Talmud’da Sinbad

Sevgili okuyucularım, sizleri iki hafta sürecek bir maceraya davet ediyorum.1001 Gece Masallarının Gemici Sinbad’ı gibi, Talmud Kitabı’nda da, Seyyah Rabi ben Hana adlı bir kişiden söz edilir. Rabba ile yakın dostu Arap Ali’nin maceralarından ikisini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sara YANAROCAK Kavram
6 Ocak 2016 Çarşamba

“Rabba, Rabba, aptal Rabba, bu gün yeni bir balina avlayabildin mi?” Doğuda, bir kasabada, mahallenin bütün yaramaz çocukları, yaşlı bir adamın peşinde, bağıra çağıra, onu geçtiği sokaklarda takip ediyorlardı. Aileleri de gülerek, onları takip ediyor, aynı bağırışlara onlar da katılıyorlardı.

Rabba her ne kadar bunlara aldırmaz görünüp ilerliyorsa da, gözleri uzaklara dalıyor, hep bir şeyler bekliyormuş gibi bakıyordu. Gerçekten de bir köşeyi döner dönmez, karşıdan gelen Arap adamı gördü. Çocuklar, Arabı görür görmez, geriye dönüp kaçmaya başladılar.

“Ali Rabba geliyor, kaçın! …” diye bağırarak, koşup evlerine geri döndüler. Arap, çocukları görünce şaşırdı, sonra yaşlı adama bakarak:

“Ne kadar ayıp bir şey, utanmıyor arsızlar” diye kızgınlıkla söylendi. Sonra, “Bu baldırı çıplaklar, utanmadan sokaklarda, benim kutsal ustam, Rabba bar Hana’ya hakaret ediyorlar. Şehrin en derin ve bilge adamına… Üstelik de çok önemli bir seyyah” dedi. Rabba, “Boş ver, benim iyi Ali’m. Onlar küçük, hatta minicik çocuklar. Onların hiçbir şeyden haberi yok ki…” dedi.  “Aileleri cahil ve görgüsüz oldukları için, onlar da büyüklerini taklit ediyorlar. Mesela dün, birkaç adama, seninle çıktığımız bir deniz yolculuğunda, bir mil büyüklüğünde, beş bin tane köpek balığı tarafından kuşatıldığımızı anlatınca, benimle alay ettiler ve yuhaladılar. Sonra da  ‘imkânsız’ diyerek bana güldüler” diye yakındı. Ali, öfkeden köpürerek:

“Neee? İmkânsız mı? Ben orada senin yanında değil miydim ustam? Kaç tane köpek balığı olduğunu ben tek tek saymamış mıydım? Kim benim sözümden şüphe edebilir? Pöh! Bu adamların hepsi de yaşadıkları yerin birkaç metre uzağına gitmemiş bir cahil sürüsü! Onlar denizlerin ötesindeki muazzam dünyadan haberdar bile değiller. Aptallar, bunların hepsi nankör ve aptal ustacığım. Neden bunların yanına oturup, hakaretlerine ve alaylarına katlanıyorsun? Gel hemen bu gün yeni bir yolculuğa çıkalım. Limandaki harika bir gemi, az sonra demir almaya hazırlanıyor” derken o kadar sinirlenmişti ki, sesi çok yükselmişti. Etraflarında meraklı bir kalabalık birikmeye başlamıştı. Rabba, Ali’yi kolundan tutarak, hızlı adımlarla limana doğru yöneldi. Gemiye binerek, uzak yol kaptanından, yolculuk hakkında bilgi aldılar. Kaptan ağırbaşlı ve efendi bir adamdı. Uzak bir diyara gidecekti, “Sizin gibi şöhretli iki seyyahı, gemime almak benim için şereftir. Ülkemde sizler çok tanınan ve saygıyla sözü edilen kişilersiniz. Herkes serüvenlerinizi biliyor. Belki bu maceralardan birine ben de, sayenizde şahit olabilirim. Gemime hoş geldiniz” dedi.

Ertesi gün Rabba ve Ali, geminin güvertesinden, limana bakarlarken, tayfalar yelkenleri direklere çekiyorlardı. Gemi limandan ağır ağır uzaklaşırken, herkes mutlu görünüyordu. Limandaki adamlar, “Aptal Rabba ve Ali Rabba, dönüşte bize Ay’ı getirmeyi unutmayın. Ama buradakini değil, uzaklardakini getirin” diye alayla sesleniyorlardı.

Rüzgâr çok elverişli estiği için, gemi hızla yol alıyordu. On gün içinde gemi hiç gitmediği uzak denizlere varmıştı. Ali bundan çok emindi çünkü denizdeki balıklar, acayip bir biçimde hareket ediyorlardı. Kafalarını dışarı çıkarıp, gözlerini gemiye dikiyorlardı. Fişek gibi gemiye atlayıp, derhâl geriye, denize dalıyorlardı. Bu da bu balıkların daha önce hiç gemi görmediklerini anlamına geliyordu. Gemiyi deniz canavarı zannediyorlardı. Balıklar gün geçtikçe çoğalıyordu ama neredeyse beş gün geçtiğinde, kara hala görünmüyordu…

Birden bire karşılarında ıssız bir ada beliriverdi. Adanın üzerinde kılıç gibi dimdik otlar vardı. Rabba ve Ali adaya çıkıp orayı keşfetmeye karar verdiler; küçük bir kayığa binip adaya gittiler. Adada daha önce hiç görmedikleri bazı bitkilere rastladılar. Sonra küçük bodur dik çalılardan çer çöp toplayıp ateş yaktılar. Bitkileri pişireceklerdi. Otlar pişerken etraflarına bakıyorlardı. Rabba, “Bu ada devasa büyüklükte, bence en az 3-4 mil uzunluğunda olmalı” dedi. Ali, “Bence de öyle, bir ülke kadar büyük ve geniş. Ben buranın nerede bittiğini bile göremiyorum. Ama dur dur! Bu ses nedir?” diye korkuyla sordu. Rabba, “Bence deprem oluyor, çünkü gerçekten de yer aşağıdan yukarıya titreşerek sarsılıyor. Sanki hareketli, canlı bir şey var” derken oldukça tedirgindi.

O sırada gemiden bağırışlar yükseldi. Tayfalar bir yeri işaret edip çılgın bir telaşla onları geriye çağırıyorlardı. Birdenbire adanın dağlar kadar yükseldiğini görmüşlerdi. Sonra hareketli dağ, yanardağ gibi yukarıya su püskürtmeye başladı. Rabba, “Bu ada değil, bir balina!” diye bağırmaya başladı. “Yaktığımız ateş onu uykusundan uyandırdı. Haydi, acele edelim, balina suya dalıp bizi boğmadan, buradan kaçalım!” dedi. Balina tam harekete geçiyordu ki, üzerinden atlayıp kayıklarına bindiler ve oradan uzaklaştılar. Balina sırtındaki ateşi söndürmek için sulara daldı. Fakat yüzeye yeniden çıktığında gemidekileri yeni bir tehlike bekliyordu. Gemi balina ile onun bir yüzgecinin arasında duruyordu. Ali, “İzin verirseniz bunu ben halledeyim. Daha önce böyle durumlarla karşılaşmıştım. Eğer balinanın ters yönüne doğru hareket edersek, yüzgeçten kurtuluruz. Yoksa yüzgeciyle gövdesi arasında sıkışacak ve enkaz haline geleceğiz” diye bağırdı.

O gece tayfanın gözüne uyku girmedi. Hepsi de dikkatle balinanın hareketlerini izliyorlardı. Bereket versin ki, balina rüzgâra doğru dönünce, onlar tam ters yöne çark ettiler ve mutlak bir faciadan kurtuldular. Rabba kaptana, “Mutlak bir faciadan kıl payı kurtulduk” dedi. Kaptan, “O kadar çabuk sevinmeyin. Benim hala kuşkularım var. Bu canavardan mümkün olduğu kadar çabuk uzaklaşmalıyız. Ama rüzgâr rotamızı değiştirmek için uygun değil” dedi. Daha sözlerini yeni bitirmişti ki, denizde korkunç bir hareketlenme başladı. Balina birdenbire geriye dönüp son hızla yüzmeye başladı. Deniz dehşetli biçimde dalgalanmıştı. Gemi yukarıdan aşağı doğru çalkalanmaya başladı. Bütün gün böyle geçtikten sonra balina sonunda sakinleşti. Artık geminin tam yanında sakince yüzüyordu. Ali bağırdı, “Bakın bakın! Küçük bir balık balinanın burun deliğine takılıp kalmış. Bu patırtının nedeni buymuş. Balina kesinlikle ölecek” diyordu. Gerçekten de balina bir süre sonra tersine döndü. Rabba, “Balina öldü” diye bağırmaya başladı.

“Ama  eğer batmaz da böyle ada gibi durur ve akıntıya kapılırsa, gemiler için büyük tehlike oluşturacaktır” dedi. Kaptan suskunluğa büründü, çünkü kendi gemisini de tehlike bekliyordu. Gemi ölü balinayı takip ederek ilerlemeye devam etti. Sonra rüzgâr döndü, bu kez ölü balinanın cesedi onları takip etmeye başladı. Kaptan çok sıkıntılıydı. Büyük bir tehlikenin içindeydiler.

Sonra bir gün kara göründü. Rabba ve Ali bile nerede olduklarını bilmiyorlardı. Uzaktan sahilde güzel şehirler görünüyordu. Gemidekiler sıkıntı içinde, balina ölüsünün, karaya doğru sürüklendiğini görüyorlardı. Sonra daha beteri oldu, bir fırtına patladı, canavarın cesedi, deliren dalgalarla birlikte, son hızla kıyıya ilerlemeye başladı. Rabba, “Balina şehre çarpınca, orayı yok edecek.

Üstelik oradaki insanları uyarma imkânımız da yok yok!” diye ümitsizce çırpınıyordu. Sonunda ölü balina büyük bir şiddetle kıyıya çakıldı. Korkunç bir gürültü ve çatırtılar göklere yükseldi. Fırtınanın güçlü sesinin arasında, yıkılan binaların çatırtısı ve insanların canhıraş feryatları, gemidekilerin kulaklarında çınlıyordu. Korkunç bir dalga gemiyi alabora ettiğinde, gemiyi 1 mil öteye fırlattı. Gemi hızla kendi etrafında dönmeye başladı. Gemideki herkes dehşet içinde ölümü beklemeye başladı. Geminin parçalanacağından korkan gemiciler, kendilerini, gemi direklerine iplerle bağlamaya başladılar. Müthiş bir dalga karşıdaki şehrin üzerinden geçerek, her yeri sildi süpürdü. Gemiyi de karaya sürükledi. Gemi karadan 1 mil kadar içeri girerek, ormanın içlerine saplandı ve durdu. Rabba yaşadıklarına inanamayarak, “Çok şükür, şimdilik emniyetteyiz” diyerek rahat bir nefes aldı.

“Biz diğer şehir halkına göre şanslı sayılabiliriz” diye ekledi. Kaptan ise umutsuzlukla, “Ben ise bu gemiyi tekrar nasıl denize indireceğimi kara kara düşünüyorum. Daha önce başıma hiç böyle bir bela gelmemişti” dedi.

Rabba omuzlarını silkti ve Ali ile birlikte sahile yürüdü. Onları inanılmaz bir manzara bekliyordu. Binlerce insan ormana doğru koşuyordu. Her taraf harabe ve viran bir haldeydi. Kıyıdaki onlarca şehir, balina çarpmasından ve gelgit dalgalarından ötürü mahvolmuştu. Bazı şehirler sular altında kalmıştı. Ormanlık bölgelere kadar her yer batık olmuştu. Kıyı boyunca, gözlerin alabildiği kadar, balinanın cesedi karaya oturmuş, bir dağ gibi yükseliyordu. Yüzlerce insan onun etrafında dolanıp hüngür hüngür ağlıyor, kaderlerine lanet ediyorlardı. Rabba aralarına karışıp onlara destek olmaya çalışıyordu,

“Sevgili insanlar, sizler korkunç bir facianın kurbanı oldunuz. Bu fırtına hayatlarınızı ve evlerinizi sizden çaldı. Aileleriniz mahvoldu. Ama siz hayatta kalanlar, yola devam etmek ve hayata tutunmak zorundasınız. Şimdi lütfen bu keder anında aklınızı yitirmeyin, kendinizi toparlayın. Sizi mahveden bu canavar, şimdi kurtuluşunuz olabilir. Bedeni, sizin için çok besleyici olan balık eti olup, onu yiyerek çok uzun zaman aç kalmazsınız. Yiyemediklerinizi tuzlayıp saklayarak, gelecekte bile yiyebilirsiniz. Ondan binlerce fıçı balina yağı elde edip, bunun ticaretini yapabilirsiniz. Balina yağı çok para eder. Balinanın kemikleri de çok değerlidir. Onları da yüksek fiyata satabilirsiniz” dediği zaman, insanların yüzü aydınlandı ve Rabba’ya içtenlikle teşekkür ettiler. Artık onları çok zor günler bekliyordu ama ne de olsa, açlık ve fakirlikle mücadele etmeleri gerekmeyecekti.

Hemen Rabba’nın dediklerini uygulamaya giriştiler. Bu arada insanlar, Rabba’ya, bu ülkenin, efsunlu toprakların üzerinde kurulduğunu, Kral Kişef’in bu topraklarının, korkunç canavarlar tarafından, hem denizlerin, hem de karaların üzerinde huzursuz edildiğini anlattılar. Bu canavarlar, kötü yürekli bir cin olan  ‘Hormuz tarafından yönetiliyorlardı. Asla barış ve huzur içinde yaşayamıyorlardı. Ancak dışarıdan gelecek olan bir yabancı, bunların hakkından gelebilirdi. Rabba’dan bu konuda yardım istediler. Rabba ve sadık dostu Ali, bu görevi kabul etti. Atlarına binip, ormanların derinliklerine doğru yol almaya başladılar.

Devamı haftaya…

Kaynak: Aunt Naomi’s Stories- Gertrude Landau/1919