Firavun’un kargaşa sarayı

Avraam Avinu’nun eşi olan kutsal annemiz Sara, son derece güzel bir kadındı. Onu gören herkes çarpıcı güzelliğine hayran olur, uzun zaman etkisinden kurtulamazdı. Duru güzelliği ve gözlerinin emsalsiz parıltısı karşısında şaşkınlıkla kalıverirlerdi.

Sara YANAROCAK Kavram
27 Nisan 2016 Çarşamba

Avraam ve karısı, Kenaan ülkesinden Mısır’a kaçmak zorunda kaldıkları zaman, Sara’nın cazibesi başlarına dertler açtı. Sara güzelliği ile gittikleri her yerde dikkati üzerine çekiyordu. Avraam karısının bu güzelliğinin firavunun kulağına gitmesinden ve onu haremine kapatmasından korkuyordu. Sınır kapısına gitmeden önce uzun uzun düşünen Avraam, sonunda karısını bir sandıkta gizleyip sınırı böyle geçmeye karar verdi.

Mısır sınırına vardıklarında, hudut askerleri, Avraam’a sandıkta ne olduğunu sorduklarına; “Arpa” diye cevapladı. Askerler, “Arpa ucuz bir tahıldır. Sen bu sandığa mutlaka buğday doldurmuşsundur” dediler. Avraam, “Önemli değil size buğday vergisi ödeyebilirim” deyince askerler daha fazla kuşkulanarak zorla sandığı açtırmak istediler.

“Daha fazla vergi ödemeyi teklif ettiğine göre, demek ki sandıkta daha değerli şeyler taşıyorsun” dediler.

“Sakın bu sandıkta baharat olmasın?” dediklerinde Avraam bu defa da baharat vergisi vermeyi teklif etti. Askerler gülüşerek, “Oooo, işler iyi gidiyor. Yoksa sandıkta altın mı var?” dediklerinde, Avraam bu sefer vergiyi altın olarak vermeyi teklif etti. Askerlerin komutanı.

“İşler çatallaşıyor. Bizim görevimiz en yüksek vergileri almaktır, o halde senden değerli taşlar talep ediyoruz" deyince, Avraam sakince;

“Tamam istediğiniz gibi olsun” diye cevapladı. Gümrük nöbetçileri olanlara bir anlam veremiyorlardı. Şüphe içindeydiler. Aralarında tartıştıktan sonra sandığı açtırmaya karar verdiler. Aralarında, “Bu sandıkta kesinlikle çok tehlikeli bir şeyler var” diye mırıldanıyorlardı. Avraam hırsla itiraz ediyordu ama askerler sonunda onu tutukladılar ve sandığı açtılar. Kapağı kaldırdıkları zaman, Sara bütün güzelliği ile karşılarına çıktı. Hepsi hayranlıkla ona baka kaldılar. Komutan, “Gerçekten de bu, nadir bulunan bir mücevher” dedi. Sara’yı sandıktan çıkartıp, hemen Firavuna götürmeye karar verdiler. Firavun Sara’yı ilk gördüğü anda ona vuruldu, dili tutuldu. Kadın aslında son derece muhafazakâr ve mütevazı giysiler içindeydi. Ne mücevherleri ne de süslü giysileri vardı. Nedir ki Firavun ömründe ilk kez böylesine güzel bir kadınla karşılaşmıştı. Avraam’ı gördüğü zaman, bakışları bulutlandı ve Sara’ya dönerek, “Bu adam kimdir?” diye sordu. Firavunun kocasına bir zarar vereceğinden veya öldüreceğinden korkan Sara; “O benim ağabeyimdir” diye cevapladı. Firavun bu cevabı duyunca gevşedi ve Avraam’a doğru dönerek tatlı bir sesle:

“Kız kardeşiniz inanılmaz bir güzelliğe sahip. Beni büyüledi. Kendimi ona bakmaktan alamıyorum. Son derece çarpıcı bir güzelliği var. Çok çekici bir kadın. Onu haremimin birinci gözdesi yapmak isterim. Bunun karşılığında sizi servete boğacağım. Çok değerli hediyeler vereceğim” dedi. Avraam öfkesini kalbinde gizleyecek kadar akıllı ve bilge bir insandı. Sara’ya yavaşça şöyle fısıldadı; “Cesaretli ol sevgilim, Tanrı elini üzerimizden çekmeyecektir, bana inan…”dedi. Firavuna karşı çıkmadığı için, Avraam’ı yanına alan baş danışman, onu içinde değerli eşyalar olan harika bir malikâneye götürdü. Önüne sandıklar dolusu altın ve mücevher konuldu. Hepsi firavunun hediyesiydi. Malikânenin depo bölümüne ona verilmek üzere, yüzlerce deve, sığır ve koyun getirip, onun adına teslim ettiler. Firavun Avraam’ı bir devlet başkanı gibi ağırlıyordu.

Sonunda Avraam odasında yalnız kalınca, sessizlik içinde, kendinden geçercesine Tanrı’ya yakarmaya başladı. Aynı anda, Sara hareme götürülmüş, kraliçelere layık bir odada ağırlanıyordu. Önce altın bir küvette onu yıkadılar. İpek havlularda kurulandıktan sonra üzerine muhteşem nakışlarla bezenmiş bir elbise giydirildi. İpek gibi, siyah uzun saçları altın iplikler ve değerli taşlı tokalarla örülüp süslendi. Tenine mis kokular, yağlar sürüldü. Sonunda hazır olduğu zaman Firavunun huzuruna götürüldü. Firavun Sara’yı tepeden tırnağa süzerek, hoşnutlukla, “Seninle baş başa kalmak, seni seyretmek istiyorum. Diliyorum ki gözlerim, senin nadir görülen güzelliğinle bayram etsin” dedi. Sara ona iğrenerek baktı. Firavun Sara’nın gözünde çirkin ve iğrençti. Gülüşü itici, görünüşü vahşi bir hayvan gibiydi. Sesi ürkütücüydü. Firavun tatlı bir sesle, “Sakın korkma, sana asla zarar vermem, asla” dedi sonra devam etti, “Şeref sözü veririm ki, sana değer vereceğim ve saygı göstereceğim”. Sara ona telaşla bakarak, “O zaman beni hemen serbest bırak, ağabeyimin yanına gitmeme izin ver” dedi. Firavun ona tutkuyla sarılmaya çalışarak;

“Herhalde şaka yapıyorsun. Bu kesinlikle olmaz. Sen artık benim kraliçem olacaksın…” Sara dehşetle, “Dur!” diye bağırdı.

“Eğer bir adım daha atarsan…” derken, Firavun gülerek sözünü kesti. Kral olduğu için böyle tavırlara alışkın değildi. Kaşlarını çatınca, Sara hemen sözünü kesti. Sara adama değil, onun arkasındaki bir noktaya gözünü dikti. Firavun hızla arkasını döndü ama hiçbir şey göremedi. Onun göremediğini, Sara görmüştü. Elinde büyük bir sopa olan bir şekil, bir ruh… Firavun Sara’ya dönerek;

“Hadi aptal olma! Senin hayallerinden etkilenip, öfkelenecek değilim. Sen hiçbir şey görmedin, benim de bu saçmalıklara inanacak halim yok. Asla! Başında taç olan bir hükümdar, bu saçmalıklardan korkmaz” diye bağırdı.

Sara firavuna cevap vermedi. Artık korkmuyordu. Avraam’ın ve kendi dualarının, artık Tanrı tarafından duyulduğundan iyice emindi. Tanrı başlarına kötü bir şey gelmesine izin vermeyecekti. Firavun onun sessizliğini teslimiyet sanarak, yeniden kadına doğru hamle etti. Ama başının çevresinde kuvvetli bir rüzgâr esmeye başladı. Bir an durup etrafını kontrol etti ama hiçbir şey göremedi. Sara hareketsiz bir biçimde ayakta bekliyordu. Firavun, “Garip, sanki odada birisi vardı” diye homurdandı. Tekrar Sara’ya dönüp sarılmak istedi, bu kez soğuk esintiler omuzlarını sardı. Ağrılar içindeydi, bağırmamak için kendini zor tutuyordu. Tam hastalanmaya başladığını düşünürken, ağrıları yok olunca, cesaretlenip yeniden Sara’ya gülümsemeye başladı. Deminki çaresiz haline bir neden bulmaya çalışarak; “Sanırım önemli bir şeyler oldu ama ne olduğunu anlamış değilim” diyerek elini uzattı ve kadını okşamak istedi. Sara çakmak çakmak gözlerle adama bakarak, öfkeyle, “Eğer bana parmağının ucunu bile değdirirsen, bunu pahalıya ödersin” diye haykırdı. Firavun alayla, “Pöh!”diye gülerek elini tekrar uzattı. Bu defa Tanrı’nın ruhu, firavuna elini bile sürmeden, yavaşça bütün vücuduna yayılan bir güçsüzlük duygusu verdi. Firavun artık hareket edemiyordu. Yüzü bembeyaz oldu ve titremeye başladı. Sonunda güçlükle, “Sen cadı mısın? diye sordu. Sara bu soruyla kendisini küçük düşüren firavuna o kadar öfkelendi ki, gözleriyle Ruh’a işaret etti. Firavun bir anda dizlerinin üzerine düşüverdi. Ruh elindeki sopayı kuvvetle firavunun başında ve omuzlarında şaklatmaya başladı. Kral acılar içinde ulumaya başladı:

“Lütfen beni bağışla, sana yalvarıyorum!” diye çığlıklar atıyordu.

“Benim kötü bir niyetim yoktu. Çok hastayım, vücudum çok ağrıyor. Kolum felç oldu” diye haykırıyordu. Sopanın vuruşları durdu. Firavun kolunu hareket ettirebildi. Acı içinde kıvranıyordu. Her tarafı yara bere içindeydi. Apar topar ayağa kalktı, Sara’ya bakarak ertesi gün geleceğini söyleyerek odayı terk etti. Sara odada kilit altında tutulduğunu anlayınca bu sefer hiç korkmadı ve telaşlanmadı.

Firavunun o günkü maceraları daha sona ermemişti. Tanrı’nın ruhu şen ve keyifliydi. Firavunu iyice ürkütmeye kararlıydı. Ona eğlenceli bir gece yaşatacaktı. Firavun odasına girip bitkin bir şekilde yatağına uzandı. Ama Ruh sopasıyla onu dürtükledi, havalandırdı ve boylu boyunca yere düşürdü. Firavun dehşet içinde kalkıp yatağına yeniden uzanır uzanmaz, yeniden fırlatıldı yine yere kapaklandı. Bu defalarca tekrar etti. Firavun bir odadan ötekine gidiyor, aynı olayı tekrar tekrar yaşıyordu. Bütün çabaları boşunaydı. Bu gece ona yatmak haramdı. Her yatak ve koltuk onu yere fırlatıyordu. Kral yanındakileri yataklara ve koltuklara yatırıyordu. Onlara hiçbir şey olmuyordu. Veziriyle birlikte yattıklarında vezir yerinde kaldı, o yine yataktan fırlatılıp, karşı duvara yapıştı. Bu sefer kafa üstü düşmüş, ayakları yukarıda kalmıştı. Aniden ayakları havadayken kafasının etrafında fırıldak gibi dönmeye başladı. Saray hekimleri bu hale bir çare bulamadılar. Sihirbazlar dönen kafayı bir türlü durduramadılar. Firavunun kafa üstü dönüşü yavaş yavaş hızını kesti, nihayet durunca firavun sendeleyerek ayağa kalktı. Odaların arasında volta atıyordu. Artık yorgunluktan yıkılıyordu ama ne oturabiliyor, ne de uzanabiliyordu. Koridorları arşınlarken, duvar köşelerine tosluyor, duvarlarda oluşan yumru biçimindeki çıkıntılar onu dürtüklüyorlardı. Merdivenleri çıkmak isterken aşağı iniyor, aşağı inmek istediği zaman merdiven onu yukarı çıkarıyordu. Saray tamamen bir kargaşa içindeydi. Her şey tersine işliyordu. Böylesi bir şey daha önce hiç yaşanmamıştı. Daha da kötüsü bir ara ellerine baktığında cüzam olduğunu gördü.

Acilen ve dehşet içinde Avraam’ı sarayına çağırdı. Ona korku ve nefretle bakarak,  “Senin kim olduğunu ve ne olduğunu bilmiyorum. Sen ve kız kardeşin başıma büyük bir bela getirdiniz. Aslında arzum onu kraliçem yapmaktı. Ama şu anda sana diyorum ki beni şu cüzamdan kurtar. Sonra da kız kardeşini al ve burayı terk et. Sana verdiğim bütün hediyeleri ve serveti sana bırakıyorum. Yeter ki bir an önce buradan gidin!” dedi.

Avraam boynunda asılı duran tılsımlı bir taş ile firavunun cüzamını tedavi etti. Daha sonra Sara ile oradan çarçabuk ayrıldı. Giderken firavuna son olarak şunları söyledi: “Sara benim kız kardeşim değil, karımdır. Bu sana bir ikaz olsun. Eğer senin soyların, bir gün benim soylarıma zarar vermeye yeltenirse, bizim Tanrı’mız, Evrenin Biricik Tanrı’sı, Firavun’u yeniden belalar vererek cezalandıracaktır” diyerek orayı terk etti.

Uzun, çok uzun yıllar sonra, Tora’da okunduğu gibi, Avraam’ın bu kehaneti gerçekleşti.

Kaynak: Aunt  Naomi’s  Stories: Gertrude Landau / 1919

Notlar: Avraam’ın Mısır’a seyahati,Tevrat-Yaratılış 12:11-20

Moşe Rabenu’nun 10 Belası, Tevrat- Pesah, Çıkış:7-8-9-10-11-12