasıl bir uyum yakaladınız?

Ceren Ercan ile uzun yıllar başka bir tiyatronun çatısı altında tiyatronun farklı alanlarında ortak üretim yapma şansımız olmuştu. Uzun yıllar dramaturgluk yapmasının getirdiği tecrübeyi, yazarlıktaki yeteneği ile bir araya getirdiği bu oyunu bana önerdiğinde hiç düşünmeden kabul ettim. Yer yer tartışarak ama hep birbirimizi dinleyip anlamaya çalışarak geçirdiğimiz süreç bizi kendi tiyatromuzu kurmaya taşıdı. Böylece Platform’un ilk projesi ortaya çıkmış oldu.

Yolda başka projeleriniz var mı?

‘Köpeklerin İsyan Günü’ Lizbon Şehir Tiyatroları ve Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali ortak yapımı. Projelerimizi yıllar içinde oluşturduğumuz farklı ülkelerden kurumlarla işbirliği içinde gerçekleştirmek topluluğumuzun temel hedeflerinden biri.  Şu ara üzerinde çalıştığımız proje, Ceren Ercan’ın yazdığı Fransa, Almanya ve Türkiye ekseninde geçen bir oyun. Oyunun ismi ‘Big in Europe’. Metin yazım sürecinde. Oyunun prömiyeri 2017 yılının ocak ayında Almanya’da yapılacak. Metin yazım aşamasında olduğu için şimdilik daha fazla ipucu veremiyorum. Daha sonra İstanbul Tiyatro Festivali için tasarladığımız üçüncü oyunun provalarına başlayacağız. Bu arada ‘Köpeklerin İsyan Günü’ Zorlu PSM Studio Sahnesi’ndeki yolculuğuna devam edecek.

 

1 Yorum