‘Dil Kuşu’

Şermola’da ‘Destar’ın yeni oyunu: ‘Dil Kuşu’

Erdoğan MİTRANİ Sanat
28 Ekim 2015 Çarşamba

Karanlık bir sahne… Sahne dibinden başlayıp yerde izleyicilerin önüne kadar uzanan kimi yeri ilmek ilmek beyaz kumaş bir pano… Mekâna beklenmedik bir derinlik katan, soyut desenlerden oluşmuş değişim ve devinim halinde bir projeksiyon… Kumaşın içlerinden giysisi sanki o kumaşın bir parçası ya da devamı gibi duran genç bir kadın çıkıyor. Kadın bir masal anlatıyor seyircilere:

“Zamanın behrinde, memleketin birinde bir kız yaşarmış. Adını derdim ya, adı masalın içinde saklıdır. Bu kız ne güzelmiş ne çirkin. Ne bir fukaranın kızıymış ne padişahın. Ne üvey ana elinde azapta ne gönül derdiyle yanmakta, ne ottan bir kulübede yaşamakta ne saray avlusunda ipeklerle salınmakta. Senin, benim gibi bir kız. Senin, benim gibi uyumakta masalın başında...”

Sesle ve dille derdi büyük bir dünyanın içinden anlatılan bir masal bu. Ağacı, toprağı uyandıran, uyandıkça kanatlanan bir kuşun, dil kuşunun masalı”. “Düşle başlayan, sabrın, sırrın ve ateşin imtihanından geçip bir kızın hevesli ağzında biten” masaldan kurulmuş bir oyun Dil Kuşu (Çûkê Zimên). 

‘Dil Kuşu’Destar Tiyatro’nun Mîrza Metin’in tasarımıyla geçen sezon başlattığı Dil Oyunları projesinin üçüncü oyunu. İrfan Güler ve Pepa Baamonde’nin Türkçeye çevirdikleri Galisya’lı yazar Sèchu Sende’nin ‘Rüyalarımda Bile Dilimi Kaybetmeyeceğim’ öykü kitabından hareketle tiyatroya uyarlanan metinler, farklı yazar, yönetmen ve oyuncuları bir araya getirmekte. Dil Kuşu, projenin geçen tiyatro mevsiminde sahnelenmiş olan ilk iki oyunu ‘Merheba’ ve ‘Çena Dengizî’nin ardından bu mevsim ilk kez Şermola’da sahneleniyor.

Küçük bir hatırlatma yapalım. Uzunca bir süredir Kürtçe tiyatro yapmakta olan iki idealist genç, Mîrza Metin ve Berfin Zenderlioğlu, bir ekip oluşturabilmek, ekibin sanatsal anlayışını ve birikimini inşa etmek ve geçmişteki deneyimlerinin olumsuz yönlerini tekrar yaşamamak için atölye çalışmaları yapmak amacıyla 2008’de, Beyoğlu’nda bir binanın ikinci katını bir tiyatro mekânına dönüştürmeye karar vermişler. Yeri kolay: Taksim’den Ağa Cami’ye doğru giderken sağda Mis Sokaktan sonra gelen İmam Adnan Sokağa girin. Nane Sokağa (soldan ikinci sokak) sapıp 30-40 m. yürüdüğünüzde solunuzda no.5’te.

Bütün arkadaşları “siz deli misiniz, nasıl kalkarsınız altından” deyince onlar da mekânın adını Suriye’de çoğunlukla delilerin yaşadığı Şermola kentinden alarak Şermola Performans koymuşlar.

Asıl hedefleri oyun yapıp seyirci karşısına çıkarmak değilmiş ama zamanla atölyelerde oluşturulan malzeme ile bir değil, birçok oyun bile çıkarabileceklerini fark edince, oyunlarını ‘destAR-Theatre’ adıyla sahnelemeye başlamışlar. DestAR’ın Kürtçe anlamı el değirmeni. Buğdayın öğütülme ve insanı besleyecek duruma gelme süreci göz önünde bulundurulduğunda, destAR’ın hem kendi geçmişlerinde çok köklü olarak var olduğunu, hem de modern anlamda buğdayın öğütülüp ufaltılma işinin sanattaki estetiği ifade etmesi açısından çok anlamlı olduğunu düşünmüşler.

Bizler, Kürt tiyatrosu ve Kürtçe tiyatro” ile yeni yeni tanışıyoruz ama onlar uzun zamandan beri tiyatro yapıyorlar. Mîrza Metin henüz 30’lu yaşlarında olmasına karşın 20 yıldır tiyatronun içinde. Oyunlarını çoğunlukla Türkçe üst yazılı olarak Kürtçe oynasalar da Kürtçe tiyatroyu takıntı haline getirmiş de değiller; Dil Oyunları’nın bazıları Türkçe sahneleniyor.

Dil Kuşu, dört olağanüstü kadının, yazar Pelin Temur, yönetmen Ayşenil Şamlıoğlu, oyuncu Tülin Özen ve sahneyle kostümü tasarlayan Tomris Kuzu’nun elinden çıkma, heyecan verici bir çalışma.

Önce metin. Orijinal öyküyü okumuş değilim ama Pelin Temur, Galisyalı’nın nefis hikâyesinin masalsı havasına çok yakışan, duru bir Türkçeyle su gibi akan şiirsel bir metin oluşturmuş.

Sahnelemeye gelince, tek bir anlatıcı/oyuncunun bir masal anlattığı 60 dakikalık oyunu bir fiziksel anlatı tiyatrosu olarak yorumlayan yönetmen Ayşenil Şamlıoğlu, hareket tasarımını üstlenen Esra Yurttut ve görüntü akışını yöneten Murat İpek’in de desteğiyle müthiş bir hareketlilik ve akıcılık sağlamış.

Tabii ki bütün yük oyuncunun omuzlarında. Öykünün tüm karakterlerini kusursuz bir diksiyon ve benzersiz bir beden diliyle canlandıran Tülin Özen, girişteki yavaş çekimden durduğu yerde koşuşturmalarına ve danslarına, gülümsemelerinden gözyaşlarına, sesinin, yüzünün ve vücudunun tüm olanaklarını kullanarak anlatıyı nefes kesici bir gösteriye çeviriyor.

Kimi oyunlar kusursuza o kadar yaklaşıyor ki, “mutlaka izleyin” dışında fazla söz gerekmiyor. Dil Kuşu da böyle bir çalışma. Her Perşembe 20.30’da Şermola’da.

NOT: Şermola Performans’a ‘destAR’da bu yıl da sahnelenmeye devam eden ‘Dîsko 5 No’lu’ ile Gor’ /‘Mezar’ için ve sezonun diğer yeni oyunu Di Tuwaleté De’ için de gidin. Hem üst düzey tiyatro izlemiş oluruz, hem de hepimizin birbirimizin ‘ötekisi’, ‘istenmeyeni’ olmaya itildiğimiz bu günlerde, Kürt kardeşlerimizin de bu ülkenin gerçek ‘kıro’ları olduğunu hatırlayarak  (Halk dilinde doğulu vatandaşlarımıza aşağılayıcı anlamda ‘kaba, görgüsüz’ diye yakıştırılan ‘kıro’ sözcüğü, aslında Kürtçe ‘oğul’ anlamına geliyor), toplumsal barış umutlarının sanat üzerinden tekrar yeşermesine az da olsa katkımız olur.

 

 

 

MAM’ART TİYATRO:  ‘Özel Kadınlar Listesi’

İnsan büyürken kaç kalp kırar?

Ardında kaç enkaz bırakır?

Neden aşkı bulmuşken ondan kaçarız?

Neden hayatımızı mahveden böyle aptalca hatalar yaparız?

Kişiliksiz, özelliksiz bir otel odası…  Arka planda birkaç giysinin asılı olduğu bir askılık…  Otuzlu yaşlarında bir adam (Deniz Karaoğlu) odayı düzenlemekte…

İlk sevgilisi yılların ötesinden çıkıp geldiğinde, yazdığı kitapla başarıyı ve şöhreti yakalamış olan, evlilik hazırlıkları yapmakta olan adamın, geçmişte yaşanmış yanlış anlaşılmalara bir son verebilmek için az da olsa sorumluluk hissettiği, bir dönem hayatına girmiş, onun için özel kadınlarla buluşmak için bir yolculuğa çıktığı anlaşılır.

Bu yolculukta, dört farklı otel odasında, geçmişinden gelen birbirinden tamamen farklı dört kadınla karşılaşacaktır: Lise yıllarında terk ettiği, halen evli ve çocuklu ilk aşkı (Feri Baycu Güler), cinsel eğitimini tamamlamasına yardımcı olan uçuk kaçık sevgilisi (Beste Bereket), kocasını aldatan kendinden yaşça büyük evli kadın (Hülya Gülşen) ve adam kaçıp gitmemiş olsa hayatının aşkı olabilecek doktor kadın (Başak Daşman).

Duygusal bağlanma korkusuyla bir seri-kaçak’a dönüşmüş olan adam, hayatına yeni bir sayfa açabilmek için geçmişini temize çekmesi gerektiğine karar vermiştir amma, aradan geçen yıllar herkesi değiştirmiş, hayatlarına yeni bir yön vermiş olmalarına rağmen konuşulmamış pek çok şey, cevaplanmamış pek çok soru olduğu gibi kalmış…

Yazdığı oyunlar, çektiği filmlerle tartışma konusu olan ABD’li oyun yazarı ve bağımsız film yönetmeni Neil LaBute (d. 1963) oyunlarında, birbirlerini kandırmaktan ve zarar vermekten sanki zevk alan karakterler üzerinden insan doğasındaki kötücüllüğü, zaafları ve acımasızlığı olabilecek en estetik şekilde ortaya koyan bir yazar. LaBute Türk seyircisinin de yabancısı değil. Güzellik kavramı üzerine yazdığı üçleme (‘The Shape of Things /Şeylerin Şekli’, ‘Fat Pig /Şişman Domuz’ , ‘Reasons to be pretty /Zorla Güzellik’) ile ‘The Mercy Seat/Kayıp’ oyunları İstanbul’da başarıyla sahnelenmiş. 

Pınar Töre’nin çevirmiş olduğu Some Girls / Özel Kadınlar Listesi’ni Tuğrul Tülek yönetiyor. Usta bir yönetmen olduğunu da ispatlamış olan DOT çetesinin bu ünlü ve ödüllü elemanı, oyunun erkek karakterini, üç yıl önce LaBute’un 12 Eylül 2001’i ele aldığı The Mercy Seat/Kayıp oyununda Ben’i tüm beklentileri de aşan bir düzeyde yorumlamış olan, sıfırnoktaiki’nin ve yanetki’nin iyi oyuncusu Deniz Karaoğlu’na emanet etmiş. Tuğrul, dört farklı zaman ve mekânı, her sahneden önce Deniz’e giydiklerini değiştirterek ve tek dekoru biraz yeniden düzenleterek başarıyla vermiş.

Dekorun bir ilginç özelliği de kimi zaman oyunun izlenmesini biraz engellemesi. Feri Baycu, yönetmenin bunu özellikle yaptığını, ‘röntgenci’ pozisyonunda olmasını istediği seyircinin ancak görebildiği kadarını izleyebilmesini istediğini söyledi ki, bu röntgencilik durumu, oyunun finalindeki küçük sürprizi de tamamlıyor.

Oyunculuktan gelmesinin Tuğrul’un oyuncu yönetimine olağanüstü katkısı olduğunu hep söylemişimdir. Burada da oyuncularından müthiş performanslar elde etmiş. Feri Baycu Güler, yüzeyde ilk aşkı tarafından terkedilmeyi çoktan aşmış görünen kadının içinde kopan fırtınaları, adam “gel” dese tüm kurulu düzenini bırakıp peşinden gidebileceğini, minimal nüanslarla söylemeden hissettiriyor. Doğallığına her zaman hayran olduğum Beste Bereket, çok uçlarda bir karakteri gerçek ve inanılır kılıyor. Roberto Zucco’da hayran olduğum Hülya Gülşen, yaşça büyük kadında olağanüstü. Dizi özürlü olduğumdan ilk kez izlediğim Başak Daşman da öyle.

Oyun boyunca hep sahnede kalan Deniz Karaoğlu adamı, en kontrollü olduklarında bile içlerini rahatlıkla dökebilen dört kadından biraz farklı bir boyutta yorumluyor. Geçmişiyle hesaplaşmayı içtenlikle isteyen, bunun için ciddi bir çaba gösterdiği belli olan adamın bazen biraz samimiyetsiz, biraz içinden pazarlıklı olduğunu, büyük bir ustalıkla, belirli belirsiz hissettiriyor. 

Özel Kadınlar Listesi, bittiğinde mutlaka birinin acı çektiği ‘ilişki’ denen olgunun son derce gerçekçi, neredeyse klinik bir etüdü. Ve bu gerçekçi oyun, yaşadıklarımızın, televizyonda izlediklerimizin, gazetelerde okuduklarımızın kısır döngüsüne sıkışmış bizlere insanlar arasında iyisiyle kötüsüyle yaşanan doğal ilişkileri nasıl özlediğimizi hatırlatıyor. . Ne kadar acı bir durum değil mi?

İzlenmesi gerekenlerden. Pazartesileri IKSV Salon’da, cumartesileri de Cihangir BO SAHNE’de. Hepinize iyi seyirler.