Sihirli Saray

Sevgili okurlarım, bu hafta sizlere, Yahudi Folklorik Edebiyatında sıkça hikâyelerine rast gelinen, Eliyahu Anavi ile ilgili bir öykü anlatacağım. Erdemli ve dürüst insanların imdadına yetişen bu peygamberin hikâyeleri birbirinden güzeldir.

Sara YANAROCAK Kavram
11 Kasım 2015 Çarşamba

İbrahim (Abram) yaşadığı şehrin en dürüst, tahsilli ve sevilen kişilerinden birisiydi. Hayatını rahatça idame eden İbrahim, bir gün tüm işlerini kaybetti ve yoksulluk sınırına geldi. İbrahim çok gururlu bir insan olduğundan, etrafına asla içini dökmez, yardım talebinde bulunmazdı. Kimse ile dertlerini paylaşmazdı. Ona teklif edilen yardımları, geri çevirirdi.

Asil karısı ve beş oğlu, onun bu inatçı tavrına hiç ses çıkarmadan katlanıyorlardı. Nedir ki İbrahim, onları üstlerine küçük gelen, perişan giysiler içinde, yarı aç, yarı tok sıska halde görünce, yüreği acıyla burkuluyordu. Gizlice ağlıyordu.

Günlerden bir gün, İbrahim sedirde oturmuş, Kutsal Tora’yı okumaya çalışıyordu. Ama aslında zihnini toplayamıyor, sayfalara boş boş bakıyordu. Düşünceleri ise çok uzaklardaydı. Gözleri açık, rüya görüyordu.

Çok uzaklarda bir yerdeydi. Açtı, susuzdu, üzerinde yırtık pırtık bir esvap vardı. Bilmediği bir çatının altında, çaresiz oturuyordu. Sanrılarının içinde derin derin içini çekince, bunu duyan karısı yanına geldi, “Sevgili kocacığım, açlıktan ölmek üzereyiz. Dışarı çıkıp iş araman gerekiyor. Lütfen bunu küçücük, beş güzel oğlumuz için yap” diyerek sevgiyle İbrahim’in yanağını okşadı. İbrahim, “Ama bu eski püskü, perişan giysilerle dışarıya nasıl çıkabilirim ki?” diye utançla sordu.

“Hangi tüccar beni bu giysilerimle kabul edip, iş verir?” diye acı acı gülümsedi. Karısı:

“Ben şimdi komşularımıza gider, senin için ödünç giysiler isterim” dedi. İbrahim buna derhal itiraz edince, karısı hemen bir çözüm buldu. Duvardaki değerli saati indirdi, tozunu güzelce alıp parlattı ve komşusuna saati vererek, karşılığında eşi için temiz ve düzgün giysiler istedi. İbrahim artık haysiyetli bir görünüşe kavuşmuştu.

İbrahim giyindi, kuşandı. Karısı onu kapıya kadar dualarla geçirdi. Adamın kalbi umut doluydu. Yola çıktı ve çarşıya girdi. Bütün insanlar bu tahsilli ve kibar adamı saygıyla selamlıyorlardı. Onu çoktandır iş çevrelerinde göremediklerinden, yanına yaklaşıp, güler yüzle hal hatır sorduklarında, hepsine soğuk ve çekingen davranıyordu. Onların emrinde çalışmak için iş istemek çok ağırına gidiyordu. Bunları düşünüp dalgınca yürürken kendini şehrin giriş kapısının önünde buluverdi. Birden bire karşısında bedeviler gibi giyinmiş bir adam belirdi. Adam, İbrahim’in yanına yaklaşarak, “Ey şehrin en bilgili ve dürüst adamı, emret çünkü ben senin kölenim” diyerek yerlere kadar eğildi. İbrahim çok şaşırmıştı;

“Benim kölem mi? Sen bana alay ediyorsun galiba? Ben ki acınası bir haldeyim. Kendimi satmaktan, iş istemekten aciz biriyim. Zavallı karım ve çocuklarım açlıktan ölmek üzere. Ben kendim bir köle kadar umarsızım” diye acıyla haykırdı. Bedevi, “Senin kendini satmaya ihtiyacın yok. Onun yerine beni sat. Ben mükemmel bir inşaat işçisiyim. Elimdeki inşaat planlarına bak. Hepsi de benim hünerlerimin, emeğimin eserleri” diyerek, geniş harmanisinin içindeki bir yerden bir tomar parşömen ve bir kutu çıkarıverdi. Parşömenlerde muhteşem bina çizimleri vardı. Kutunun içinde ise ömründe ilk defa gördüğü, ihtişamlı bir saray maketi duruyordu. İbrahim maketi hayranlıkla incelemeye başladı. Bu tam usta işi bir parçaydı.

“Ben ömrümde böyle güzel bir şey görmedim. Bu olağanüstü zevkli ve muhteşem bir çalışma. Bu inanılmaz bir sanat eseri. Sen çok usta bir sanatçısın. Nereden geliyorsun?” diyerek Bedevi’ye heyecanla sordu. Bedevi, “Bunun ne önemi var? Ben senin kölenim. Söyle bana, bu şehirde çok zengin ve asil bir adam yok mu? Böyle biri, benim bu yaptıklarıma ilgi göstermez mi? Gel onları araştıralım. Onlar sana kulak verirler ama benim yüzüme bile bakmazlar” dedi. İbrahim bir an duraksadı ve düşünmeye başladı. Bu fakir adama destek olmak gerekiyordu. Bedeviye dönerek, “Tamam, sana yardımcı olmak isterim ”dedi. İbrahim kısa bir araştırmadan sonra şehrin en varlıklı adamının kim olduğunu öğrendi. Bu adamın büyük bir kuyumcu dükkânı vardı. Kuyumcu varlıklı olmaktan öte, çok erdemli ve hayırsever bir kişiydi. Aslında çok görkemli bir bina yaptırmak istiyor ama kimseye güvenemiyordu. İbrahim hemen kuyumcunun dükkânına gitti, “Soylu efendi, sizin şimdiye kadar görülmemiş güzellikte ve görkemde bir bina yaptırmak istediğinizi duydum. Bu öyle bir yapı olmalı ki, hem güzel, hem gösterişli, hem de sahibini mutlu edip, gurur duymasını sağlayacak özelliklere sahip olmalı. Böylece şanınız, uzak yakın her yere ulaşacak” dedi. Kuyumcu İbrahim’e bakarak, “Hakikaten siz bu dediklerinizle istek ve hevesime tercüman oluyorsunuz. Yoksa bu arzumu başkalarından mı duydunuz?” dedi. İbrahim, “Tamam o zaman, size hemen dahi bir mimar ve usta bir inşaat işçisi getiriyorum. Onun çizimlerini inceleyin. Hangisini isterseniz hemen yapacaktır. Bu adam benim her dediğimi yapar, çünkü o benim kölemdir” diyerek bedeviyi içeriye çağırdı. Bedevi çizimlerini gösterdi. Sonra kutuyu açtı ve saray maketini ortaya çıkardı. Kuyumcu maketi görünce çizimleri unuttu ve nutku tutuldu. Dakikalarca maketi inceledi. “Bu muhteşem bir şey, bana kölenizi satar mısınız? Onunla çalışmak isterim, bana bu sarayı inşa etsin. Köle için size 80 bin altın ödeyeceğim” dedi.  İbrahim bedeviye baktı, adam başını hafifçe eğerek bu teklifi kabul etmesini istedi. İbrahim koca bir kese dolusu altınla yanlarından ayrılırken hala olanlara inanamıyordu. Dükkânda baş başa kalan kuyumcu, artık onun kölesi olan Bedevi’ye dönerek, “Sen bu inşaat işini bitirince, seni azat edeceğim. Şimdi sana inşaat işçileri ayarlamaya gidiyorum, onları bulup hemen sana göndereceğim” dedi. Bedevi sakince, “Benim herhangi bir işçiye ihtiyacım yok. Siz bana sarayı yapacağım alanı gösterin, yarına kadar sarayınız hazır olacaktır” dedi. Kuyumcu hayretle, “Yarın mı?” diye haykırdı. Bedevi, “Evet, aynen öyle” diye kesinlikle cevap verdi. Tam o sırada güneş görkemli bir biçimde batıyordu. Bedevi güneşi parmağı ile işaret ederek, “Yarın sabah, güneş doğarken, sizin sarayınızın kubbeleri, minareleri ve kuleleri parıldamaya başlayacak soylu efendi. Şimdi lütfen beni yalnız bırakın, çünkü dua etmem gerekiyor” dedi.

Kuyumcu şaşkınlık ve hayranlık içinde onu yalnız bıraktı. Uzaktan onu izlemeye başladı. Bedevi vecd içinde Tanrı’ya ibadet ediyordu. Adam onu izlerken uyuya kaldı. Rüyasında inşa makinelerinin başında arı gibi çalışan on binlerce işçi görüyordu. Hepsi harıl harıl onun sarayını inşa ediyorlardı.

Aynı gece İbrahim de yatağına yatıp uyuduktan sonra bir rüya görmeye başladı. Onun rüyasına giren tek kişi Bedevi’ydi. Etrafında ona çok yakın duran meleksi varlıklar vardı. Bu varlıklar sürekli olarak onu gözlüyorlardı. İbrahim bu varlıkların Bedevi’ye nasıl saygı duyduklarını görüyordu. Ona gösterdikleri saygılı davranışlar, çok yüksek konumlarda olanlara gösterilen davranışlara benziyordu. Oradaki göksel varlıklar ve Bedevi, gökyüzünün derinliklerinden, cennet katından gelen gizemli bir ışık huzmesi ile aydınlanıyordu. Orada çalışan varlıkların lideri bir ara bedeviye gerçek adı ile seslendi. İşte İbrahim o vakit gerçeği kavradı ve rüyasından sıçrayarak uyandı. Yatağından atladı ve pencereye yaklaştı. İnanılmaz bir manzara onu bekliyordu. Şehrin tam merkezinde devasa boyutlarda bir saray bütün haşmetiyle yükseliyordu. Her şey aynı rüyasında gördüğü gibiydi. Hemen evden fırladı gördüklerinin gerçek olup olmadığını görmek için şehir meydanına doğru koşmaya başladı. Bedevi ve kuyumcu da onunla neredeyse aynı zamanda saraya varmışlardı. Saray muazzam boyutlardaydı ve şaheserdi. Aynı anda sarayın, üzeri işlemelerle bezenmiş som altından kapısı ardına kadar açıldı. Üç adam açılan kapıların önünde durdular. İbrahim başını yukarı kaldırmış saraya hayranlıkla bakıyordu. Bedevi kuyumcuya dönerek, “Ben sözümü tuttum. Sanırım artık özgürlüğümü hak ettim değil mi?” diye sordu. Tüccar, “Hem de tamamıyla hak ettin” dedi.

Bedevi, “O zaman hoşça kalın, dualarım üzerinizde ve dürüst İbrahim’in üzerinde olsun” dedi. Bu sözleri söylerken ellerini gökyüzüne doğru kaldırarak yakarır gibi söylemişti. Birdenbire altın kapıların önünde gözden kayboldu.

Kuyumcu İbrahim’e dönerek, “Söyle bana sihirli sarayı yapan bu adam kimdi?” diye sordu. İbrahim, “ELİYAHU ANAVİ” (İlyas peygamber) diye cevap verdi. Sonra devam etti:

“Eliyahu Anavi, tüm insanlığın yardım sever peygamberidir. Cennetten yeryüzüne iner ve zor durumda olan, dürüst ve erdemli insanların yardımına koşar. Tanrı’ya şükürler olsun ki, hem ben, hem de siz, onun yüce yardımlarına mazhar olma şerefine eriştik. Bu ikimiz için de gerçek bir onurdur” dedi.

Kuyumcu şükranlarını belirtmek için o gece sarayda bir ziyafet verdi. Bu ziyafete şehrin tüm sakinleri davet edildi. Ayrıca daha sonra sokaklarda kalabalık gruplar halinde bekleşen muhtaç insanlara da altın ve gümüş paralar dağıttı.

Yazı hakkında notlar:

Eliyahu Anavi (İlyas Peygamber): MÖ 9. yüzyılda yaşamış olan Eliyahu Anavi, tek Tanrılı din olan Yahudiliğin, Kenaan Tanrısı Baal’in kültüyle yozlaşmasını önleme çabasında peygamberlik etmiştir. Bu çabalar sırasında mutsuzluğa kapılmış, sonradan gücünü yeniden toplamış, mücadelesine devam etmiştir. Sonunda göğe yükselmiş, ölmeden öte âleme göçmüştür. Böylece İsrailoğulları’na yeryüzünün ötesinde de bir yaşam olabileceğini göstermiştir.

Yahudi halk inanışına göre, Eliyahu Anavi ölümsüzlüğe ulaşan kişilerden biridir. Yarı Tanrı konumundaki nitelikleri ile evren üzerinde tasarruşarda bulunur. Efsanevi niteliği ile birçok öyküye konu olmuştur. Tevrat- 1.Krallar:18

Kaynak: Aunt Naomi’s Stories: Gertrude Landau/ 1919