Sinemanın kalbi bir kez daha Cannes’da atacak

Dünya sinemasının kalbi, 69. kez Cannes’da atacak. 11-22 Mayıs tarihleri arasındaki festivalde 21 film yarışacak. Viktor Apalaçi, sinema endüstrisine m ensup 35 bin kişinin bir araya geleceği festivalin nabzını tutacak ve gelişmeleri Cannes’dan Şalom’a aktaracak.

Viktor APALAÇİ Sanat
11 Mayıs 2016 Çarşamba

Uluslararası film festivalleri arasında birincilik kürsüsündeki yerini 69 yıldır koruyan Cannes Film Festivali, bu akşam başlayıp 22 Mayıs tarihine kadar devam edecek.

Çiçeği burnunda bir sinefil olarak 1966 yılında izlemeye başladığım festivalde geçen yıl ‘Altın Yıl’ımı yaşamıştım.

Cannes’a festivalin başlangıç tarihinden bir gün önce gitme adetine bu yıl da uydum. Şimdilik bomboş gözüken Cannes’da fırtına öncesi sessizliği hâkim. Ancak 12 gün boyunca sinema dünyasının kalbinin atacağı bu yerde, başlama vuruşunun yapılacağı Açılış Galasının ardından büyük bir hareketlilik yaşanacak.

Oscar Ödülleri’nden sonra sinemanın en önemli etkinliği olan Cannes Film Festivali’ne sinema endüstrisine mensup 35 bin kişi ve görsel-yazılı basın mensubu 4 bin kişi geliyor.

Festivalin kaptan köşküne geçen yıl geçen Pierre Lescure’ye Festival Genel Direktörü Thierry Frémaux dümende yardımcı olacak.

Her yıl mayıs ayında sinemanın kalbinin Cannes’da attığı söylenir. Bu muazzam sinema fuarında, yarışmak için müracaat eden 1869 aday arasında, 49 film resmi seçkide yer aldı.

Ana yarışma programında 21, ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünde 19 film var. Woody Allen, ‘Café Society’ ile dördüncü kez Açılış Galasında başlama vuruşunu yapan yönetmen olacak.

Yarışma dışı gösterilecek ‘Disney’s the BFG’nin yönetmeni Steven Spielberg, üç yıl önce jüri başkanı olarak yaptığı basın konferansında Cannes Film Festivali’nin işlevini şu cümlelerle dile getirmişti:

“Cannes dünyanın dört bir tarafından gelen sayısız film arasından keşif yapmak için sinemanın rekabet tanımaz platformudur. Cannes Film Festivali sinemanın dünyadaki müşterek lisanı olduğunu, yorulmak bilmez bir enerji ile kanıtlamayı sürdürüyor.”

EV SAHİBİ FRANSA İDDİALI

Son yıllarda olduğu gibi, bu yıl da ev sahibi Fransa yarışmaya en çok sayıda film ile katılan ülke. Dört Fransız yarışmacı arasında, en iddialı olanı (evvelce Cannes’da iki kez Jüri Büyük Ödülü kazanmış olan) Bruno Dumont.

Festivalin ikincilik ödülü sayılan bu ödülden birinciliğe (yani Altın Palmiye’ye) ulaşmak için Dumont, ‘Ma Loute’ ile şans arayacak. 1910’da Fransa’nın kuzeyinde geçen konusuyla film, esrarengiz turist kaybolma olayları ile diken üzerindeki tedirgin bir bölgede, bir balıkçı ailesinin oğlu ile zengin bir burjuva ailesinin küçük kızı arasındaki aşk hikâyesini anlatıyor.

‘Personal Shopper’ ile yarışacak (ünlü yönetmen Jacques Remi’nin oğlu) Olivier Assayas Cannes’ın müdavimleri arasında yer alıyor. Biri yarışma dışı olmak üzere Cannes’da evvelce beş filmi gösterilen Assayas’ın bu yılki filmi bir fantastik gerilim.

Filmin kahramanı ruhlarla temasa geçmede özel bir yeteneği olan, Paris’te yaşayan bir genç kız (Kristen Stewart).

‘Dik Durmak/Rester Vertical’ ile yarışmaya katılan Alain Guiraudie, üç yıl evvel Belirli Bakış Bölümünde ‘L’inconnu du Lac’ filmiyle En İyi Yönetmen seçilmişti. Erkek eşcinsellerin buluşma noktası olan bir plajda geçen konusuyla film, senaryosu boşluklarla dolu, başarısız bir polisiye idi. O filmden nefret etmiştim.

‘Dik Durmak’ macera ruhlu bir adamın genç bir çoban kızına rastlaması, bebekleri doğduktan sonra kadının onları terk etmesinin hikâyesi.

Cezayir doğumlu bir pied-noirs ailesinin oyuncu kızı Nicole Garcia’yı sayısız rolde izledik. Yönetmen olarak yaptığı sekizinci film olan ‘Mal de Pierre’de, Garcia bir dram ile yarışmaya katılıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında geçen konusuyla film, bir kadının mutlak aşkı bulma arayışına odaklanan bir dram.

FESTİVALDE AMERİKAN SİNEMASI

Uluslararası yarışmaya ‘Paterson’ ile katılan Amerikan Bağımsız Sinemasının prestijli ismi Jim Jarmush, evvelce Cannes’da ilk filmi ‘Cennette Bir Garip’ (1984), ‘Altın Kamera’, ‘Kahve ve Sigara’ (1993) ile Kısa Metraj Altın Palmiye ve ‘Kırık Çiçekler’ (2005) ile Jüri Büyük Ödülü kazanmış bir sanatçı.

Seçici kurulun bu yıl Cannes’a iki filmini alan tek yönetmen olan Jim Jarmush’un Gece Yarısı Seanslarında ‘Busan Treni’ adlı bir film de yarışma dışı gösterilecek. ‘Paterson’ ise part-time otobüs şoförlüğü yapan New Jersey’li bir şairin öyküsü.

Henüz dört filmle çizgi dışı bir yönetmen olduğunu kanıtlayan, festivallerin gözdesi Jeff Nichols ‘Sevmek/Loving’ ile yarışacak.

Beş yıl önce Cannes’ın yan bölümü ‘Yönetmenler Haftası’nda ‘Sığınak/Take Shelter’ ile En İyi Film ve Sinema Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) ödüllerini kazanan Jeff Nichols’un yeni filmi bir dram.

1958’in ayırımcı ABD’sinde evlenmeye karar veren beyaz bir erkekle, siyahi bir kadının yaşadığı travmayı anlatan film, Virginia eyaletinde yargılanan çiftin hapis cezasına mahkûm edilişini anlatıyor.

Oscar ve Altın Küre Ödüllerini ikişer kez kazanan Sean Penn, dünyanın en prestijli film festivalleri olan Cannes, Venedik ve Berlin’de En iyi Aktör seçilen, sinemanın belki tek oyuncusu.

2008’de Cannes’da jüri başkanlığı yapan, Sean Penn’in son 25 yılda yönetmenlik yaptığı altı film var. Bunların sonuncusu ‘Son Yüz/The Last Face’, savaşın pençesinde acılar yaşayan Afrika’da geçen konusuyla, bir kadın doktorun (Charlize Theron) uluslararası bir yardım kuruluşunun üst düzey yöneticisi (Xavier Bardem) ile yaşadığı aşkı anlatıyor.

 

ÇİFTE ALTIN PALMİYELİ YÖNETMENLER KULÜBÜ

Cannes tarihinde yedi yönetmen Cannes’ın büyük ödülünü iki kez kazanma başarısını gösterdiler: Alf Sjöberg, Francic Ford Coppola, Shohei İmamura, Emir Kusturica, Bille August, Michael Haneke ve bu yıl da yarışmada olan Dardenne Kardeşler.

Belçikalı Luc ve Jean-Pierre Dardenne, üçüncü kez Altın Palmiye kazanan ilk isimler olarak, Cannes tarihine geçme fırsatını bakalım iyi kullanabilecekler mi?

Dardenne Kardeşlerin filmi ‘Gizemli Kız/La Fille İnconnue’, bir genç kadın doktorun başından geçenleri anlatan bir dram.

İki kardeş Avrupa sinemasında sosyal değerlere önem veren yönetmenlerden İngiliz Ken Loach ve Mike Leight ile aynı seviyede gösteriliyor.

Yazdıkları senaryolarda, iyi düşünülmüş konuları, gerçek hayattan alınmışçasına büyük bir gerçekçilik anlayışıyla işlemedeki hünerleri, Dardenne’leri benzersiz kılıyor.

10 yıl önce ‘Özgürlük Rüzgârı’ ile Altın Palmiye kazanan Ken Loach bu yıl ‘Ben, Daniel Blake’ adlı sosyal içerikli filmiyle yarışıyor. Sağlık sorunları yüzünden hayatında ilk kez sosyal yardım isteyen bir marangoz ile lojman arayan dul bir kadının dayanışmasını anlatan film, sosyal hizmet ağının kurbanı iki insanın bürokrasiyle savaşının hikâyesi.

Filmleriyle Çavuşevsku Romanya’sının keskin eleştirisini yapan Cristian Mingiu, şaşırtıcı başyapıtı ‘4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’ ile 2007’de Altın Palmiye, beş yıl sonra da ‘Tepelerin Ardından’ ile En İyi Senaryo Ödüllerini kazanmıştı.

Mingiu’nun bu yıl yarışacağı ‘Lise Diploması/Bacalaurat’ ebeveynlerin çocuklarına söyledikleri ve onların kendilerini nasıl gördükleri üzerine bir dram.

İspanyol Pedro Almodovar'ın 'Julieta'sı

 

 

Aralarında İspanyol Pedro Almodovar, İranlı Asghar Farhadi, Fransız Olivier Assayas ve Bruno Dumont, Kanadalı Xavier Dolan, Amerikalı Jim Jarmush, Jeff Nichols ve Sean Penn olan yedinci sanatın kalburüstü sanatçıları Altın Palmiye peşinde koşacak.

Eski tüfeklerden Hollandalı Paul Verhoeven, genç Danimarkalı Nicolas Winding Refr, G. Koreli usta Park Chan-Wook, İngiliz kadın yönetmen Andrea Arnold, prestijli filmleri ile yarışmanın iddialı isimleri arasında.

 

AVRUPA’NIN DİĞER ALTI TEMSiLCİSİ

Fransa ve Belçika dışında Avrupa, Cannes 2016’da altı ülkeyle temsil edilecek. İtalya’nın bu yıl festivalde temsil edilemiyor olması bence büyük bir kayıp.

Ken Loach’ın yanında İngiltere’nin Cannes’daki ikinci filmi ‘American Honey’in yönetmeni, bu festivalin yakından tanıdığı bir kadın sanatçı olan Andrea Arnold.

‘Kırmızı Sokak/Red Road’ 2006’da Cannes Jüri Ödülü, ‘Akvaryum/Fish Tank’ 2009’da Özel Jüri Ödülü kazanmıştı. ‘Amerikan Balı’ ahlaksız, seks düşkünü alkolik bir adamın öyküsü.

Yarışan yönetmenlerin, Ken Loach’tan sonra en yaşlısı olan Hollandalı Paul Verhoeven, Hollywood yapımı ‘Robocop’, ‘Total Recall’ ve ‘Show Girls’ gibi filmleriyle tanınıyor.

Bu yıl Cannes’da yarışan ‘O Kadın/Elle’, yönetmenin 15. uzun metrajlı filmi. Kendi evinde bir yabancının saldırısına uğrayan başarılı bir iş kadınının (Isabelle Huppert), düzenini bozan bu adama yaptığı misillemeyi anlatıyor film.

İspanyol sinemasının Luis Bunuel’den sonra yetiştirdiği en ünlü isim olan Pedro Almodovar, evvelce Cannes’da ‘Annem Hakkında Her Şey’ (1999) ile Mizansen Ödülü, ‘Dönüş/Voloer’ (2006) ile Senaryo Ödülü kazandı. Almodovar bu yıl ‘Julieta’ ile daha prestijli bir ödül kovalayacak.

Filmde, Julietta’nın uzun yıllardır göremediği kızına, gizlediği bir sırrı bildirmeye karar verişini izleyecek, bir insanın sevdiklerini terk etmeye iten, hayatından silip çıkaran, yok sayan derin bir gizeminin sorgulanışına tanık olacağız.

Cannes’da evvelce de Danimarka’yı temsil eden Nicolas Winding Refn 2011’de ‘Sürücü/Drive’ ile En İyi Yönetmen seçilmişti. Bu yılki filmi ‘Neon Şeytanı/The Neon Demon’ korku-gerilim türünde.

Romanya’nın yarışmadaki ikinci filmi, ‘Lazaresco’nun Ölümü’ ile tanıdığımız Cristi Puiu’nin ‘Siera Nevada’sı.

Adını ilk kez duyduğum genç Alman yönetmen Maren Ade’nin (40) ‘Toni Ederman’ı ile yarışmadaki Avrupa filmleri defterini kapatıyoruz.

ÜÇÜ ASYA’DAN SON BEŞ FİLM

Yarışmaya sonradan dâhil edilen İranlı usta Asghar Farhadi, En İyi Yabancı Film ve Senaryo Oscarları ve Cesar Ödüllü ‘Bir Ayrılık’  başyapıtının yaratıcısı. Bu yıl ‘Satıcı/The Salesman’ ile yarışacak Farhadi; Arthur Miller’in ‘Satıcının Ölümü’nden yola çıkarak, bu oyunda yer alan bir çiftin bozulan ilişkilerini anlatacak.

Cannes’da 2003’te ‘İhtiyar Delikanlı/Oldboy’ başyapıtıyla Jüri Büyük Ödülünü kazanan Güney Koreli usta Park Chan-Wook, ‘Agassi: The Handmaiden’de bizleri 1930’lu yılların Kore ve Japonya’sına götürürken, yolları kesişen üç kişinin öyküsünü anlatacak.

Cannes’da evvelce dört kez gelip, 2009’da ‘Kinatay’ ile En İyi Yönetmen seçilen Filipinli Brillante Mendoza, bu yıl ‘Ma Rosa’ adlı filmiyle ödül listesine girmeye çalışacak.

Güney Amerika sinemasının Cannes’daki tek temsilcisi Kleber Mendonça Filho’nun ‘Aquarius’unu, efsanevi Brezilyalı aktris Sonia Braga’yı tekrar gündeme getirdiği için merak ediyorum. Filmde emeklilik hayatını sürdüren bir müzik eleştirmenini oynayan Braga, oturduğu dairede ölünceye kadar oturmaya niyetli ve bu uğurda müteahhitlere savaş açan prensip sahibi bir kadını canlandırıyor.

Son filmimiz, Kanada sinemasının harika çocuğu, festivallerin aranan ismi Xavier Dolan’ın ‘Dünyanın Sonu/ Juste La Fin Du Monde’u. 2014’te ‘Mommy’ ile Jüri Ödülü’nün sahibi olan Dolan, Cannes’a bu beşinci gelişinde, bir tiyatro oyunundan senaryosunu yazdığı filmle ödül peşinde koşacak.

Genç bir şairin bir gününü anlatan filmde, 12 yıllık bir ayrılıktan sonra doğduğu şehre dönen genç yazarın, ailesine ölüme yaklaştığını söylemek için geldiğini izleyeceğiz.