İki başarılı film

Park Chan-Wook özgün bir film olan ‘Agassi’ ile Spielberg de çocuk filmi ‘The BFG’ ile öne çıktılar

Viktor APALAÇİ Sanat
29 Haziran 2016 Çarşamba

 

‘İhtiyar Delikanlı’daki başarısına yaklaşan ‘Agassi’ ile Güney Koreli usta adını 69. festivalin favorileri arasına yazdırdı. 30’lu yılların zengin konulu gotik romanındaki atmosferini yansıtan görkemli görselliği, ironi yüklü sinema dili, cinselliğe farklı yaklaşımı ve cüretli seks sahneleri filmin artıları arasında. Ünlü İngiliz yazar Roald Dahl’in ‘E.T’nin senaristi Melissa Mathison tarafından sinemaya aktarılan ‘The BFG’, Spielberg’in çocuk kahramanlı filmlere dönüşünü müjdeliyor. Kendini yalnız hisseden yetim bir kız ile iyi huylu yedi metrelik bir devin kader birliğini anlatan film bizlere fantastik bir dünyanın kapılarını açıyor.

 

GÖRKEMLİ GÖRSELLİĞİYLE BİRİNCİ SINIF BİR KORE FİLMİ

Güney Koreli yönetmen - senarist - yapımcı Park Chan - Wook, 2003 yılında ilk kez geldiği Cannes’da, 15 yıllık tutsaklığının intikamını alan bir adamın öyküsünü anlatan ‘İhtiyar Delikanlı / Old Boy’ ile izleyicileri derinden etkilemişti.

Bilmediği bir sebepten 15 yıl tek başına bir odada hapis hayatı yaşayan bir tutsağın intikam öyküsünü, sinemada ender rastlanan bir şiddet atmosferi içinde anlatıp Cannes’da şok yaratan Park Chan-Wook’a jüri kayıtsız kalmıyor, ikincilik ödülü sayılan Büyük Ödül’e layık görülüyordu.

Seul doğumlu, felsefe tahsili gören bu 53 yaşındaki ustanın, beş yıl aradan sonra geldiği Cannes’da, Emile Zola’nın ‘Therése Raquin’inden esinlendiği vampir filmi ‘Thirst / Susuzluk: Bu Benim Kanımdır’ ile Jüri Ödülü’nün sahibi oluyordu.

Bu yıl festivalin başında gösterilen ‘Agassi’, estetiği, görselliği ve anlatımıyla izleyicileri çok etkiledi ve yazışma boyunca adı favorilerin arasında geçti.

İngiliz kadın yazar Sarah Waters’in konusu Victoria döneminde geçen (19. yüzyıl) ‘Parmakların Ucunda’ adlı romanını Park Chan-Wook, 1930’lu yıllarda Japonya işgali altında yaşayan Kore’ye adapte etmiş.

İngilizce ilk filmi olan, Nicole Kidman ve Mia Wasikowski’li ‘Stoker’den (2013) sonra, Koreli usta, tüm filmlerinde beraberliğini sürdürdüğü görüntü yönetmeni Ching Chung-Hoon ve Seong-Hee ile birlikte kariyerinin ilk tarihi filmini yapmış.

30’lu yılların zengin konulu gotik romanındaki atmosferini yansıtan görkemli görselliği, Park Chan-Wook’un ironi yüklü anlatımı, cinselliğe farklı yaklaşımı ve cüretli seks sahneleri filmin artıları arasında.

Filmin iki kadın kahramanı arasındaki, Abdullatif Kechiche’in ‘Mavi En Güzel Renktir/La Vie d’Adéle’ini akla getiren lezbiyen aşk ilişkileri, estetik yönden çok doyurucu.

İsmiyle ünlü Amerikan tenis ustası Agassi’yi akla getiren film, miras ve dolandırıcılık peşindeki üç kahramanının öyküsünü anlatıyor.

Bir aşk üçgenini içine alan konusuyla film, birbirleriyle yolu kesişen dört kişinin öyküsünü anlatıyor. Kouzuki adlı üçkâğıtçı bir dolandırıcının elinde oyuncak olan yankesici kız Sookee, bir Japon soylusu kimliğine bürünüp, zengin Japon kadını Hideko’nun yanında hizmetçi olarak işe başlar.

Kouzuki’nin planına göre, kendisine âşık edeceği Hidoko sayesinde, malikânenin sahibi, zengin koleksiyoncuyu soyacaktır. Hidoko’nun dayısı olan bu katı yürekli ve zalim insan aynı zamanda çok kurnaz ve zeki olduğu için Kuzuki-Sooke ikilisinin işi kolay değildir.

CÜRETLİ LEZBİYEN SEKS SAHNELERİ

Her kahramanın gizli ajandasının ve entrikalı gizli planlarının olduğu öykü gizemini koruyacak ilerlerken roller sürekli değişir. Gelişen sayısız sürpriz ile kimin kurban kimin kusursuz plan uygulayıcısı olduğu belli olmaz.

İzleyicisini birkaç kez ters köşeye yatıran filmde, malikânenin paha biçilmez kitap koleksiyonu birkaç kez el değiştirirken, kendimizi taşların yerine oturduğu nefis final bölümünde buluruz.

Senarist-yönetmen Park Chan-Wook, hikâyesinin yapısını çok değişik ve özgün bir biçimde sunarken, filmin estetiği ve görselliği göz kamaştırıyor.

Cinselliği kullanmadaki cüreti, mizansenindeki zarif sinema dili, sınıf farklılıklarının altını çizen toplumsal gözlemleri, konusunun zenginliği ‘Agassi’yi ilgiyi hak eden kaliteli bir film yapıyor.

‘İhtiyar Delikanlı’da, Cannes’da yılın jüri başkanı Quentin Tarantino’yu büyüleyen çekiçli intikam sahnelerinin bir benzerini, ‘Agassi’nin finalinde, Kouzuki ile malikânenin zengin koleksiyoncusu arasındaki düelloyu andıran dövüş sahnesinde izliyoruz. Chan - Wook izleyicinin kanını donduran işkence sekansı ile ‘Sympathy for Mister Vengeance’ filmini akla getirirken, “Şiddet benim ihtiras alanım” diyor.

Geçen yıl Cannes jürisi, yine Asya’dan gelen bir ustanın, Tayvanlı Hou Hsiao Hsien’in görkemli tarihi freski ‘Katil’e kayıtsız kalmamış, En İyi Mizansen Ödülü’nü vermişti.

Bu yıl jüri Güney Koreli ustayı ödül listesine almazken, seviyesiz ve kaliteli dört filme ödül vererek skandala imza atıyordu.

Çocuk ruhlu Spielberg

Günümüz sinema endüstrisinin en etkin, en güçlü 2-3 yönetmeni arasında yer alan Steven Spielberg’in son filmi ile ‘The BFG’ (The Big Friendly Giant) 69. Cannes Film Festivali’nde yarışma dışı gösterilmesinden 50 gün sonra bizde gösterime girdi.

Türler arasında dolaşmaktan hoşlanan, yorulmak bilmez, üretken ve çocuk ruhlu bir yönetmen olan Spielberg, parlak kariyerinde unutulmaz çocuk filmlerine imza attı.

Bunlar arasında, kısa zamanda bir kült filme dönüşen, dünya prömiyerini 1982 Cannes Film Festivali’nin Kapanış Galasında yapan, ardından dört Oscar Ödülü kazanan ‘E.T.’, Belçikalı çizer Herge’nin yarattığı ve 85 yıldır çocukların sevgilisi olan Tenten’i sinemaya taşıyan ‘Tenten’in Maceraları / The Advertures of Tintin’ (2011) ve korsan filmi parodisi ‘Kanca/Hook’u (1991) sayabiliriz.

‘İndiana Jones’ serisi, ‘Jurassic Park’ (1993) ve ‘Güneş İmparatorluğu / Empire of The Sun’ (1987) ve ‘Savaş Atı / War Horse’ (2011) da Spielberg’in çocuk kahramanlı filmleri arasındadır.

Tim Bunton’un ‘Charlie’nin Çikolata Fabrikası’ (2005), Jes Anderson’un ‘Yaman Tilki / Fantastic Mr. Fox’ (2009) filmlerine de konu olan romanlarıyla tanınan İngiliz yazar Roald Dahl’ın 1982 tarihli eserinin sinematografik adaptasyonu olan ‘The BFG’nin senaryosu Melissa Mathison’un imzasını taşıyor.

Geçen yılın kasım ayında ölen, Harrison Ford’un eşi olan Melissa Mathison, ünlü E.T. filminin senaryo yazarıydı.

Film, yetimler yurdunun yeni keşifler peşindeki sevimli kız çocuğu Sophie (Ruby Barnhill) ile devler ülkesinin en kısa boylu (7 metre) sakini BFG’nin (Mark Rylance) dostluk ilişkisini anlatır. Uyku tutmadığı bir gece Sophie yatakhanenin penceresinden dev bir yaratığın gölgesini görür.

Yedi metrelik boyuna rağmen, benzerlerinin en kısası en çelimsizi olan BFG, kocaman kulakları ile her şeyi duyabilmekte, devasa hassas burnuyla bütün kokuları alabilmektedir.

Peşine düştüğü BFG’yi devler ülkesinde bulan, ilk başlarda kendisinden korkan Sophie, kısa zamanda onun zararsız olduğuna kanaat getirir. Herkesin uykuda olduğu saatlerde, çocukların kulaklarına güzel rüyalar üflemek için dünyayı ziyaret eden BFG, devler ülkesinin tek insancıl, iyi huylu ve yardımsever yaratığıdır.

Sophie’nin varlığını öğrenen devler onu ele geçirmek için bütün hünerlerini kullanırlar. Birbirlerine güvenerek iş birliğine giren Sophie ile iyi huylu dev, dünyaya yaptıkları ziyarette İngiltere Sarayı’na girmeyi başarıp İngiliz kraliçesinden (Penelope Wilton) destek isterler.

Kraliçenin nedimesi Mary’nin de (Rebecca Hall) yardımı ile peşlerindeki devlerden kurtulmanın ve İngiliz ordusunun devler ülkesine saldırmasının yolunu bulmaya çalışırlar.

Teknik kadrosunu değiştirmekten hoşlanmayan Spielberg, 24 filmde beraberliğini sürdürdüğü, beş Oscar Ödüllü besteci John Williams, iki Oscar’lı görüntü yönetmeni Janusz Kaminski, üç Oscar’lı kurgu ustası Michael Kahn ve iki Oscar’lı dekoratör Rick Carter ile mizanseninde sırtını sağlam bir ekibe yaslamış.

‘Casuslar Köprüsü’nü bitirmek üzere iken ‘The BFG’ projesini ele alan Spielberg, bu filmde yer alan (En İyi Yardımcı Aktör Oscar’ını kazanan) Mark Rylance’a tekrar görev verdiği filmindeki keşfi, 12 yaşındaki İngiliz Kızı Ruby Barnhill, sevimliliği, inanılmaz karizması ve yeteneğiyle izleyicinin hayranlığını kazanıyor.

İnsanları yemekten vazgeçen bir devin, yetimhanede yaşayan sevimli küçük bir kızla yaşadığı, cesaret, dostluk ve macera dolu hikâyesinde, tiyatro kökenli usta aktör Rylance ile ilk kez kamera önüne çıkan Barnhill muazzam bir uyum sağlıyorlar.

Gerçek görüntülerle performans yakalama tekniğiyle çekilen sanal görüntüleri harmanlamakta hüneri ile Spielberg tam not alıyor. Görüntü yönetmeni Kaminski, canlı sahnelerin çekildiği tüm setlerin ve hareket yakalayıcı teknolojiyle çekilen sahnelerin bulunduğu sanal setlerin ışıklandırılmasında önemli bir rol oynuyor.

Steven Spielberg ‘The Big Friendly Giant’ın çığır açan teknolojisi ile bizlere fantastik bir dünyanın kapılarını da açıyor.