Limmud´da yüzlerce kişi “Hayata” dedi

Gelenekselleşin Limmud Kültür Festivali, bu yıl da yüzlerce kişiyi farklı konularda bilgilendirmek, fikir alışverişinde bulunmak ve deneyimlemek için bir araya getirdi.

Toplum 0 yorum
16 Kasım 2016 Çarşamba

Karel Valansi, Nazlı Doenyas, Henri Çiprut, Dora Niyego, Miryam Şulam, Tuna Saylağ, Alber Nasi, Bahar Anahmias bu habere katkıda bulundu.


12 – 13 Kasım tarihlerinde Ulus Özel Musevi Okullarında gerçekleşen 12. Limmud Festivali yine büyük ilgi ile takip edildi.

12 Kasım cumartesi akşamı gerçekleşen açılış töreninin, iki yabancı konuğu vardı. Lina Filiba’nın açılış konuşmasının ardından Limmud’un özel konuğu olarak Türkiye’ye gelen Natan Sharansky, insan hakları aktivisti olduğundan Sovyet makamları tarafından sözde CIA ile işbirliği yaptığı iddiasıyla Sovyet hapishanelerinde geçirdiği dokuz yılını anlattı. Sharansky, kendisi hapishanedeyken eşi Avital Sharansky’nin uluslararası çapta yaptığı kampanyalar sayesinde dünyaya sesini ve haksızlığını duyurma sürecinden bahsetti. Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan tarafından büyük yardım gördüğünü söyleyen Sharansky, komünizm sisteminin çökmekte olduğu bir döneme girildiğinden dönemin Sovyetler Birliği Başkanı Mikhail Gorbaçov’un kararıyla hapisten salıverilme anılarını paylaştı. Sharansky sözlerini “İsrail’e gel-mekten büyük bir onur duyduğunu” söyleyerek bitirdi.  Gece Ralph Rıfat Nasi’nin Tango gösterisi ile hareketlenirken, ikinci konuk, İsrailli gazeteci Arad Nir oldu. ABD seçimlerini izlemek için gittiği ABD’den İstanbul’a gelen Nir, hem seçimleri hem de Türkiye – İsrail ilişkilerini değerlendirdi.

Pazar günü tüm gün süren festivalde ise, siyasetten dış politikaya, sanattan dansa, tarihten beslenmeye birçok konu masaya yatırıldı. İşte, sayfalarımıza sığabilen birkaçı…

Politika  ve siyaset ana gündem maddesiydi

Ümit Kumcuoğlu (Moderatör Seymur Tarı): Neler Oluyor? Bundan Sonra Neler Olabilir? Geçmişten Bugüne Türk Siyasetinin DNA’sı

Siyaset algısının kökenine inen Kumcuoğlu, söz konusu algının ailede başladığını belirtti. Kuvvetli, korumacı baba figürünün bu kötü dünyada çocukları korumak istediğini, kendini nasıl savunacağını bilmeyen çocuğun gerektiğinde cezalandırılarak terbiye edildiği sağ siyaset ile koruma duygusunun yanı sıra çocuğun kendi potansiyelini de ortaya çıkarmaya çalışan sol siyasetin özelliklerini anlattı. Aile seviyesinde yeniden yapılanan bu algı toplumlar nezdine geçildiğinde binlerce yıl süreklilik göstermesi ile sonuçlanıyor. Bu nedenle aynı fikir Çin’de, Almanya’da veya Türkiye’de farklı algılanıp uygulanıyor.  Türkiye siyasetinin DNA’sına bakmak için ise Konstantin’in İstanbul projesine bakmak gerektiğini belirten Kumcuoğlu, ortak payda olarak seçilen dinin siyaseti nasıl şekillendirdiği üzerinde durdu. Bu DNA’mızın bugünümüzü de etkilediğini Türkiye’yi farklı ülkelerle kıyaslayarak anlattı.

Soli Özel: Gündemi Tartışıyoruz

Soli Özel ile gündem, Amerikan seçimleri ve Trump’ın zaferinin olası etkileri üzerineydi. Özel, Hillary Clinton’un oyların çoğunu almasına rağmen Amerikan seçim sistemine göre başkan seçilemediğini aktardı. 25 yıldır siyasette yer alan bir isim olan Clinton’un Demokratların adayı olmasını hata olarak değerlendiren Özel, Trump’ın Amerikan kurumlarına farklı ve bilinmedik isimleri atamasının beklendiğini ve sistemi bu yönüyle değiştirebileceğini belirtti. Bir seçim dönemine girildiğini belirten Özel, öncelikle mayıstaki Fransa seçimlerinin yanı sıra İran seçimlerine de odaklanılması gerektiğini söyledi. İsrail’in Trump zaferine çok sevindiğini ama bunun hatalı olduğunu kısa sürede anlayabileceklerini belirtti. Türkiye’yi Trump başkanlığı döneminde nelerin beklediğini tartışan Özel, genelde karamsar bir tablo sundu.

Hakan Çelik: Küresel Ekonomik Siyasi Gelişmeler ışığında Türkiye’nin Pozisyonu

Hakan Çelik konuşmasına içinde bulunduğumuz günlerde Türkiye’nin konumunu geniş bir ufuk turu ile anlatmaya başladı. Türkiye’nin sınırlarının etrafında bitmek bilmeyen bir savaşın sürdüğünü, terörle mücadelenin en hızlı ve yoğun olduğu dönemde olduğumuzu hatırlatan Çelik, bunun yanı sıra ABD ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde zorlu bir dönemeçten geçildiğini belirtti.

Türkiye’nin Avrupa Birliğine sadece aday ülke konumu ile bile birçok konuda daha yüksek standartlara eriştiğini belirten Çelik, bugün esen “masadan kalkan taraf biz olalım” rüzgârının önemli olduğunu ifade etti.

ABD tarafında ise Başkan Obama’nın birinci döneminde seçildikten sonra ilk ziyaret ettiği ülke Türkiye iken, daha sonraki süreçte Demokrat Parti ile Türkiye’nin çeşitli konularda fikir ayrılıklarına düştüklerini hatırlattı. Donald Trump’un ise bu konuda nasıl bir etkisi olacağını kestirmek için çok erken olduğunu, Türkiye’nin de arada Rusya ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirme arayışında olduğunu söyleyen Hakan Çelik, Suriye ve Irak’taki durumun neye evrileceğini öngörebilmek için kâhin olmak gerekir ifadelerini kullandı. Hakan Çelik’e göre ABD’nin Trump’un başkanlığında izleyeceği politikaları öngörmek şimdiden mümkün olmasa da bugünlerde Türkiye’nin iki ülke arasında sorun oluşturan konularda tezlerini anlatmaya şimdiden başlaması gerektiğini belirtti.

Çelik ayrıca, İsrail ile normalleşme adımlarının yavaş ilerlemesinin her iki ülkenin iç politika dinamiklerinden kaynaklandığını ancak bunun belirleyici bir kriter olmadığının altını çizdi.

Arad Nir: Türkiye ve İsrail Normalleşme Yolunda 

Türkiye ve İsrail arasında haziran ayında imzalanan anlaşmaya rağmen iki ülke arasındaki normalleşmenin neden yavaş ilerlediği konusunda “Süreç tıkandı mı?” sorusuna yanıt vermeye çalışan Nir iki “iyi haber verdi.”

Bunlardan ilki İsrail’de Türkiye’ye atanacak olan Büyükelçinin belirleneceği komisyon toplantısının 15 Kasım tarihinde yapılacağının duyurulmuş olması. İkinci iyi haber ise bu yıl Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçiliği’nde verilen Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna İsrail hükümetinin bakan düzeyinde temsil edilmiş olması. Arad Nir’e göre bu iki gelişme sürecin yavaşlasa da durmadığının göstergesi.

İlişkilerin normale dönmesi için her iki tarafın da güven artırıcı adımlar atması gerektiğini belirten Nir, geçtiğimiz aylarda bu konuda her iki tarafın da birbirlerini anlamakta zorluk çektikleri durumlarla karşılaşıldığını hatırlattı. Örnek olarak, İsrail’in eski cumhurbaşkanı Şimon Peres’in cenaze töreni ve ekim ayında İstanbul’da gerçekleşen Dünya Enerji Kongresi’ni örnek verdi.

Şimon Peres’in cenazesine Arap ülkeleri lider düzeyinde olmasa da bakan düzeyinde katılım sağladılar. Türkiye’den yapılan katılım ise çok daha düşük bir seviyede idi. Arad Nir’e göre İsrail tarafı bunu anlamakta zorlandı.

Türkiye’nin anlamakta zorlandığı konu ise İsrail’in Enerji Altyapı ve Su Kaynakları bakanı Yuval Steinitz’in Dünya Enerji Kongresi’ne davetli olmasına rağmen kongrenin üçüncü gününde katılmış olmasıydı. Söz konusu kongre Yom Kipur arifesinde başlamış ve ikinci günü de bayrama denk gelmişti. İsrailli bakan bayramın bitmesi ile hemen Türkiye’ye hareket etmişti ancak Nir’e göre bu durum Türkiye tarafından anlaşılamadı.

Nir sunumuna iki ülkenin bölgesel konulardaki görüşleri arasındaki benzerlikler ve farklılıklardan örnekler ile devam etti. Nir’e göre iki ülke arasındaki ilişkiler, adına normalleşme denilse bile, en iyi durumda aslında bir soğuk barış olabilecek. İki ülke arasındaki ilişkilerin geçmişteki yakın ve işbirliği günlerine dönmesini beklememek gerekli. Bunun yerine sadece doğalgaz veya istihbarat paylaşımı gibi bölgesel konjonktürün mecbur ettiği alanlarda bir normalleşme beklenmeli.

Doç. Dr. Ahmet Kasım Han: Küresel Politika Dönüşürken Riskler ve Gelecek

Kadir Has Üniversitesi öğretim görevlisi ve açık oturumların aranan yüzü Doç. Dr. Ahmet Kasım Han, uluslararası politikayı, Velasquez ve Picasso’nun ‘Nedimeler’ adlı tabloları arasındaki ilişkiden yola çıkarak açıkladı. Han, küresel siyaseti anlamak için olaylara nasıl bakmayı bilmemiz gerektiğini belirterek, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik, toplumsal, siyasal koşulları, sınırlarımızdaki mevcut ve olası tehlikeleri anlattı. Ülkemizin zorlu bir dönemden geçtiğini ve hiçbir şeyin öngörülemediğini belirtti.

Prof. Dr. Nuray Mert: Nuray Mert ile Sohbet

Nuray Mert konuşmasında Türkiye’deki kitlelerin Türkiye’den başka bir şansı olmadığını belirtti. Mert, sistemin bu kitlelerle barış içinde olması gerektiğini vurguladı. Gerçekçi yaklaşımlarda bulunan Mert, CHP’den pek umutlu olmadığını dile getirdi.

Sevtap Demirci: Lozan: Taktik, Stratejik, Diplomatik Mücadele

Türk ve İngiliz arşiv taramalarıyla Lozan görüşmelerinin arka planını aydınlatan Demirci, pazarlıklar, gizli oturumlar ve konferanslarda cereyan eden tartışmalar kadar, diplomatik geçmişi olmayan başarılı askeri komutan İsmet İnönü’nün kurulan tüm tuzaklara nasıl karşılık verdiği, Batı medyasında ‘inatçı’ olarak anılmasının sebeplerini, İngiltere’nin talepleri ve Rusya’nın desteği karşısında aldığı kararları anlattı. Günümüzün de önde gelen konusu olan Musul’un yanı sıra Boğazlar, Türkiye’nin sınırlarının kabul edildiği, kuruluş senedi olan bu anlaşmanın önemli parçasıydı. Demirci, diplomatik atakları, basın tuzaklarını, İngiltere’nin avantajını, İsviçre’nin, Fransa’nın, Rusya’nın tutumlarını aktardı.

Ferhat Atik: Kristal Gece Örne€inden Hareketle: Propaganda ve Medya Aracılığı ile Kitleleri Yönlendirme

Atik sunumuna, sözcüklerin her şeyin temeli olduğunu, tüm dünyayı sözcüklerin yönettiğini söyleyerek başla-dı. Propagandanın Latince "yayılması gereken" anlamına geldiğini, başta misyonerler vasıtasıyla Hıristiyanlığın yayıl-ması için kullanıldığını, insanları pozitif olarak etkileme amacı taşıdığını, I. Dünya Savaşı’ndan itibaren yanıltıcı olarak kullanılmaya başlandığını ve artık yanıltıcı olarak algılandığını anlattı. Propagandanın çok sayıda insanın düşünce ve davranışlarını etkileme amacını taşıyan önceden planlanmış bir mesajlar bütünü olduğunu ve tarafsız bilgi yerine en temelde kendi kitlesini etkilemeye yönelik bilgi sunduğunu belirtti. II. Dünya Savaşı’nda ise Goebbels ile propagandanın bir savaş silahı haline dönüştüğünü, bu bağlamda Kristal Gece'nin Holokost'un sistemli olarak başlama noktası olduğunu anlattı. Holokost'un, o güne kadar olabileceği akıllara bile gelmeyen bir şeyin gerçekleşebileceği ihtimalini getirdiğini anlattı. Atik'in saydığı propaganda teknikleri arasında korku yaratma-sindirme, bir otoriteyi referans verme, tren etkisi (koyun etkisi) yaratmaya çalışma, direkt emir verme, parıltılı genellemeler kullanma, sokaktaki adam etkisi yaratma, damgalama, erdem sözleri kullanma, sloganlar ve manipülasyon da bulunuyordu. Atik, propagandadan korunmak için  bilgilenmemiz, propaganda tekniklerini tanımamız, bu doğrultuda medya okuryazarlığını ve kendi süzgecimizi geliştirmemiz, yazılanlara şüphe ile yaklaşmamız gerektiğinin altını çizdi.

Ayşe Acar: Türkiye'de Yaşayan Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Ezidiler'de İbadet ve Tanışıklık

Acar, sunumunda konu ile ilgili çekmiş olduğu sekiz bölümlük belgeselden bahsetti. İlk bölümde Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Ezidiler'in her birinin tarihine bakarak, bulundukları bölgeye nasıl geldikleri, ikinci bölümde her birinin Yaradılış'ı nasıl yorumladıkları, üçüncü bölümde her birinin insana bakış açıları, dördüncü bölümde Mabed'in her biri için anlamı, beşinci-altıncı-yedinci bölümlerde her birinin ibadet şekilleri ve sekizinci bölümde de her birinin imanı yorumlama şeklinin gösterildiğini anlattı. Belgeselden kısa bir örnek göstererek bu bölüm hakkında soruları cevaplandırdı. Farklı inanç mensuplarını belgeleyen bir aktarıcının objektif olması ve yorumlayıcı olmaması gerektiğini anlattı. Acar, araştırma yaparken kendi geleneklerini, inançlarını ve reflekslerini askıya almasının önemini de vurguladı.

Salih Bıçakcı : Değişen Dünya, Veri, Siber Gelecek

Verilerin toplanması ve kaydedilmesi ile başlayan süreçten bilgisayarlara doğru uzanan yolu tarihi perspektifinden anlatan Bıçakcı, bu konuda Roma ve Osmanlı arşivlerini örnek gösterdi. İnternet için kırılma noktasının ise 1957 yılı olduğunu, Soğuk Savaş döneminde Rusya’nın uzaya Sputnik füzesini yollamasının Amerikan halkında yarattığı etkiyi, evlerinin altında birkaç sene yaşamalarına olanak veren barınaklar inşa ettiklerini aktardı. Bu beklenmedik gelişmeye karşılık ertesi sene NASA’yı kuran ABD, aynı zamanda günümüz internetin atası sayılan Arpanet’i kurdu. Amaç bir saldırı sonrasında haberleşmeye devam edebilmek üzerine kurulu olunca, günümüzde ne kadar kısıtlama olsa bile tamamen engellenemediğini belirtti. Eşyaların interneti ile yapay zekânın insanların yaşamlarını değiştirmesi üzerine örnekler veren Bıçakcı, ortak kullanım wireless’lere bağlanmanın kullanıcının verilerine ulaşabilmesine kolaylık sağladığını belirterek, kendi bıraktığımız dijital verileri kontrol etmemiz ve azaltmamız gerektiği üzerinde durdu.

 Emin Çapa: Yeni Dünyayı Anlamak, Yeni Dünyaya Hazır Olmak

CNN TÜRK’ÜN ekonomi müdürü Emin Çapa, tıpkı ekranda olduğu gibi anlaşılır üslubu ve renkli anlatımıyla en ilgi gören konuşmacılarından biri oldu. Sözlerine, geleceğin artık tahmin edilmekten uzak olduğunu belirterek başlayan Çapa, dünyayı ve hayatımızı ilki ekonomik, ikincisi teknolojik ve bilimsel olmak üzere iki büyük dalganın değiştireceğini çarpıcı örnekler vererek anlattı. Değişime hazır olmamız ve bu bağlamda yaşantımızı, karşı karşıya kalacağımız her durum için planlamamız gerektiğinin altını çizdi. Bilim dünyasındaki son buluşlardan da söz eden Emin Çapa, işin sırrının hayal etmek ve yaratmakta olduğunu belirtti.

Judeo Espanyol

Anna Eskenazi, Dora Niyego, Süzet Herman, Edda Bardavit: Anneler Her şeyi Bilir

Dört ismin birlikte gerçekleştirdiği Ladino sunumu, mizahi dili ve samimi gözlemleri ile beğeni kazandı. Konuşmacı-lardan Anna Eskenazi, annelerin çocukları için hep endişeli, her an yardıma hazır ve aşırı korumacı gibi müşterek özelliklerini anlattı. Süzet Herman annesi ile yaşadığı birkaç komik olayı özetledi. Dora Niyego annesinin kendi annesinden öğrendiği eski metotları kendisine nasıl uyguladığını anlattı. Her üç konuşmacı da sunumlarını hiciv dolu bir lisan ve nüktelerle aktardılar. Konuşmalar Edda Bardavit’in sunduğu bir mini piyano resitali ile son buldu.

ŞALOMCULAR DA LİMMUD’DAYDI

İvo Molinas: Friedrich Nietzsche, antisemit mi, filosemit mi?

Molinas, ölümünden 116 yıl sonra, bile hâlâ anlaşılması kolay olmayan düşünür Friedrich Nietzsche’nin bilinen ve pek bilinmeyen yönlerini bizlerle paylaştı. Nietzsche’yi diğer filozoflardan farklı kılan şeyin, büyük ölçüde Wagner’in etkisi altındaki fikirlerinin, Nazi zihniyetinin fikir babası olarak kabul edilmesine karşın, antisemit kız kardeşinin bilinçli bir şekilde sakladığı fakat savaş sonrasında ortaya çıkan yazı ve mektuplarında Yahudiliğe övgüler içermesi paradoksudur. Hıristiyanlığı ve demokrasiyi güçlü bir şekilde eleştirirken, Avrupa’daki dekadansı öngören bir dâhidir Nietzsche. İnsanoğlunun varoluşunu devam ettirmesi için hayatı olumlamayı vurgulayan ‘güç istenci’ kavramını da yaratmış; insanın kendini aşarak üst insan oluşturabileceğinden bahsetmiştir. Bir saate sığmayacak kadar derin bir konu seçen Molinas, sunumunu Nietzsche’nin şu sözleriyle sonlandırdı: “Beni ancak geleceğin, yüzyıl sonrasının insanı anlayacaktır.” Ünlü düşünürü anlamak zor olsa da, Molinas söylemek istediklerini akıcı bir dilde dinleyicilerine aktarmayı başardı.

Sanata, bilime, tarihe ve genel kültüre doyduk

Dr. Sedef Kabaş: Kişilerarası İletişimde Etkileme ve İkna

Dr. Kabaş, karşımızdakini ikna etme konusunda, bunları daha genişletmek mümkün olsa da temel olarak  üç prensip, üç gerçek ve üç yöntem üzerinde durdu. Üç prensip: İkna etmek istediğimiz konuya önce kendimizin inanması gerektiği, ikna etmek istediğimiz konuda  bilgi sahibi olmamız, bilgileri sürekli güncellememiz ve etkili iletişim kurmamız gerektiği. Üç gerçek: İknanın yalan unsuru barındırmaması, iknanın nokta atışı değil aktif dinleme, empati, strateji, hitap ve değerlendirmeden oluşan bir süreç olması ve herkesin her zaman ikna edilemeyeceği gerçeği. İkna etmenin üç yöntemi ise: Pozitif dil kullanmak, söz-ses-beden dili- kıyafet hepsinde tutarlı olmak ve karşımızdakine karşı ilgili olmak. Kabaş, ikna etmek istediğimizin bir insan olduğunun bilincinde olmamız, egomuzu törpülememiz gerektiğini, empati kurmanın karşımızdakine hak vermek demek olmadığını, 6'nın diğer taraftan 9 gibi görülebileceğini, farklı bakış açılarının olabildiği gerçeğiyle karşımızdakini tanımaya çalışarak buna göre ortak bir zemin üzerinden kişiye özel, kitleye özel iletişim kurmamız gerektiğini belirtti.

Saffet Emre Tonguç: İstanbul ve Gece

Tarihiyle, konumuyla ve birçok değeriyle dünyanın mevcut en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul için Saffet Emre Tonguç’un yarattığı slogan, “İstanbul’da yaşamak değil; İstanbul’u yaşamak”. İstanbul aşığı Tonguç senelerdir, İstanbul’u gerek yerli, gerek yurtdışından gelenlere, düzenlediği farklı konseptlerle, hiç bir kitapta böyle kapsamlı bir şekilde bulamayacağınız yerleriyle, yönleriyle ve hikâyeleriyle tanıtıyor. Limmud’da bu yıl ona verilen süre içerisinde, kendisini dinlemeye gelen kalabalığın ilgi dolu gözleri karşısında, beyaz panoda art arda paylaştığı İstanbul’un gece çekilmiş çarpıcı görüntüleri eşliğinde, dinleyicileri yedi tepeli İstanbul’da gezdirirken, bilgi dolu, akıcı konuşmasıyla, dinleyicilerle arasında doğaçlama gelişen espriler ve güler yüzüyle hepimizi kendisine hayran bıraktı.

Yaakov Hecht:  Eğitim Değişiyor

Yakoov Hecht, 30 sene önce İsrail’de başlattığı, ‘demokratik okul’ adını verdiği bir sistemi anlattı.

Yakoov Hecht, 16 yaşında eğitimini bırakmış çünkü eğitimle/okulla öğretilenlerle, hayatın kesişmediğini küçük yaşında fark etmiş. 11 sene sonra hayalini kurduğu bu okulu hayata geçirmiş.

Klasik eğitimde tüm çocukların aynı kutuda değerlendirildiğini, hatta başarılıdan, başarısıza doğru bir eğitim piramidi olduğunu belirten Hecht sınav başarısının, not değerlendirmesinin esas olduğu bu klasik eğitimde gerçek öğrenme ve öğrenme heyecanının kaybolduğunu savunuyor. Öğrencinin okuldan mezun olduğunda elindeki bilgileri hayatla örtüştüremediğini belirten Hecht kişinin belli bir konuda heyecanı ya da eğilimi varsa o konuya eğilemediğini vurguladı.

Demokratik okulda sınıflara Clasroom 2.0 dendiğini, bu sınıfların bireye göre eğitim verdiğini belirtti. “Her çocuk sene başında kendi istediği dersleri ve programı mentoruyla beraber seçiyor. Okulda kaç çocuk varsa o kadar farklı eğitim programımız var.”

Bu sistemin mevcut sistemden bir başka farkı ise çocukların da sınıfta öğretmen görevini görmesi. Öğretmen dersi anlattıktan sonra çocuklardan konuyu anlayanlar anlamayanlara tekrar öğretiyor. Bu prosedür tüm sınıf iyice anlayana kadar devam ediyor. Günün sonunda o konunun bütün çocuklar tarafından öğrenilmiş olması esas amaç. Bunu sağlamak için nottan da vazgeçmişler. Bireysel notlar yokmuş, sınıflar değerlendiriliyormuş. Bu da takım çalışması ve kolaborasyonu destekleyen en önemli unsur olarak gösteriliyormuş.

Demokratik Okullarda kişiliği gelişmiş, yetkin bireylerin yetiştirildiğini söyleyen Yakoov, bu programın gelişen ve gelişmek isteyen toplumlarda çok başarılı olduğunu belirtiyor. İsrail’de şu anda 11 şehirde bu okullar çalışıyor. Türkiye’de de 4 okul bu konu ile ilgilenmiş ve okullarını bu şekilde dizayn etmek istemiş.

Levent Erden: Dönüşüm

Levent Erden, globalleşme ile insanlar ortak bir dil arayışına girdiğini belirtti. Erden, günümüzde kullanılan emojileri buna örnek olarak gösterdi. Emojilerle ruh hallerinin anlatıldığını, 3-4 emoji ile bir cümle kurulabildiğini belirterek, insanların ortak bir dille anlaşabildiğini  vurguladı.

Dr. Avram Mizrahi:  Yanlış bildiğimiz doğrular, Doğru bildiğimiz yanlışlar ile Çocukların Hayatına Göz Atalım

Dr. Mizrahi, sunumunda bebeklerin ve çocukların hayatları hakkındaki genel geçer bilgileri sıralayıp bunları efsaneler ve gerçekler olarak eğlenceli bir dille sınıflandırdı. Mizrahi öncelikle, bebeğin katı bir programla 3 saatte bir mutlaka emzirilmesi gerekliliği, annenin bebeği çok fazla kucağına alması durumunda bunun ileride sorunlar yaratacağı, tüm biberonların mutlaka sterilize edilmesi zorunluluğu, bebekleri her gün yıkamak gerektiği gibi her yeni doğan ebeveyninin aşina olduğu konulara değindi. Bunları hurafe olarak değerlendirirken de yer yer mizahi bir dil kullanarak açıklamalarını ekledi: “Beslenmenin düzenli olması elbette iyi bir şey yalnız sorun şu ki bebeğin böyle bir zorunluluktan haberi yok. Uyuyorsa uyandırma, bebek daha bir önceki öğünü sindirmemişken yeniden beslemenin faydası yok. Aşırı sterilizasyon bebeğin bağışıklık sisteminin gelişmesine olumsuz etki yapar. Bebek annesi ile yakın olmak ister, kucağa almakta hiçbir sakınca yok.”

Dr. Mizrahi iyi anne-baba olmak için de ilginç bir formül paylaştı: Anne-baba olarak hislerini takip et, ama her zaman değil. İnternete bak, ama her zaman değil. Doktorunu dinle ama her zaman değil. Anneanne- babaannelere kulak ver, ama her zaman değil.

Dr. Mizrahi’ye göre çocuk sahibi olmak harika bir şey ancak torun sahibi olmak daha güzel.

Doç. Dr. Esra Aliçavuşoğlu: Çağdaş Sanatın Temel Kavramları

Doç. Dr. Esra Aliçavuşoğlu’nun sunumu görsel bir şölen halinde geçti; katılımcıları çağdaş sanatın birbirinden ilginç ve önemli eserlerinden oluşan sanal bir galeriade gezdirdi adeta. Cindy Sherman, Yoko Ono, Elanor Antin, Nur Koçak, Jeff Koons ve Tom Hunter gibi feminist sanat, fotoğraf, heykel, enstalasyon alanında öne çıkmış sanatçıların işlerinden örnekler sunan Aliçavuşoğlu, yapıtlar ve dönemleriyle ilgili ince ayrıntıları paylaştı. 

Selin Erbefl & İlker Çağlayan:  Beslenmede Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

İkili, yanlış beslenme alışkanlıklarının bağırsak sağlığını negatif şekilde etkilediğini ve bunun neticesi olarak sadece fazla kilo değil, uykusuzluk, depresyon, ruh sağlığının bozulması, tahammülsüzlük ve benzeri rahatsızlıklara davetiye çıkardığımızı anlattı. Yanlış bilgilendirmeler sonucu karbonhidrat bağımlılarına dönüştüğümüzü, kendi doğamıza uygun beslenmediğimizi, kalori hesabına ve light ürünlere dayalı diyetlerle, kilonun, diyabetin ve depresyonun beraber arttığına dikkat çektiler. Konuşmacılar, temel yağları ve temel proteinleri dışarıdan almamız gerektiğini, karbonhidratlara ise ihtiyacımız olmadığını vurguladı. Yanlış beslendiğimizi, yanlış spor yaptığımızı ve ömür boyu uygulayabileceğimiz bir sistem geliştirmemiz gerektiğini, sürekli yediklerine dikkat etmenin, kendini tutmanın gerçekçi olmadığını belirttiler. Erbeş ve Çağlayan, tabağımızdakilerin yüzde 25’inin asidik, yüzde 75’inin alkali tarzı olmasına dikkat etmemizi, katkı içeren ürünlerden uzak durmamızı, organik gıdalara yönelmemizi, yumurta ve tereyağını bu oranlara uyacak şekilde rahatlıkla tüketebileceğimizi anlattı.

Avi Alkaş: Yaşamda Yeni Bir Yol

Frank Sinatra’nın ünlü ‘My Way’ şarkısı ile açılışı yapan Avi Alkaş, kendi hayat yolculuğunu son dönemde okuduğu ve altını çizerek, notlar alarak uygulamaya çalıştığı kitaplarla harmanlayarak sundu. Alkaş, okuduğu kitaplarla eş zamanlı olarak kendi hikâyesini, başarılarını, başarısızlıklarını paylaştı. İş hayatında nereden nereye geldiğini, özel hayatında yaşadığı talihsizliklere nasıl göğüs gerdiğini, en büyük hayalinin “Lüzumsuz Adam” olup, Kapalıçarşı’yı bir dünya markası yapmak olduğunu anlattı. Alkaş, iş dünyasında hiç bir zaman umutsuzluğa kapılmamak gerektiğini, kriz zamanlarının aynı zamanda fırsat zamanları da olabileceğini, hayata pozitif bakmanın öneminden bahsetti.

Atölyelerde farklı deneyimler

Berrin Politi Debayar: Müzikale doğru bir adım

Berrin Politi Debayar, uygulamalı atölye programında bir müzikali yaratırken hangi müzikale karar vereceğinden başlayıp oyuncuları nasıl seçtiğini, hangi şarkıları kullandığını, dekor kostüm kullanımı ile ilgili nasıl planlar yaptığını paylaştı ve daha sonra uygulamaya geçildi. Debayar, bu sene Alef için yaptığı Matilda müzikalinin ilk sahnesini katılımcılara oynattı. Bu sırada nelere dikkat edilmesi, aksanının nasıl olacağı ve verilecek duyguların sesimize nasıl yansıması gerektiğini gösterdi. Sonrasında Mamma Mia müzikalinden bilinen şarkıları katılımcılara doğru bir biçimde söyletti. Atölye bitiminde birçok katılımcı, kendi yaş gruplarına uygun böyle bir aktivite yapıldığı taktirde katılımın yüksek olacağını ilettiler.

Ralph Rıfat Nasi:  Tango Atölyesi

Bir kadın, bir erkek ve tango… Farklı ülkelerden olsalar bile ortak bir dile ihtiyaçları yok. Tangonun özel bir iletişim dili, karşılıklı beden sohbeti var.  Müzik çalar, erkek ile kadın bakışırlar... Kadın o kişiyle dans etmek istemezse başını kibarca yana çevirir; eğer daveti kabul ediyorsa bakışma uzar... Erkek kadının yanına gelir ve elini uzatır. Beden diliyle merhaba der ve dans başlar. Eller yerini alır, bedenin göğüs kısmı birbirine değer... Erkek hareketin akışını yönlendirir, kadın ona uyum sağlarken hareketlerinde tamamen özgürdür. Tango, son derece estetik bir dans ve bu benim ilk tecrübemdi. Gerçekten isteyen herkesin, tango yapabileceğini gördüm. Başlamak için hiçbir zaman geç değil. Hocamız Ralph Rıfat Nasi ile ona eşlik eden Bahar Güngör’e teşekkür ederken, yüzümüzde tatlı bir gülümseme ile salonu terk ettik.

 

1 Yorum