Beyoğlu’nda İstiklâl Caddesinde dolaşıyoruz. Aralarda sokaklara giriyoruz. Geçmiş zamandan kalma her biri ayrı hikâyelere mekân olmuş binalar… “Başını kaldırıp bakmak lazım” diyor yanımda arkadaşım, “güzellikleri görebilmek için, başını kaldırıp bakmak lazım.” Ve anlatıyor, defalarca gittiği bir Avrupa Şehrinde ilk defa bir rehberle gezmenin farkını. Her binanın ayrı bir hikâyesi olduğunu.
Derken bir mail mesajı düşüyor bilgisayarıma, Beyoğlu Belediyesinin geçen yıl başlattığı ‘Beyoğlu’nun Belleği’ projesi ile ilgili. Beyoğlu Belediyesi bu proje kapsamında tanınmış sanatçı ve yazarların yaşadığı evleri, toplumsal hayatta iz bırakmış lokanta, kafe, sinema, tiyatro, müzikhol ve stüdyoların olduğu ancak şimdi birçoğu başka amaçlarla kullanılan binaları belirleyerek, cephelerine o binaların tarihiyle ilgili bilgilendirici plaketler çakıyor. Proje, görkemli kültürel yaşamı ile eski Beyoğlu’nu gözünde canlandırmak isteyenler için İstiklâl Caddesini açık bir müze haline getiriyor. Başımızı kaldırıp gördüklerimizin, görüp beğendiklerimizin ne olduğunu, kimleri barındırıp neleri yaşadığını gezerken az da olsa bilecekmişiz artık.
Bir 15 Kasım günü saldırıya uğradı Neve Şalom ve Beth İsrael sinagogları... Yüzlerce yaralı ve son nefeslerini veren sevdiklerimiz. Sadece inançları çoğunluktan farklı olduğu için. Tam 13 yıl sonra bir 15 Kasım günü çıktı ‘Beyoğlu’nun Belleği’ projesi karşıma.
Bir taraftan yozlaşırken, yok eder, gündelik toplumsal yaşamın içinden kovalarken, bir taraftan geçmişi hatırlamaya yönelik bu çaba insanı şaşırtmıyor değil...
Yüzeyde değer bilmeye başlar gibi halimiz, içsel olarak da bu değerleri hatırlamamıza ve bugün her şeye rağmen ortak kültür zenginliğimizden hâlâ ayakta, hâlâ aramızda kalabilmiş olanları bağrımıza basmaya, “Sen öteki değilsin, sen has be has bendensin, her birimiz geçmişten gelen özelliklerimizle bu toprakların zengin kültürel ve toplumsal birliğini oluşturuyoruz. Birimizin eksikliği, hepimizin eksikliğidir. Birimizin acısı, hepimizin acısıdır” demeyi öğrenebilecek miyiz acaba tekrar???
İbadethanelerde, okullarda, sokaklarda, meydanlarda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ya da değil... dini, dili, ırkı, inancı, milliyeti, giyimi kuşamı, cinsiyeti, yaşı, kişisel tercihleri ne olursa olsun, istisnasız her birimiz huzurla, barışla, güven içinde; yarını umut içinde, aydınlık ve pırıl pırıl bakışları ile selamlayabilecek mi acaba?