Papa’nın satranç oyunu

Yaklaşık 1000 yıl önce, Ren Nehrinin kıyısında bulunan Mayence kasabasında, Simon ben İsaac adında bir adam yaşardı. Hayırsever, yüksek tahsilli, etrafındakilere yardım elini uzatan, onlara bilgelik dolu öğütler veren bir kişiydi. Herkesten saygı görürdü. Bütün kasaba halkı onun Kral David’in soyundan geldiğine inanır, onu tanımış olmaktan gurur duyardı.

Sara YANAROCAK Kavram
10 Şubat 2016 Çarşamba

Simon ben İsaac’ın, Elkanan adında, parlak zekâlı, çok güzel bir oğlu vardı. Çocuk ileride bir rabi olacak şekilde eğitiliyordu. Küçük Elkanan, zekâsı ve çalışkanlığıyla ileride çok önemli yerlere yükseleceğini belli ediyordu. Evdeki hizmetkârlar bile onun ışıltılı zekâsına hayrandı. Ancak aralarından biri, onunla gereksiz bir biçimde çok fazla ilgileniyordu.

Bu kadın, her Şabat günü evlerine gelen ve ateş yakan Hıristiyan bir hizmetkârdı. Ateşi, Şabat günleri onun yakmasının sebebi, Yahudi hizmetkârların o gün iş yapmamaları gerekliliğindendi.

Bu kadın, koyu bir Katolik olup, tanıdığı bir papaza, Elkanan’ı anlata anlata bitiremiyordu. Çocuğa tutkunca bir hayranlığı vardı. Papaz duyduklarından çok etkilenip, “Böylesi bir değerin, Yahudi olması ne kadar acı ve yazık. Eğer Hıristiyan olup kilisede eğitim alsaydı, kim bilir ne kadar önemli biri olurdu” dedi üzüntüyle. Hizmetçi kadın papazın neyi ima ettiğini hemen anladı ve “Sizce bu çocuk kardinal olabilir mi?” diye heyecanla sordu. Papaz, “Elbette, hatta papadan bile üstün olabilirdi…” dedi. Hizmetçi, “Eğer kardinal olursa, kiliseye çok yararlı olur değil mi?” diye hevesle sordu. Papaz, “Roma Kilisesine, böylesi bir insanı kazandırmak, harika bir şey olur” diyerek kadını yüreklendirmeye devam etti. Papaz ve hizmetçi bir plan kurdular.

Şabat akşamı, Şimon Ben İsaac’ın ev halkı huzur içinde uykuya daldıklarında, kadın küçük Elkanan’ın odasına süzüldü. Uyuyan çocuğu yavaşça kucakladı, dışarı çıkararak, onu bekleyen papazın yanına vardı. Papaz dışarıda bir arabanın yanında onları bekliyordu; çocuğu sessizce teslim aldı. Elkanan her şeyden habersiz, huzur içinde uyuyordu. Gözlerini açıp etrafına baktığında, önce rüyada olduğunu sandı. Odasında değildi ve sarsılarak bir yerlere götürülüyordu. Galiba bir arabanın içindeydi ve yanında bir Katolik papazı oturuyordu.

“Ben neredeyim?” diye panikle sorunca, papaz sakince, “Yatmaya devam et Andreas” diye yanıtladı.

“Benim adım Andreas değil. Bu Yahudi ismi değil. Adım Elkanan. Ben Simon’un oğluyum” diye haykırdı. Papaz içinden çocuğa hayranlık duyarak, ona merhametle baktı, “Senin kafan iyice karışmış. Anlaşılan hastalığın seni etkilemiş. Konuşmasan daha iyi olacak” dedi. Çocuk saatlerce ağladı, sonunda kendini gerçekten hasta hissetmeye başladı. Bu duygular içinde yine uykuya daldı.

Uyandığı zaman, kendini loş, daracık bir odadaki yatakta buldu. Yanında yine aynı papaz oturuyordu. Daha bir kelime bile edemeden papaz, “Andreas kalk ve beni takip et” dedi. Çocuk boyun eğmekten başka çare bulamadı. Yılmış halde şapele doğru yürüdü. Papaz omzunu bastırınca dizlerinin üzerine çöktü. Orada bekleyen rahipler üzerine su püskürttüler. Bunun ne anlama geldiğini bilmeyen çocuk tören sona erince ağlamaya başladı. Annesi ile babasını istiyordu. Aradan günler geçti, hiç kimse çocuğun sorularına cevap vermedi. Çocuk günlerce aynı soruları bıkmadan tekrarladığı için, bir gün rahip yüzünde sert bir ifade ile haykırdı:

“Andreas, annen ve baban öldü. Herkes bunu biliyor. Sen de bunu kafana iyicene yerleştir.” Elkanan rahibin söylediklerini duyunca saatlerce ağladı. Sonra da şiddetli bir ateşle hastalandı ve yataklara düştü. Ateşler içinde kendini bilmeden çok uzun zaman yattı. Tamamen iyileşip, ayağa kalktığı zaman ise, artık bu manastırda tutsak edildiğini iyice anlamıştı. Bütün rahipler onu Andreas diye çağırıyorlardı. Ona karşı çok nazik davranıyorlardı. Elkanan bazen kendi kendine, Mayence’li Simon ben İsaac’ın oğlu olup olmadığını soruyordu. Kendisi bile artık bundan fazla emin olamıyordu. Sonunda huzursuz beynini susturdu ve kendini derslerine verdi. Eğitmenleri, hayatlarında onun kadar mükemmel ve zeki bir öğrenci ile karşılaşmamışlardı. Ayrıca çocuk usta bir satranç oyuncusuydu. Ona, “Bu oyunu nereden öğrendin?” diye sorduklarında, “Mayence’de babam Simon ben İsaac bu oyunu bana öğretti” derken hıçkırıklara boğuldu. Rahipler, “Sen cennet tarafından kutsanmış bir çocuksun Andreas. Sadece gün ışığında bilgilenmekle kalmayıp, geceleri de ölü bilge ruhlar ve melekler tarafından bilgilerle donatılıyorsun” dediler. Ne var ki çocuk bu sözlerden ne fazlaca etkileniyor, ne de tatmin oluyordu. Bir-iki kere manastırdan kaçmayı denemiş ama hemen yakalanmıştı. Sonunda bu işin imkânsız olduğunu anladı. Onu bir dakika bile yalnız bırakmıyorlardı, adeta bir mahkûm gibiydi. Fakat etrafındaki herkesten büyük bir saygı görüyordu; herkes bilgi ve zekâsına hayrandı.

Yıllar akıp geçti; genç delikanlı sonunda yetkin bir rahip oldu. Törenle kardinal unvanını aldı. İnsanlar önünde diz çöküyor, kendisi de onları takdis ediyordu. Vatikan rahipleri, kilisenin en akıllı, nazik ve âlim kardinali karşısında saygıyla duruyorlardı.

Kardinal Andreas, kimseye geçmişten ve çocukluğundan asla bahsetmiyordu. Ama o mutlu yıllarını da düşünmeden edemiyordu. O yılların hayal ürünü olmadığını kesinlikle biliyordu. Örneğin satranç oynarken, gözünün önünde, babasıyla oynadığı, Mayence’deki evlerinin oturma odası canlanıyordu. Orayı kafasında net olarak görüyordu. Onunla bu oyunu oynayan diğer kardinaller, nasıl böylesine bir ustalıkla oynayabildiğini ve hiç kaybetmediğini sorduklarında, sadece gülümsemekle yetiniyordu.

Bir gün önemli bir olay oldu: Papa öldü ve Andreas oy birliği ile papalık görevine getirildi. Artık Kutsal Peder olarak anılıyordu. Krallar, prensler ve asiller onu Vatikan’daki sarayında ziyaret edip bağlılıklarını bildiriyorlardı. Fakat kendisi her zaman düşünceli ve sessizdi. Gücünü sadece insanların iyiliği için kullanmaya çabalıyordu. Fakat bu durum, danışmanlarını rahatsız ediyordu; “Kilise’nin çok paraya ihtiyacı var, bunun için Yahudilere para vermeleri için baskı yapmamız gerekiyor” diyorlardı. Papa Andreas bunu şiddetle reddediyor, kararlılıkla engelliyor, Yahudilere baskı ve işkence yapılmasına izin vermiyordu. Önüne sayısız bildiri getiriliyordu. Bu bildirilerde Yahudi cemaatlerinden haraç ve yüksek vergiler isteniyordu. Nedir ki Papa bu bildirileri kesinlikle imzalamıyordu.

Bir gün önüne Ren bölgesi kardinallerinin hazırladığı bir bildiri geldi. Bildiride Mayence’deki Yahudilerin sürgün edilmeleri emrediliyordu. Papa bildiriyi okuyunca yüzü sertleşti, kaşlarını çattı. Ren bölgesinin baş kardinalini hemen Roma’ya çağırdı. Kardinal gelirken, yanına Mayence Yahudi Cemaati’nin üç liderini de birlikte Roma’ya getirecekti. Papa, Yahudilerin savunma hakkını ellerinden almak istemiyordu. Açıklamasında, “Eğer Papalık bir ceza hükmü yayınlayacaksa, önce mahkûm edilecek insanlara, kendilerini müdafaa etme hakkını da vermek zorundadır” dedi.

Sürgün projesi Mayence’de öğrenildiğinde, Yahudi cemaati büyük bir yeise kapıldı. Cemaat liderlerinden bir delege oluşturdular. Vatikan’a vardıkları zaman kendilerini tanıttılar ve Papa ile iletişime geçmeyi dilediler. Papa’nın sekreteri Papa’nın yanına giderek, “Kutsal efendimiz, birkaç adam naçizane bir biçimde sizinle görüşmek istiyorlar” dedi. Papa, “Adları nedir?” diye sordu. Sekreter, “Simon ben İsaac, Abraham ben Moses ve Rav İssachar” dedi. İsimlerden sadece biri Papa’yı heyecanlandırmıştı. İçeriye girdiklerinde gözleri üçünü de taradı ve Simon’u buldu. Adamlar Papa’nın huzurunda sabırsızca dikilmiş duruyorlardı. Papa, en yaşlı lidere doğru döndü “Mayence’li Simon, öne çık ve savunmana başla, dikkatle dinliyorum” dedi. Yaşlı adam Papa’ya birkaç adım yaklaştı ve anlatmaya başladı: Çok uzun zaman önce Mayence’de ikamet etmeye başladıklarını, orada rahat bir biçimde cemaatlerini kurduklarını, vergilerini devlete düzenli olarak verdiklerini anlattı. Sözlerini bitirince Papa, “Buraya yalnız mı geldiniz? Yanınızda ailelerinizi veya oğullarınızı getirdiniz mi?”diye sorarken Papa’nın sesi güçlükle ve titrek bir biçimde çıkıyordu. Bu durum kimsenin gözünden kaçmamıştı. Simon iç geçirerek, “Benim oğlum yok” dedi. Papa, “Tanrı seni bir evlatla kutsamadı mı?” diye sordu. Simon Papa’yı cevaplamadan önce, hızla yüzüne baktı ve sonra başını önüne eğdi: “Tanrı beni bir oğul ile kutsadı, ama onu benden çaldılar. Ömrümün geri kalanı hep bu keder ve üzüntü ile geçti” dedikten sonra hıçkırıklarla boğuldu. Papa bir süre sonra, “Bunu daha önce duymuştum” dedi ve devam etti:

“Senin çok usta bir satranç oyuncusu olduğunu da öğrendim. Ben de öyleyim. Seninle bir oyun oynamayı çok arzu ediyorum. Doğrusu ya seni yenmeye çok hevesliyim, ama iyi dinle, eğer beni yenmeyi başarırsan, işler değişebilir!” dedi. Yaşlı adam gururla, “Tamam, kabul ediyorum. Yıllardır bu oyundan hep galip olarak çıkarım” dedikten sonra başka konulara geçtiler.

O gece Papa ile Simon’un satranç oynamasına karar verdiler. Bu ilginç maçın haberi, meraklıları arasında hızla yayıldı. Satranç oyunu, papalık sekreterinin ve diğer iki Yahudi delegenin huzurunda yapılacaktı. Karşılaşma, yüksek zekâların çarpıştığı bir mahkeme niteliğini taşıyordu.

İki oyuncu da kendilerinden çok emin bir biçimde, cüretkâr hamleler yapıyorlardı. İkisi de hamleleri ustalıkla savuşturuyorlardı. Sonunda izleyiciler, onların berabere kaldıklarını kabul etmek zorunda kalmışlardı ki, Papa öylesine parıltılı bir hamle yaptı ki, şahitler korkuyla irkildiler. Simon yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı. Yaşlı adam hayretle yerinden fırladı, delici bakışlarla Papa’nın gözlerinin içine bakarak, boğuk bir sesle, “Siz bu hamleyi nereden öğrendiniz? Bu hamleyi sadece bir kişiye öğretmiştim” dedi. Papa hevesle, “O kimdi?” diye sordu. Simon, “Bunu size ancak yalnızken söyleyebilirim” dedi. Papa eliyle dışarı çıkmalarını emredince diğerleri şaşkınlıkla odayı terk ettiler. Ardından Simon heyecanla, “Sen eğer şeytan değilsen, benim kayıp oğlum Elkanan’dan başkası olamazsın” dedi. Papa, “Babacığım!” diye haykırarak, Simon’a kollarını uzattı. Yaşlı adam oğlunu kollarına aldı ve ona sıkı sıkı sarıldı. Hiç konuşmadan uzun bir süre ağlaştılar.

Diğerleri odadan içeriye girdiklerinde Papa koltuğuna oturmuştu, gelenlere bakarak, alçak sesle, “Biz aramızda anlaştık. Mayence’li Simon’u büyük bir satranç oyuncusu sıfatıyla maçın galibi olarak ilan etmeye karar verdim. Buna ek olarak, Mayence’de yaşayan Yahudi halkını takdis etmeye karar verdim. Yahudiler Mayence’de barış ve selametle yaşasınlar. Bu benim kararım ve dileğimdir” dedi.

Kısa bir süre sonra Vatikan’da yeni bir papa seçildi. Halk arasında dedikodular kaynıyordu. Bazı söylentilere göre Papa Andreas ateşe atlayarak intihar etmişti. Diğer bir söylentiye göre ise, Papa Andreas gizemli bir biçimde gaiplere karışmış, yok olmuştu.

Aynı tarihlerde, Mayence’e gelen bir yabancı, Simon ben İsaac’ın evinde coşkuyla karşılanmıştı. Simon yıllar sonra sevgili oğlu Elkanan’a kavuşmuştu.

Kaynak: Aunt Naomi’s Stories: Gertrude Landau/1919