D22’nin yeni yolculuğu

Erdoğan MİTRANİ Sanat
26 Ekim 2016 Çarşamba

2013’ün Mart başında, Galata’daki Hamursuz Fırınında Martin Sherman’ın ‘Bent’ oyunuyla açılmış olan Tiyatro D22, geçen mevsiminin son günlerinde, sahnelenmeye başladığı andan itibaren tiyatro olayına dönüşen ve aralıksız oynamaya devam ettikleri ‘Bent’in dördüncü yaş gününde, Hamursuz Fırınına veda ederek bir süre mekânsız çalışmaya karar vermişti.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarında öğrencilik dönemlerinden beri bir sahne oluşturma, öncelikle ve temelde tiyatro yapma hayalleri ile bir araya gelen üç genç tiyatrocu, Berkay Ateş, Can Kulan ve Emir Çubukçu tarafından kurulmuş olan D22’de Benti, Berkay Ateş’in yazdığı ‘Yirmibeş’ ve ‘Karabatak’ izlemiş, bu üç oyun ödüller kazanarak, geçen sezon sahnelenen, yine Berkay Ateş’in yazdığı, ‘Kuş Öpücüğü’ ile birlikte oynanmaya devam etmişti.

Kuşağının en iyi yazarlarından Berkay’ın bütün oyunları çok başarılı olmuş, yaptıklarını seven ve beğenen sadık bir izleyici kitlesi oluşmuş, ancak işletmenin maddi ve mânevi yükü, “öncelikle ve temelde tiyatro yapma hayalleri ile bir araya gelen” üç gencin mâli ve idari işlerle uğraşmaktan istedikleri gibi tiyatro yapmalarını engellemeye başlamıştı.

Bilfiil çalışarak oluşturdukları bir mekânı duygulanarak, kimi zaman gözleri yaşararak terk ettikleri ‘Bent’in son gecesinde, “çocuklar sizde bu yetenek ve bu heyecan varken, izleyicileriniz Fizan’a gitseniz bile peşinizden gelir” demiştim. Oralara kadar uzanmadık ama sezonu iki farklı mekânda açtıklarında, seyircileri gerçekten de onları yalnız bırakmadı.

En azından ilk yıllarındaki kadar başarılı olacaklarını bildiğim Berkay, Can ve Emir ile bu yeni yolculuklarında onlara eşlik etmeye devam eden D22’nin tüm genç savaşçılarına başarılar dilerken, yollarının daha da açık olacağından eminim.

İKSV Salon’da    ‘Kuş Öpücüğü’

 

Berkay Ateş’in son oyunu ‘Kuş Öpücüğü’, torbacıları, hırsızları ve artık normalleşmiş polis müdahaleleriyle hayatın hızlı aktığı bu mahallede tek göz bir evin içinde, hayatını sokaklarda akordeon çalarak kazanan Mehmet ile yıllar sonra evine dönen annesi Hatice’nin geçmişle ve birbirleriyle hesaplaşmalarıyla başlar. Uzun bir mahpusluk sonrası kavuştuğu oğluna hasret ve sevgiyle yaklaşmaya çalışan Hatice, Mehmet’in giderek ciddileşmekte olan kronik kalp rahatsızlığına bir çözüm aramaktadır. Mehmet’in annesine davranışındaki hınç ve nefret, babasının adını ağzına almasına bile tahammül edemeyişi, annenin hapisliğiyle babanın ölümü arasında bir bağlantı olduğunu hissettirmektedir. Umut, karşılarına katılma fırsatı buldukları ödüllü bir televizyon yarışması olarak çıktığında, bir Yeşilçam öyküsüymüş gibi başlayan ‘Kuş Öpücüğü’, ışıltılı ve acımasız televizyon dünyasının müthiş etkileyici bir eleştirisine dönüşecektir. 

Ustaca yazılmış çok sağlam metninde Ateş, kaderin sillesini yemiş iki insancık için yaşamsal önemi olan yarışmanın, insanlık onurunu hiçe sayan, aşağılayan aşamalarını, sunucunun sahte duygusallığının altında yatan umarsızlığını seyirciye başarıyla aktarıyor. Traji-komik kırmızı başlıklı kız bölümünü, ya da basketli-futbollu soru cevap sahnesini izleyicinin içi acımadan, boğazına kocaman bir düğüm takılmadan izlemesi mümkün değil.

Can Kulan ve Emir Çubukçu, birlikte sahneye koydukları ‘Kuş Öpücüğü’nü başarıyla yorumluyorlar. Bu ilk yönetmenlik denemeleri, tek elden çıkmışçasına uyumlu, tutarlı, usta işi bir çalışma. Oyunculuklara gelince, deneyimli tiyatro ve dizi oyuncusu Güneş Hayat ve Mehmet’i canlandırabilmek için, hayatında eline almamış olduğu halde, en azından sokaklarda karşılaştığımız çalgıcılar seviyesinde akordeon çalmayı öğrenen Berkay Ateş müthiş bir ikili oluşturmuş. İtici karakterini başarıyla canlandıran Mesut Özkeçeci de çok iyi.

‘Kuş Öpücüğü’Cem Yılmazer’in dekor ve ışık tasarımının bu kez farklı bir mekânda nasıl olacağını merak edenler, benim gibi çok beğenip bir kez daha görmek isteyenler ve hiç izlememiş olanlar için, şimdilik 31 Ekim, 14 ve 28 Kasım Pazartesi 20.30’da, İKSV Salon’da

Kaçırmayın.

 Köşk İstanbul’da bir dünya prömiyeri ‘Dünyaya  Gözlerimden Bak’

Sanat yönetmeni Frank Heuel tarafından Bonn’da kurulan Fringe Ensemble, 1999’dan beri Almanya içinde ve dışında 60’ın üzerinde ulusal ve uluslararası proje gerçekleştirmiş bir tiyatro kurumu.

Tiyatro mekânlarının dışına taşmaktan çekinmeyen, yeni deneysel biçemler ve metinler geliştiren Fringe, bir süredir değişik Avrupa ülkelerinden sanatçılarla işbirliğine yönelmiş,

Almanya, Rusya, Hırvatistan, Fransa, Hollanda, Letonya, İsviçre, Polonya ve Türkiye ile ortak çalışma olanakları yaratmış. Geliştirdikleri kültürlerarası projelerin, sanatsal olduğu kadar toplumsal sorumlulukları, doğal olarak kimi yetkililerin tepkisini de çekmiş.

Fringe Ensemble’ın kültürlerarası alandaki sanatsal çalışmalarının Türkiye ayağı, 2016 başlarında, Frank Heuel’in NRW Sanat Vakfı’nın “artist-in-residence” desteğiyle İstanbul’da üç ay geçirmesiyle başlamış. Heuel, İstanbul tiyatrolarındaki yoğun araştırmaları sonucunda Türk tiyatro sanatçıları ile birlikte yapılacak ‘4 Projekte İstanbul / 4 İstanbul Projesi’ için, D22, Kumbaracı50 ve Şermola ile çalışmaya karar vermiş.

Bu projelerden, bu yazının konusu olan NRW Sanat Vakfı finansal desteğiyle gerçekleşen uluslararası Tiyatro D22 ve Fringe Ensemble ortak yapımı ‘See the World Through My Eyes / Dünyaya Gözlerimden Bak’ oyununun dünya prömiyeri 1 Ekimde yapılmış.

Diğer projelerden ‘Lost in Language / Dilde Kayboluş’un prömiyeri 26 Kasımda kumbaracı50’de, Mirza Metin’in ‘Boşluklar’ınınki ise 2017 başlarında büyük olasılıkla Theatron’da yapılacak.

‘Dünyaya Gözlerimden Bak’, 1970 doğumlu, bugüne kadar 20 oyun yazan Alman tarihçi, filozof, ödüllü oyun yazarı Lothar Kittstein’in bu proje için kaleme almış olduğu,  üç askerin deneyimlerinden yola çıkarak savaşa bakışlarını aktaran, savaş olgusu üzerine sıra dışı bir metin. Attila Geridönmez ve Aydan Balkır Golüoğlu’nun çevirdiği oyunu, mekân düzenlemesini de yapan Frank Heuel sahneye koyuyor, Berkay Ateş, Can Kulan ve Emir Çubukçu söz konusu üç askeri canlandırıyor.

Üç bölümlük oyun, güvenli ofisinde savaş bölgelerine atılan bombaları 10.000 m.de uçarak kontrol eden bir İHA gözlemcisinin, tek başına nöbet tutarken yalnızlıktan çıldırmak üzereyken kendisine hayali bir muhatap yaratan bir sınır muhafızının ve bir türlü gelemeyen hemşireyi beklerken tavandaki sinekle diyalog kurmaya çalışan hastane yatağına bağlı savaş gazisinin monologlarından oluşuyor.

Seyirciler ‘Dünyaya Gözlerimden Bak’ oyununu, Kadıköy Hasanpaşa’da iki katlı bir tarihi binanın odalarının arasında dolaşarak, gittikleri her odada farklı bir askerle karşılaşarak izliyorlar. 

Son yazılarımda tiyatroyu salonlardan ve sahnelerden taşırarak aynası olduğu yaşamın mekânlarına götürmek için gösterilen ciddi çabalardan söz etmiş, ‘Balat Monologlar Müzesi’ ve halen sahnelenmeye devam eden ‘Pera’nın Zamanı’  gibi çok başarılı örneklerinde izleyicinin seyirciyi aşarak fiilen katılımcı durumuna getirildiğini belirtmiştim. Kanımca bu oyunların hiç biri bizi, ‘Dünyaya Gözlerimden Bak’da olduğu kadar içine alamıyor. Oyunun en heyecan verici tarafı, ne metin olarak çok başarılı oluşu, ne de Berkay, Can ve Emir’in her türlü övgünün üstündeki oyunculukları. ‘Dünyaya Gözlerimden Bakı yılın en etkileyici çalışmalarından biri yapan, mekân-oyuncu-izleyici arasında kurulan interaktif iletişim. Onar kişilik guruplar halinde her bir odaya girdiğimizde askerlerin monologları bireysel diyaloglara dönüşüyor, giderek Can çekilen resimleri ‘bize değil, bana’ göstermeye başlıyor, Berkay’ın hayali muhatabı ‘bizlerden biri değil ben’, Emir’in yanına yatan, bacağı delicesine kaşınan ya da kaşıyan ‘bizlerden biri değil ben’ oluyorum.

Bu benzersiz iletişimin kurulmasına oyuncuların bizlerden biriymişçesine, yaşarcasına doğal yorumculuğu kadar, göz ya da dokunma teması için onlarla neredeyse sıfır mesafede olmanın etkisi büyük. Tabii ki, bu mahremiyeti oluşturmak için bir odaya on kişiden fazla girmemesi gerekiyor ki, katılımcı sayısına göre oluşturulan onarlı guruplara dönüşümlü olarak her monolog ikişer, bazan üçer kez tekrarlanıyor.

Adres: Hasanpaşa, Ahmet Rasim Sk. No:46, 34722 Kadıköy/İstanbul. Metrobüs Söğütlüçeşme terminalinden yürüyerek 10 dakikalık mesafede. Terminalden çıkıp Belediyenin arkasından geçen Kurbağalıdere Caddesinde Hasanpaşa yönünde yürüdüğünüzde sağdan beşinci sokak Ali Ruhi Sokağa saparsanız yolun sonunda D22 tam karşınıza çıkıyor. Kaybolmazsınız ama her ihtimale karşı gişe telefonu 0531 332 8568.

Farklı ve çarpıcı bir deneyim. Mutlaka izlenmeli.

Hepinize iyi seyirler.