Türk gibi başla, İngiliz gibi bitir

Toplum
1 Ağustos 2016 Pazartesi

Henri Çiprut


Malumunuz, bizler kendimize Türk Yahudi’si diyoruz. Başka seçenekler arasında bu adlandırmanın genel kabul görmesinin sebepleri var. On kişiye neden diye sorsak dokuzunun aklına hemen 500 yılı aşkın süredir Türkiye’yi vatan bilmiş olmamız gelecek. Asında Anadolu’daki Yahudi varlığı 1492’nin çok öncesine dayanıyor. Bu yüzden ben daha basit, daha günlük hayatın içinden örneklerle açıklamayı tercih ediyorum. Örneğin, başka dilleri bilsek de rüya görürken veya küfür ederken (biliyorum ayıp, eril dil, yakışık almaz ama işte dudaklarımızdan kendiliğinden dökülen kelimeler bunlar) artık Türkçe kullanıyor oluşumuz; örneğin mutfağımız, müziğimiz ve çalgılarımız; örneğin Judeo Espanyol ve Türkçe’de benzer durumlarda kullandığımız atasözlerimiz, deyişlerimiz. Buna belki davranış kalıplarımızı da eklemek gerek.

Başlıktaki deyiş, muhtemelen Türkçe kökenli değil, bizlere çok yakından ancak dışarıdan bakan bir gözlemin ürünü. Bir işe büyük bir heyecanla başlayıp, detayları eksiksiz “süper finişle” bitirmeyi tarif ediyor. Bunu bir tavsiye olarak alacaksak, ilk kısmında heyecana övgü, ancak ikinci kısmında bir uyarı var. Başladığın işi yarım bırakma demiyor, iyi bitir diyor. Bu tavsiyenin biz Türk Yahudilerine de uyarlanması gereken durumlar var. Alın size bir -benzerlik değil-  aynılık daha.

Türk Yahudi Toplumu içinde başlamış, katılımcıları arasında heyecan uyandırmış ancak “İngiliz gibi bitirilememiş” birkaç projeyi, görece olarak dışarıdan bakan ben bile bir çırpıda sayabilirim. Derdim bunları sayıp dökmek, neden akim kaldıkları konusunda ahkâm kesmek değil tabii. Daha çok bunların etkileri ile ilgileniyorum. Daha açık söylemek gerekirse, başlangıçta belirlenmiş hedefe ulaşamamanın maddi olmayan kayıpları ile ilgileniyorum.

Hikaye şöyle başlıyor:  Bir gün bir tanıdığınız sizi arar ve bir projeden bahseder. Proje sizin ilgi alanınızdadır ve heyecanlanırsınız. Gönüllü çalışmayı kabul edersiniz. İlk çalışma gününe hazırlıklı gidersiniz, fikirlerinizi anlatırsınız. Gönüllü çalışmaların olmazsa olmazı olan övgüleri de alırsınız, her şey harikadır. Motivasyonunuz tam, hedef sizi heyecanlandırıyor, işe başlanmış. Sonra, birdenbire önce iletişim kopar. Yeni fikirler, mesajlar gelmez olur. İş yarım mı kalacak korkusuyla bir-iki canlandırma denemesi yaparsınız, cevap bile gelmez.  En sonunda hayatınıza devam edersiniz. Başlangıçtaki tüm paydaşlarınız gibi. Mesaj kutunuzu yeni e-postalar doldurur. Mevsim değiştiğinde ise artık bambaşka bir gündeminiz vardır. Arada bir aynı arkadaşlarınızla karşılaştığınızda ‘o yarım kalmış işi’ hatırlarsınız. Kendinizi avutursunuz. Şimdiye kadar öyle bir proje yoktu, şimdi de yok. Demek ki zannettiğimiz kadar önemli veya hayati değilmiş. Nasılsa hayat devam ediyor. Aklınıza bunlar düştüğünde artık o projenin tabutuna da son çivileri çakar, helalleşirsiniz iyi bir şey yapma hayallerinizle. Bana mı kaldı toplumun geleceğinin inşasına katkı sağlamak? Sen sağ ben selamet.

Bu yukarıda yazdıklarım ayniyle vaki. Konusu ve derdi dışa açılmak, sesimizi duyurmak, kendimizi daha etkin bir şekilde anlatmak olan projelerle olan benim kişisel deneyimim. İtiraf edeyim, biraz üzüntüden başka bir şey bırakmadı bende. Hayat devam etti, bu işleri yapmadık diye incilerimiz de dökülmedi.

Türk Yahudi Toplumu içinde başlayan, sürdürülen tüm projelerin akıbeti bu değil elbette. Yıllardır devam eden çok geniş katılımlı birçok iş var. Bazıları çok başarılı, çok duyuluyor, konuşuluyor, bazıları ise daha mütevazı, başarılarını, yarattığı farkları ancak yakından izleyenler katılanlar görebiliyor. Maddi kaynakların da ağırlıklı olarak bunlara yönlendirilmesi kadar doğal bir şey yok.

Ancak o akim kalmış, başta heyecanlandırmış sonra unutulmuş işler var ya işte onların toplumumuza maliyeti çok daha yüksek. Bu işlere harcanmış olan paradan bahsetmiyorum. İnsan kaynağımıza olan olumsuz etkisinden bahsediyorum. Böylesi bir deneyim yaşamış olan potansiyel bir gönüllü, sizce bir sonraki teklife nasıl cevap verir? “Hadi canım sen de, bir iş çıkmaz böyle fikirlerden, boşa vakit kaybı!” diyerek reddeder sanırım. İşte yukarıda bahsettiğim etki bu: Erozyon.

Aslında çok da emin değilim. Bu konularda içimi döktüğüm bir arkadaşım bana şöyle demişti: “Merak etme hiç bir şey olmaz. Bir gün yine bir proje ile gelirler ve yine seni heyecanlandırırlar. Bir arkadaşın anlatır, sen de onu kıramazsın. Sonra hop yine bir işin içindesin işte!”

Peki, siz ne dersiniz? Nasıl olur bu işler? Kim haklı? Bu işlerle hiç vakit kaybetmemek lazım diyen ben mi yoksa istesen de kaçamazsın, eninde sonunda yine bulaşacaksın, yine heyecanlanacaksın diyen arkadaşım mı?