‘Geçen tiyatro mevsiminin en iyileri ’

Çok sayıda oyun izlediğim şu son tiyatro mevsiminde en çok beğendiklerimi bir kez daha anımsamak ve anımsatmak istiyorum. Aşağıda yer alan, beni çok heyecanlandırmış oyunların hepsi de çok iyiydi. Bu sebeple hiçbir beğeni sıralamasına sokmaksızın, sadece izleme tarihlerime göre söz edeceğim.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
3 Ağustos 2016 Çarşamba

 

ikincikat’ta Sami Berat Marçalı’nın ‘Savaş ve Barış Oyunları’nda, ‘aynur hanımın bebeği’ ve ‘iki kardeş’ gibi çok başarılı iki çalışmanın ardından, Ahmet Sami Özbudak’ın yazdığı ‘Kar Küresinde bir Tavşan’ı nefes kesici bir oyundu. Allahtan bu olağan dışı çalışma sadece bir yaz oyunu olarak kalmadı ve sezon boyunca sahnelenmeye devam etti. Özbudak, iki ayrı evrenden gelen iki kadının üzerinden, kadınlığa, anneliğe, kadınca sevmeye ve hatta orospuluğa son derece duyarlı bir bakış açısı getiriyor. Çocukluğunda geçirdiği travma yüzünden evine/odasına kapanan ‘sorunlu’ Umut’un travmasını bilinçli ya da bilinçsiz kullanan annesinin eve getirdiği genç fahişenin adamı dış dünyaya açma çabası, oğlunun statüko dışına çıkmasını engellemek isteyen anne ile ‘orospu’ arasında amansız bir savaş başlatacaktır.

Bildik, neredeyse sürprizsiz bir olay zincirinden 80 küsur dakika soluk soluğa izlenen bir oyun nasıl çıkıyor derseniz, tabii ki en başta kadın dünyasına gerçekten başarıyla girebilen çok az sayıda erkek yazardan biri olduğunu Kar Küresinde bir Tavşanla kanıtlayan Ahmet Sami Özbudak’ın iki kadının ruhunun derinlerine inebilen incelikli metni ve bu iki kadının savaşını sahneye koyan üçüncü kadının, Firuze Engin’in başarısı vardı. Engin, silahların sözcükler olduğu, şiddetin bedensel değil, duygusal olduğu çatışmayı, aslında zıt olmalarına karşın birbirini tamamlayan iki kadının bilinçaltındaki dayanışmasını da zaman zaman ortaya çıkararak veriyordu. Kuşaklarının en iyi iki oyuncusunun, Defne Halman ile Pınar Çağlar Gençtürk’ün yorumları ise her türlü övgünün üstünde. ‘Kar Küresinde bir Tavşan’ bu iki olağanüstü oyuncu olmasa belki de bu kadar heyecan verici olamazdı.

‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın farklı yorumu

Shakespeare’in doğumunun 450. yılı olan 2014 yazının başından itibaren ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ 2014-2015 sezonu boyunca beş farklı yorumla karşımıza çıkmıştı.

Kemal Aydoğan’ın Moda Sahnesi’nde yeni bir çeviri ve farklı bir isimle sahnelediği ‘En Kısa Gecenin Rüyası’, hem bu beş prodüksiyonun en etkileyicisi ve en heyecan vericisi, hem de bir metnin yapısına ve ruhuna sadık kalarak nasıl günümüze uyarlanabileceği konusunda bir tiyatro dersiydi.

Aydoğan ve ekibi, Shakespeare’in komedisinin tüm kurgusal unsurlarını ve evrensel mesajını aynen koruyarak, güncel ve ‘bizden’ bir oyuna dönüştürdükleri ‘En Kısa Gecenin Rüyası’nda,  aşkın ve yanılsamanın çatışmasında düş ve gerçekliğin sürekli yer değiştirdiği, insana özgü duygusal karmaşanın tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildiği bir eğlenceliğin çok daha ötesine giderek müthiş ciddi ve de müthiş komik bir iş çıkarmayı başarmışlardı.

Kemal Aydoğan, neredeyse tüm kadrosunun sahneye çıktığı oyunda olağanüstü bir toplu oyunculuk elde ederken, Melis Birkan, ‘Bira Fabrikası’ndan sonra bir kez daha artık has bir tiyatrocu olduğunu ispatlıyordu. Yıllar önce oluşmuş, birbirini iyi bilen bir ekibin içinde, ilk kez katıldığında sağladığı uyum için Caner Erdem özel bir tebrik hak ediyordu.

‘En Kısa Gecenin Rüyası’ görmemiş olanlar ve tekrar keyfini çıkarmak isteyenler için, önümüzdeki sezonda kesinlikle devam edecek; büyük bir olasılıkla en az birkaç yıl daha sahnelenecek.

‘Kasap’

 ‘Savaş ve Barış Oyunları’nın dördüncüsü olarak ikincikat’ta sahnelenen ‘Kasap’ da sezon boyunca sahnelenmeye devam eden çok çarpıcı bir çalışmaydı. Halil Babür’ün yazdığı oyun, distopik bir yakın gelecekte, dünyamızın herhangi bir yerinde geçer. Gökyüzü tavanının çökmesi sonucunda ülkedeki insanlarının dörtte biri ölmüş, bütün hayvanlar çekip gitmiştir. Ne bakanı olduğunu bilmediğimiz, bir politikacı, insanların üç yıldır bir lokma et yemeden sağlıksız beslenmelerine kendince bir ‘çare’ bulmuştur. Bulduğu ‘çözümü’ referanduma götürmeye hazırlanan bakan,  temin edeceği etleri hazırlayacak bir kasap ekibi de kurmaktadır. Bakanın bu ‘projesi’ işbirlikçiler tarafından desteklenirken, gökyüzü tavanını kendilerinden başka hiç kimseye yaşam hakkı tanımayan muktedirlerin, aç gözlülük, büyüme, ilerleme ve her şeye sahip olma hırsının çökerttiğini iddia eden Total Özgürlükçüler ona karşı çıkmaktadır. Oyun, kazananların kaybeden, kaybedenlerin kazanan olduğu çarpıcı bir finalle sona erecektir.

Babür bu kara, kapkaranlık, sürreel ve absürd komediyi çok da başarılı bir politik taşlama olarak kaleme almış. Yönetmen Güray Dinçol,  son derece yalın ve gerçekçi bir yorumu tercih etmiş ki, bu da metnin alt yapısındaki buz gibi acımasızlığı daha da etkileyici olarak ortaya çıkarmış. Bu bakış açısı, oyunun tokat gibi finalini daha da etkileyici kılmış. Oyuncu kadrosu dört dörtlük; özellikle ‘ilk’i canlandıran Adnan Devran’ın konuşmasız, tamamen beden diline dayanan performansı çok etkileyici.

‘Dil Oyunları’ projesi

Uzunca bir süredir Kürtçe tiyatro yapmakta olan iki idealist genç, Mîrza Metin ve Berfin Zenderlioğlu, hâlen Şermola Performans adıyla sürdürdükleri tiyatro çalışmalarından biri de,  Mîrza Metin’in tasarımıyla geçen sezon başlattığı ‘Dil Oyunları’ projesi. İrfan Güler ve Pepa Baamonde’nin Türkçeye çevirdikleri Galisya’lı yazar Sèchu Sende’nin ‘Rüyalarımda Bile Dilimi Kaybetmeyeceğim’ adlı öykü kitabından hareketle tiyatroya uyarlanan metinler, farklı yazar, yönetmen ve oyuncuları bir araya getiriyor Şermola’nın oyunları çoğunlukla Türkçe üst yazılı olarak Kürtçe oynansa da ‘Kürtçe Tiyatro’yu takıntı haline getirmiş değiller. Örneğin ‘Dil Oyunları’nın bazıları Türkçe sahneleniyor. Geçen sezonda izlediğimiz ‘Dil Kuşu’da Türkçeydi.

‘Dil Kuşu’, dört olağanüstü kadının, yazar Pelin Temur, yönetmen Ayşenil Şamlıoğlu, oyuncu Tülin Özen ve sahneyle kostümü tasarlayan Tomris Kuzu’nun elinden çıkma, müthiş bir çalışmaydı. Orijinal öyküyü okumuş değilim ama Pelin Temur, Galisyalı’nın nefis hikâyesinin masalsı havasına çok yakışan, duru bir Türkçeyle su gibi akan şiirsel bir metin oluşturmuştu. Sahnelemeye gelince, tek bir anlatıcı/oyuncunun bir masal anlattığı 60 dakikalık oyunu bir fiziksel anlatı tiyatrosu olarak yorumlayan yönetmen Ayşenil Şamlıoğlu, hareket tasarımını üstlenen Esra Yurttut ve görüntü akışını yöneten Murat İpek’in de desteğiyle müthiş bir hareketlilik ve akıcılık sağlamıştı. Öykünün tüm karakterlerini kusursuz bir diksiyon ve benzersiz bir beden diliyle canlandıran Tülin Özen, girişteki ‘yavaş çekim’den durduğu yerde koşmasına ve danslarına, gülümsemelerinden gözyaşlarına, sesinin, yüzünün ve vücudunun tüm olanaklarını kullanarak anlatıyı nefes kesici bir gösteriye çeviriyordu.

‘Hepimizin Öyküsü Aynı’

Geçen mevsimin en heyecan verici olayı, önemli çalışmaların çoğunun kadınların elinden çıkmış olmasıydı. Dario Fo ve Franca Rame’nin yazdıkları üç kusursuz metinden oluşan yine dört olağanüstü kadının elinden çıkma muhteşem ‘Hepimizin Öyküsü Aynı’, mevsim başının en güzel sürprizlerinden biriydi.

Oyunu sahneye koyan İpek Bilgin, bu kadın hikâyelerini bir kadın duyarlığıyla anlatırken, mücadele eden ve her şeye rağmen gülümsemeye çalışan bu üç kadının çabalarında, kurdukları sistemde onları istedikleri gibi ‘kullanan’ erkekler dünyasına da sert bir eleştiri yöneltiyordu. Oyunculuklar için tek bir sözcük: “Ku-sur-suz!” Kuşağının en iyilerinden Pınar Çağlar Gençtürk’le ilk kez tiyatro sahnesinde izlediğim, değme profesyonellere taş çıkartan oyunculuğuyla artık sahnelerin malı olan İrem Sak, seyirciyi gülmekten kırıp geçirirken, uzun zamandır özlediğimiz Hatice Aslan, o göz pınarlarında birikip boşalamayan gözyaşlarını bizim içimize akıtarak unutulmaz bir acılı anne portresi çiziyordu.

En iyiler, şimdilik bu kadar. Devamı, iki haftalık kısa bir aradan sonra.

Bu arada tiyatro mevsimi bitmiş de olsa, BO Sahne’de, Uniq Açıkhava’da ve Akasya AVM’de yeni açılan AKS Sahnesinde sezonda kaçırdığınız oyunları yaz boyunca, izleme şansınız var. Hepinize iyi seyirler dilerim.

 

*****************************