Neden Muhammed Ali en büyük idi?

"Sizi yoran tırmandığınız dağlar değil, ayakkabınızın içindeki çakıl taşıdır" ( M. A.)

Vedat LEVENT Spor
15 Haziran 2016 Çarşamba

Bu spor filozofunu daha yakından tanıyalım…

Muhammed Ali, tartışmasız dünyanın en fazla tanınan ve sevilen spor insanıydı. Dünyaya “Ben en büyüğüm!” dediği zaman dünya ona inanmıştı. Çünkü gerçekten de en büyüğüydü. Belki en iyi boksör değildi. Zira Ali’nin kendisi bile Sugar Ray Robinson’un o unvanı hak ettiğini kabul ediyordu. Ancak ne zaman konu en büyüğe gelirdi, o zaman Muhammed Ali’nin üstünlüğü tartışılmazdı. Bir gün yatağının başucunda yaptığı röportajlarından birinde (röportajlarını en çok yatak odasında vermeyi severdi) şöyle demişti: “Beni Çin’in ortasına paraşütle fırlatın, göreceksiniz her çocuk beni tanıyacaktır.”

Sporun en büyük ironilerinden biri olsa gerek; dünyanın en iyi konuşmacılarından biri olan Ali, hayatının son dönemlerini Parkinson hastalığından ötürü konuşamayarak geçirdi. Boyacılık yapan babasını da aynı hastalıktan seneler önce kaybetmişti. Ali’nin durumunda ilerleyen yaşına rağmen yaptığı son on dövüşün bu hastalığı şiddetlendirdiği şüphesiz.

Herhalde spor tarihinde seyircilerin tümünün gözyaşı döktüğü anlar pek azdır. 2 Ekim 1980 günü Ali’nin sondan bir evvelki maçı işte bu anlardan biriydi. Ceaser’s Palace’ta 18 bin kişi Ali’yi canlı gözlerle seyretmek için toplanmıştı. 38 yaşındaki yenilmez ikon, binlerin gözü önünde rakibi Larry Holmes’u bile şaşkınlık içinde bırakarak ringde paramparça oldu. Holmes’un bile içi gitmişti Ali’nin o haline. Hakeme işaret ederek karşılaşmayı bitirmesini istemişti. Maçı izleyen medya mensupları hakeme “bitir” diye bağırıyorlardı. Ali’nin kariyeri boyunca köşe adamı olan Angelo Dundee hakeme “Ben ikinci hakemim ve bu maçı bitiriyorum” diye bağırmıştı. Yediği yumruklardan dolayı kendinde olmayan ve etrafa boş gözlerle bakan Ali, bu sayede 10. round sonunda kendini sandalyeye bırakabilmişti. Belki kariyerini kurtarabilmek için çok geçti fakat en azından hayatı kurtulmuştu. İşte rakibinin bile şampiyonluk maçında, Ali’nin haline dayanamaması ve maçı bitirmeyen hakeme tepki göstermesi Ali’ye duyulan sevgi ve saygının derinliğini gösteren en güzel örnekti.

Ali’nin zirvede olduğu yıllar, boks yıldızlarının parladığı, boksun insanlara keyif verdiği bir dönemdi. O, bu sporu bir sanat formuna dönüştürdü. Şiddetin yoğun olduğu bu spordan bir balet edasıyla sıyrıldı.

Onun etrafındaki basın mensupları çok şanslıydı. Çünkü tarihi kendi gözleriyle görmüş ve yazmışlardı. Hiçbir zaman hikâyesiz kalmamışlardı. Onu iyi tanıyan gazetecilerden biri olan Alan Hubbert’a sözü veriyoruz: “Muhammed Ali’nin etrafında bir spor yazarı olarak bulunmak sanki Tanrı’nın bir lütfuydu. 1970’lerde bir gün onunla röportaj yapabilmek için Dublin’e gitmiştim. Şanssızlık o ya, grip olmuştu ve odasında doktor nezaretinde dinleniyordu. Menajeri Dundee’ye Ali ile 10 dakika görüşmemizin mümkün olup olmadığını sorduğumda bana çok güldüğümü hatırladığım bir yanıt vermişti: Mümkün değil. O kimseyle bir saatten az konuşmaz ki! Sonra Ali’nin odasına telefon etti, o da bizi kırmadı ve odasına buyur etti. Tam iki saat sonra not defterlerimizi bitirmiş olarak odadan çıktığımızı hatırlıyorum.

Ali, şampiyon oldu ve Malcolm X’in İslam Milleti hareketine katılarak Müslüman oldu. Belki bunda geçmiş hayatında beyaz Amerikalılardan gördüğü adaletsizliğin de etkisi vardı. Gençlik yıllarında (ismi henüz Cassius Clay iken) kendi mahallesinde sırf siyah olduğu için bir fast food restoranına alınmamıştı. Roma Olimpiyatları’nda hafif sıklet şampiyonluğunu kazandıktan sonra madalyasıyla aynı restorana gitmişti ve madalyasını göstererek bir hamburger istemişti.  Bunu gören kasiyer “İstediğin kadar madalyaya sahip ol, biz zencilere servis vermiyoruz!” yanıtını vermişti. Bu olay, genç Ali’nin üzerinde büyük bir etki bırakmıştı.

Ali, hayatının son 35 yılında bir kelebek gibi uçmamıştı, bir arı gibi sokmamıştı belki… Fakat 1963’ten beri 50’yi aşkın rakibiyle yaptığı maçlar (Sonny Liston, Joe Frazier ve Henry Cooper gibi şampiyonlar dahil) boks sporunun tarihini değiştirmişti. Spor hayatı olan menajerliğini yapan Angelo Dundee, onu şöyle tanımlıyordu: “Muhammed gerek ring içerisinde gerekse ring dışarısında harika biriydi. Bugün insanları bu şekilde kendinden geçiren başka biri daha yok. Onunla kimseyi karşılaştıramazsınız. O dünyaya bir kere gelen insanlardandır. Başka bir Muhammed Ali olmayacaktır.”

Muhammed Ali’nin boksa başlama hikâyesi ilginçtir. 17 Ocak 1942’de iki kardeşin en küçüğü olarak Louisville, Kentucky’de doğan Ali (daha sonra Rahman Ali adıyla anılacak olan ağabeyi Rudolph Valentino Clay de bir boksördür) 12 yaşındayken Louisville’de gaspa uğramış, dayak yemiş ve akabinde bisikletini çaldırmıştı. Kendisini yolda ağlarken gören beyaz polis memuru Joe Martin, ona boks öğrenirse bu tür saldırganlara karşı koyabileceğini öğütler. Küçük Ali’nin, bu öneriyi oldukça ciddiye aldığı şüphesizdir.

Muhammed Ali, 18 yaşındayken olimpiyatlarda hafif sıklet şampiyonası finalinde Polonyalı rakibi Zbigniew Pietrzykowski’yi yenerek ilk altınını kazandı. İleride imzası olacak hızlı yumrukları ve ona özgü uçan kaçan stiliyle ilk defa orada dikkatleri üzerine çekti. Altın madalyasıyla o kadar mutluydu ki bir röportajında iki gün boyunca o ilk madalyayı boynundan çıkarmadığını söylemişti. İşte hayata bakışını değiştiren Louisville’deki fast food restoranına bu madalya ile gitmişti. Kasiyerin yanıtı onu o kadar sinirlendirmişti ki madalyasını Ohio nehrine fırlatmıştı. 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda olimpiyat meşalesini yakma onuru Ali’ye verilmişti. Aynı gün kaybettiği madalyasının birebir kopyasını ona hediye ettiler. Çocuklarına o an için “O kasiyere ve onun gibi düşünenlere en güzel cevabı Atlanta’da verdim” dediği rivayet edilir.

Olimpiyat şampiyonluğunun akabinde iki ulusal altın eldiven unvanı kazandı. 100 galibiyet ve beş mağlubiyetle rekor kırdı. 1964 yılında 22 yaşındayken Miami’de mafyanın adamı olarak nam salmış Sonny Liston ile karşılaştı ve dünyayı iki kere şoke etti. Birinci şokun sebebi henüz altıncı round’da yenilmez denilen Liston’u emekli etmesiydi. İkinci şokun sebebi ise İslam’ı kabul etmesiydi. Genç şampiyon tüm Amerika’ya köle adım dediği Cassisus Clay ismini artık kullanmayacağını ve adının bundan böyle Muhammed Ali olarak anılacağını beyan ediyordu.

1967 yılında Vietnam Savaşı için ordu kurasına katılmayı reddetti. Bunun neticesi olarak yasaklandı, unvanları söküldü ve beş yıl hapse mahkûm edildi. Kendini şöyle savunuyordu: “Benim derdim Viet-Kong’lularla değil. Onlar hiçbir zaman bana pis zenci demediler.”

Ali’nin lisansı 3,5 yıllık sürgünden sonra geri verildi. Bu süre zarfında camilerde ve kolejlerde dersler verdi. Amerika’ya yayılmaya başlayan savaş karşıtı düşüncesinin de etkisiyle Yargıtay cezasını kaldırdı ve hiç hapse girmedi.

1970’te uzun bir aradan sonra aynı zamanda bir aşiret reisi olan dev cüsseli Jerry Quarry’yi Atlanta’da darmadağın etti. Üçüncü round’da rakibini devirdi. Bundan sonraki maçını Oscar Bonavena ile yaptı ve onu da yendi.

Fakat üçüncü maçı tüm kariyeri boyunca unutmayacaktı. Bokstan uzak kaldığı yıllar ona maddi yardımda da bulunan ezeli rakibi Smoking Joe Frazier, profesyonel kariyerinde onu yenen ilk kişi olacaktı. 1971’de Madison Square Garden’da yapılan bu maç, bugün bile yüzyılın maçı olarak bilinir.

Ali’nin bir sonraki kurbanı yine dev cüsseli bir şampiyondu. Olimpik şampiyon George Foreman ile ‘The Rumble in the Jungle’ organizasyonu bünyesinde Kinshasa, Zaire’de (bugünkü Demokratik Kongo) karşılaştı. Spor tarihinin en sihirli anlarından biri olarak gösterilen bu pahalı karşılaşmaya ülkesinin dünyaya tanıtımını yapmak isteyen diktatör Mobutu Sese Seko sponsor olmuştu. 80 bin kişinin doldurduğu 20 Mayıs Stadyumu 8. round’da Foreman’ın bilinçsiz bir şekilde yere düşmesiyle gürültüden neredeyse yıkılıyordu. Muhammed Ali 32 yaşında tekrar Dünya Şampiyonu idi. Ali bütün maç boyunca klasik taktiğini uygulamış ve iplere yaslanarak Foreman’ın demir yumruklarını yumuşatmayı başarmıştı. Şaşkın Foreman’a maç boyunca sürekli “yapabileceğinin en iyisi bu mu?” diyerek psikolojik baskı kurmuştu.

Manila Savaşı diye de adlandırılan karşılaşma iki ezeli rakip Joe Frazier ile Muhammed Ali’yi bir kez daha karşı karşıya getirecekti. Bu maçta iki boksör birbirlerine duydukları nefreti öyle bir kusmuşlardı ki ikisi de ölümün eşiğine gelmişti. Maçın bitimine üç dakika kala Frazier’ın ring ortasında öleceğinden korkan antrenörü Eddie Futch, boksörünü ringden çekmek zorunda kalmıştı.

 1978 yılı, Muhammed Ali’nin üçüncü geri dönüşüne tanık oluyordu. Unvanını yine kendisi gibi hafif sıklet Olimpiyat Şampiyonu Leon Spinks’e kaptıran Ali, bu karşılaşmanın rövanşında bu kez rakibine üstün gelerek üç kez geri dönüş yapıp kemeri kazanan ilk boksör olacaktı. 

Muhammed Ali, renkli kişiliği, sporcu dehası ve felsefi sözleriyle dünya tarihini adını yazdıran insanlardan biridir. Birçok insana örnek olmuştur. Kalplerde yaşayacaktır.

MUHAMMED ALİ’NİN EFSANE OLAN BAZI SÖZLERİ

 Kelebek gibi uçar, arı gibi sokarım. Gözlerinin göremediğine elleri vuramaz.

 Frazier o kadar çirkin ki suratını ABD Vahşi Yaşam Ofisi’ne bağışlamalı.

 Benimle dövüşmeye niyetliysen sana hız, dayanıklılık ama en önemlisi iyi bir hayat sigortası lazım.

 Boks, birçok beyaz adamın iki siyah adamın birbirlerini dövmesini izlemeleridir.

 O kadar hızlıydım ki dün gece otelimde ışığı kapattım ve daha karanlık olmadan yatağıma girmiştim.

 Ciddi bir iş yaptığımı biliyorum. Bunu kimsenin bana izah etmesine gerek yok. Bir adamla dövüşmüyorum. Birçoğuyla dövüşüyorum. İşte burada yıkamadıkları bir adam var. Benim görevim 30 milyon siyaha özgürlük getirmek.

 İnsanlara hizmet etmek bu dünyada ödediğimiz kiradır.

 Sizi yoran tırmandığınız dağlar değil, ayakkabınızın içindeki çakıl taşıdır.

 Risk alamayacak kadar korkak olanlar bu hayatta hiçbir şey başaramazlar.