Ev sahibi Fransa´nın filmleri

Dumont, Garcia ve Guiraudie filmleriyle vasatı aşarken, Assayas geçer not alamadı.

Viktor APALAÇİ Sanat
20 Temmuz 2016 Çarşamba

Nicole Garcia ‘Mal de Pierres’de kadının cinsel arzularını ve âşık olduğu erkekle aşkı yaşamasını, dram kalıpları içinde işliyor. Bu kez komediyi deneyen Bruno Dumont, ‘Ma Loute’ta vodvil tadında sürrealist bir film yapmış. Festivalin skandal filmi ‘Rester Vertical’de, Alain Guiraudie eşcinsel kimliğinin altını çizmeyi sürdürmüş. 69. festivalde iyi bir imtihan veren Fransız sinemasında hayal kırıklığı yaratan tek yönetmen Olivier Assayas. Absürd bir hayalet öyküsü olan ‘Personal Shopper’ı hatırlamak dahi istemiyorum.


BİR ‘İMKÂNSIZ AŞK’ ÖYKÜSÜ

Bir kadın yazarın romanından alınan, bir kadın yönetmen tarafından sinemaya aktarılan, bir kadının dramını anlatan ‘Mal de Pierres’ tek kelimeyle bir kadın filmi.

Edebiyat ve sinemanın pek az ele aldığı, kadının cinsel arzuları ve âşık olduğu erkekle aşkı yaşamasını anlatan bu film 50’li yılların başında geçiyor.

Milena Agus’un konusu Sardinya Adasında geçen romanını, iki kadın ve bir erkekten oluşan senaryo ekibi Fransa taşrasına taşımış. Mütevazı ve burjuva bir çiftçi ailenin kızı olan Gabrielle (Marion Cotillard), evli ve çocuk bekleyen öğretmenine âşık olur. Kendisinden yüz bulmayınca bir köy düğünü esnasında, herkesin içinde aşkını dile getirir.

Savaş sonrası yıllarında bir erkeğe aşkını ilan eden ve onu arzuladığını söyleyen kadınlara deli muamelesi yapılırdı. Bu skandalın ardından, ailesi kötü tohum olduğuna inandığı Gabrielle’in acilen baş göz edilmesi gerektiği kararını alır. Anne Adéle, kasabada mevsimlik işçi olarak çalışan Jose’yi (Alex Brendemühl) gözüne kestirir. Sevdiği evli adama asla kavuşamayacağını bilen Gabrielle, Jose’nin evlilik teklifini kerhen kabul eder.

Sevmediği bir insanla asla aynı yatağı paylaşamayacağını şart koşan Gabrielle’in yalnızlık içindeki mutsuz hayatı böbreklerini tedavi için gittiği İsviçre Alplerindeki bir hastanede değişir.

Burada yaralı olarak yatan, Hindiçin harbi gazisi Yüzbaşı André’nin (Louis Garrel) gizemine kendini kaptıran Gabrielle, kısa zamanda âşık olduğuna kanaat getirir. Hastaneden kaçarlar. Gabrielle bu kez sevdiği adamı elinden kaçırmamaya kararlıdır. Ancak yaralı André aynı zamanda ağır hastadır. Kadın kahramanının gözünden anlatılan filmin son yarım saatinde, her şeyin farkında olan kocası José’nin versiyonundan, Gabrielle’in bilmediklerini ve taşların yerine oturmasını izliyoruz.

Nicole Garcia, duygu yüklü bir sinema diliyle ilginç bir kadın portresi çiziyor; delicesine âşık düşen genç kız, ailesinden dışlandığını gören, ailenin namusunun kurtarılması için sevmediği bir adamla evlenmeye zorlanan, aşkı ikinci kez tadan, ancak yeni acılarla tanışan ve bir türlü mutluluğu yakalayamayan, dirençli, kararlı, gerçekçi, her daim yalnız ve mutsuz Gabrielle…

Bu rolde Oscar Ödüllü aktris Marion Cotillard, suratına maske gibi yapışan hüzün ve çaresizlik ifadesiyle Gabrielle’in çıkışsızlığını mükemmel bir performansla perdeye taşıyor.

Sevmediğim bir aktör olan Louis Garrel’in, savaş gazisi André rolünün hakkını verdiğini söylemeliyim.

Oran’da bir pied-noir ailenin kızı olarak dünyaya gelen, en prestijli yönetmenlerle 80 filmde oynayan, kamera arkasına geçtiği sekiz filmin üçüyle Cannes’da yarışan, 70 yaşındaki Nicole Garcia’nın, ‘Mal de Pierre’ sınavından yüzünün akıyla çıktığını söylemek isabetli olur.

 

BÜRLESK TADINDA BİR FARS

‘İnsanlık’ (1999) ve ‘Flandres’ (2003) ile Cannes’da iki kez Jüri Büyük Ödülünü kazanan ‘auteur’ yönetmen Bruno Dumont’un, TV serisi ‘P’tetit Quinquin’den sonra ilk kez komediyi denediği ‘Ma Loute’ vodvil tadında sürrealist bir film.

Tanınmamış oyuncularla çalışma prensibini bu filmde de sürdüren Dumont, amatör oyuncuların yanı sıra Juliette Binoche, Fabrice Luchini ve Valeria Bruni-Tedeshi gibi ünlülere de kadrosunda yer vermiş. Ve onlara doğaçlama yapma hakkı tanımış.

‘Ma Loute’, konusu 1910’da Fransa’nın kuzeyindeki bir sahil köyünde geçen barok bir polisiye komedisi. Fiziğiyle Laurel-Hardy ikilisini akla getiren komiser Machin ve beceriksiz yardımcısı Malloy, bölgede turistlerin gizemli bir şekilde ortadan kaybolmalarının sırrını çözememektedirler. Oysa limanda insan etiyle beslenen balıkçı bir aile vardır.

Bu ailenin oğlu olan Ma Loute, yazlık evlerinde tatillerini geçiren, fakirleşen Lille’li burjuva bir ailenin kızı Billie ile platonik bir aşk yaşamaktadır. Billie’nin (Raph) annesi, mutsuz ve tatminsiz, çılgın bir kadın olan Aude (Juliette Binoche), Quasimodo’yu andıran fiziği ile sakar, emekli mimar ağabeyi André (Fabrice Luchini), onun etliye sütlüye karışmayan silik karısı Isabelle (Valeria Bruni- Tedeshi), Van Peteghem ailesinin diğer eksantrik bireyleridir.

Bruno Dumont, bürlesk komedi kalıpları içinde, proleter balıkçı bir aile ile snob bir burjuva ailesini karşı karşıya getirip, sınıf farklılıklarının altını çiziyor.

Kabiliyetsiz iki polis kahramanı ve senaryosunda çizdiği karikatür karakterlerin aracılığıyla, komedi türünden farsa geçiş yapıyor. Dumont vodvili akla getiren mizanseniyle, bürlesk komedinin başarılı bir örneğine imza atarken, yalnız ciddi ve karanlık konuların değil, türler arasında dolaşmaktan hoşlanan bir yönetmen olduğunu gösteriyor.

Bruno Dumont ile evvelce ‘Camille Claudel,1915’ filminde çalışan Juliette Binoche, isterik kahkahalar atan mutsuz şen dul Aude karakteriyle çizgi dışı bir performansa imza atıyor. Yine Fabrice Luchini, sakar ve kambur mimar André rolünde ustalığını konuşturuyor.


KIRSAL FABL

Kariyerindeki beş filmle marjinal bir yönetmen olduğunu gösteren Alain Guiraudie, Cannes’da üç yıl önce ‘Göldeki Yabancı/L’Inconnu du Lac’ ile ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünde Mizansen Ödülü kazanmasından sonra, ‘Yatay Kalmak/Rester Vertical’ ile ana yarışmaya terfi ediyor.

Eşcinsel kimliğinin altını çizmeyi her filminde ihmal etmeyen Guiraudie ‘Göldeki Yabancı’da, konusu erkek eşcinsellerin buluşma yeri olan plajda geçen bir polisiye yapmıştı.

cannes

Vatandaşı François Ozon’un yolunda ilerleyen yönetmen ‘Dik Durmak’ta iki erkek eşcinsel çifti konusuna dâhil ediyor. Ancak ne yazık ki kendisi François Ozon’un yaratıcılığına sahip değil.

Festivalin bu ilk skandal filmi, izleyicisini, Fransa’nın göbeğindeki Lazére bölgesinin ıssız bir kırsal kesimine götürüyor. Kurtlar üzerine bir film senaryosu yazmak üzere bölgeye gelen genç Léo, koyunlarını otlatan özgür ruhlu Marie ile tanışır. Birbirlerinden hoşlanırlar ve çiftliğin sahibi olan Jean-Louis’in onayı ile burada yaşamaya başlarlar.

Dokuz ay sonra çocukları doğar, ancak Marie haber vermeden ikisini terk eder. İlhamını kaybeden bir yazar olmanın verdiği sıkıntıya eklenen tek başına bir bebeği büyütmenin sorumluluğu Léo’yu bunaltır. Yapımcısından sürekli istediği avans paralarla ayakta kalmaya çalışan Léo işlerin günden güne kötüye gittiğinin farkındadır.

Komşu bir çiftlikte genç bir erkekle yaşayan, Pink Floyd hayranı yaşlı ve eşcinsel bir filozof olan Marcel, kendisine meyli olduğunu belli eden iri yarı kayınpederi Jean-Louis ile çıldırmanın eşiğine gelen Léo, bebeğini alıp şansını şehirde arar.

Yapımcısının kendisini aldattığını anlamasıyla parasız kalan Léo çiftliğe dönmekten başka çare bulamaz. Çünkü kelimenin tam anlamıyla dibe vurmuştur.

Filmin skandal yaratan iki sekansı, Marie’nin doğum yaptığı upuzun sahne ile Léo’nun kendisine ötanazi yapmasını istediği ölümcül hasta Marcel ile giriştiği eşcinsel ilişki sahnesi. Film Jean-Louis ile bebeği kucağında Léo’yu, çiftliğin kuzularını yemeye gelen kurt sürüsünün ortasında gösteren bir final sahnesiyle noktalanıyor.

Basın konferansında Alain Guiraudie, ‘Yatay Kalmak’ ile derin Fransa’ya eğilmeyi amaçladığını ve inanılması zor şeyleri inandırıcı kılmayı istediğini söyledi.

Nefret ettiğim ‘Göldeki Yabancı’dan sonra, sefaletin kucağına düşen bir kayıp ruhun öyküsünü inandırıcı kılan ‘Dik Durmak’ı ilginç buldum.

Aynı şeyleri Fransa’nın 69. festivaldeki dördüncü filmi, Olivier Assayas’ın ‘Personal Shopper’ı için söyleyemeyeceğim. Yeni ölen ikiz kardeşinin cep telefonu ile hayaletlerle temasa geçen Amerikalı genç Maureen’in (Kristen Stewart) insanı çileden çıkaran öyküsü ‘Personal Shopper’ı izlemek tam bir felaket idi.

Hatırlamak bile istemiyorum. Ödül alırken ve basın konferansında yuhalanan Assayas’ın yerinde olmak istemezdim.