Moda Sahnesinde ‘En Kısa Gecenin Rüyası’

Shakespeare her daim çağdaş

Erdoğan MİTRANİ Sanat
7 Ekim 2015 Çarşamba

Moda Sahnesi, Muhsin Ertuğrul Hoca’nın ruhunu bir kez daha şad ederek, 1 Ekim gecesi sezona William Shakespeare’in ‘A Midsummer Night’s Dream’ komedisinin Kemal Aydoğan’ın yönettiği yeni prodüksiyonu ‘En Kısa Gecenin Rüyası’ ile başladı.

 

Nurlar içinde yatsın, Muhsin Ertuğrul altmışlı yılların başında Ankara’dan İstanbul’a göç ettiğinde, bir yandan başkentte yeni yeni filizlenmeye başlayan modern tiyatro akımlarını kentimize getirmiş, diğer yandan da başına geçtiği ve yepyeni bir soluk kazandırdığı Şehir Tiyatrolarında, neredeyse ölümüne kadar sürdüreceği “1 Ekim’de Shakespeare ile başlamak” geleneğini başlatmıştı.

2013 Ekim ayında kapılarını ‘Hamlet’le açmış olan Moda Sahnesi, Muhsin Hoca’nın ruhunu bir kez daha şad ederek, 1 Ekim 2015 gecesi sezona William Shakespeare’in  ‘A Midsummer Night’s Dream’ komedisinin Kemal Aydoğan’ın yönettiği yeni prodüksiyonu ‘En Kısa Gecenin Rüyası’ ile başladı.

Aşkın ve yanılsamanın çatışmasını fantastik bir romantik komedi olarak ele alan, A Midsummer Night’s Dream, Shakespeare’in 1590’ları gülmece anlayışını yansıtan erken dönem güldürülerinden.

Shakespeare’nin doğumunun 450.yılı olan 2014 yazının başlarında 19. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Propeller Theatre Company’den izlediğimizin ardından, İBŞT’de Aleksandr Popovski’nin, İş Oyuncuları’nda Abdullah Cabaluz’un ‘Bahar Noktası’ olarak yönettiklerinden sonra dördüncü kez karşımıza çıkıyor. Hatta festivalde Baltık Dans Tiyatrosu’nda Izadora Weiss’in dans ve müziğin diliyle yorumunu da hesaba katarsak beşinci kez.

Yeni bir çeviri ve farklı bir isimle karşımıza çıkan En Kısa Gecenin Rüyası, sadece bu beş prodüksiyonun en etkileyicisi, en heyecan vericisi olmakla kalmıyor, bir metnin yapısına ve ruhuna sadık kalarak nasıl günümüze uyarlanabileceği konusunda bir tiyatro dersi de oluşturuyor. Can Yücel’in yeniden Türkçe söyleyerek kendine mal ettiği yaklaşımdan farklı olarak, burada klasik Shakespeare komedisinin tüm kurgusal unsurları ve evrensel mesajı aynen korunarak güncel ve ‘bizden’ bir oyuna dönüştürülmüş.

Öykü bildik: Antik Yunan’da, Amazonlar’la girdiği savaştan galip çıkan Thezeus, kılıcının gücüyle kazandığı Kraliçe Hippolyta ile dört gün sonra evlenmeye hazırlanmaktadır. Katı ataerkil yasaların hüküm sürdüğü Atina, babasının sevdiği gençle evlenmesine izin vermediği Hermia, Hermia’sına kavuşamayan sevgilisi Lysander, Hermia’ya duyduğu karşılıksız aşkla kıvranan Demetrius ve Demetrius için yanıp tutuşan Helena için Atina yaşanmaz hale gelmiştir. Hermia ile Lysander, güvenli ama esaret dolu Atina’daki ‘baba yasası’nın ölümcül hükümlerinden kurtulmak için, kentin dışındaki, doğaüstü varlıkların kol gezdiği özgür ama tekinsiz koruya kaçarlar. Demetrius onların, Helena da Dimitri’nin peşine düşer.

Koruda, Periler Kralı Oberon, Hindistan’dan gelen köle çocuğu kendisine vermemek için durmaksızın atıştığı Kraliçesi Titania’yı cezalandırmak için, ormanın şakacı cini Puck’a tılsımlı bir çiçeği bulması için emir vererek, getirdiği çiçeğin suyunu Titania’nın gözüne sıkar. Kraliçe uyandığında ilk gördüğü yaratığa âşık olacaktır.

Koruda Helena’nın Demetrius tarafından devamlı aşağılanmasına şahit olan Oberon, Puck’tan tılsımlı çiçeğin suyunu, Demetrius’un gözüne sıkmasını ister. Şaşkın Puck, tılsımlı suyu Demetrius yerine yanlışlıkla Lysander’in gözüne sıkınca başlayan kargaşa, aynı koruda prova yapmaya gelen amatör tiyatro gurubunun da olaylara katılmasıyla tam bir kaosa dönüşür. İçinden çıkılmaz hâle giren olaylar sonunda tatlıya bağlanır ve çiftlerin sevdiklerine kavuştuğu çoklu düğünde esnaflar, düğün şerefine oyunlarını sahnelerler.

Kemal Aydoğan ve ekibi, En Kısa Gecenin Rüyası’nda, aşkın ve yanılsamanın çatışmasında düş ve gerçekliğin sürekli yer değiştirdiği, insana özgü duygusal karmaşanın tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildiği bir eğlenceliğin çok daha ötesine giderek müthiş ciddi ve de müthiş komik bir iş çıkarmayı başarmışlar.

Birkaç yıldır DOT’un da yapmakta olduğu gibi, metni kendi bakış açılarından irdeleyebilmek için yeni bir çeviri yaptırmışlar. Emine Ayhan ve Aysun Şişik’in çok başarılı çevirisini didik didik ederek metni yeniden keşfetmişler. Bazıları dâhiyane denebilecek sayısız küçük ayrıntıyla zenginleştirdikleri yorum o bildik öyküden yola çıkarak taptaze, yepyeni bir oyuna dönüşmüş.

Nedense bütün Bir Yaz Gecesi Rüyası sahnelemeleri, Theseus’un sadece girdiği savaşı değil, Hyppolita’nın da kalbini kazandığını varsayarak, karşımıza mutlu ve memnun bir Amazonlar kraliçesi çıkarırlar. En Kısa Gecenin Rüyası’nın ilk sahnesinde ise, yenilgiyi zorlukla hazmetmiş, güçlü ama gururu incinmiş mutsuz bir Hyppolita ile karşılaşırız. Bu bağlamda Theseus-Hyppolita ve Oberon-Titania ikililerini aynı oyuncuların (Timur Acar & Didem Balçın) yorumlaması farklı bir anlam kazanmakta, birbirinin sanki tersine aynasına dönüşen çiftlerden gerçek hayattaki Hyppolita’nın kabullenmek zorunda kaldıklarını, Titania hırçın bir başkaldırı ile reddetmektedir. Theseus’un gerçek hayattaki ‘hafif kırık’ yalakası Philostrate ile onun tam zıttı ‘fırlama’ Puck’ı da aynı oyuncunun (Volkan Yosunlu) canlandırması, kanımca bu tersine dualitenin doğal sonucu.

Sarayda geçen bu ilk sahne, Atina’nın ‘baba yasası’nın katı kurallarını zekice aşarak, erkek-egemen bakış açısının sert bir eleştirisine dönüşür. Bu eleştirel bakış açısı, oyunun tamamına dozunu arttırarak yayılacak ve özellikle finalde doruk yaparak, esnafların sahnelediği oyun üzerinden ayırımcılığın, ötekileştirmenin, ırkçılığın keskin bir hicvine ulaşacaktır.

Görülüyor ki, bu saraylı-ayaktakımı karşıtlığı 1590’lardan beri varmış. Shakespeare bile ‘aşağı sınıf’ esnaflardan oluşan tiyatro gurubunu asillerin karşısına getirirken isimlerinde çift anlamlı kelime oyunları yapmış. (İngilizce’de quince=ayva, bottom=k.ç, flute=flut, snout=hayvan burnu, snug=sıcak rahatlık anlamlarına gelmekte).

En Kısa Gecenin Rüyası’ndaki esnaflar takımı (Peter Quince: Murat Tüzün, Nick Bottom: Caner Erdem, Francis Flute: Mert Şişmanlar, Tom Snout: Hasan Demirtaş, Snug: Alper Baytekin, Robin Starveling: Çağlar Yalçınkaya) başlı başına bir olay. Oyunun sonunda Demetrius’un (beklenmedik bir sevimsizlikle) fark ettirdiği gibi ‘şiveli’ konuşuyorlar; hem de birbirinden farklı şivelerle. Bu farklı şiveler aslında medeniyetin beşiği Anadolu’nun tüm sesleri. Yönetmen burada evrenselden yerele geçiş yaptıktan sonra tekrar evrensele dönmeyi başarmış ki böyle bir yolculuk, neredeyse imkânsızı mümkün kılmak.

Kemal Aydoğan, oyunu karşılıklı iki platforma oturttuğu seyircilerin ortasına alarak izleyiciyle bütünleşmesini sağlamış. Değişmez Sahne Tasarımcısı Bengi Günay ile Işık Tasarımcısı İrfan Varlı, minimalin ötesinde bir dekorla büyülü bir orman yaratmışlar. Shakespeare’in birbirinin içine geçirdiği üç ayrı dünya, akıllıca bir kostüm kullanımıyla ayrıştırılmış. Saraylılar tören için klasik smokin ve abiye tuvalet giyiyorlar. Dört genç aşığın (Lysander: Onur Ünsal, Demetrius: Mert Fırat, Hermia: Beyza Şekerci, Helena: Melis Birkan) giysileriyse 1950’li-60’yılların Sandra Dee ve Troy Donahue’lu ‘kaçış sineması’ elbiselerini andırıyor. Asillerin olabildiğince yapay dünyasını simgeleyen bu giyimlerin karşıtı olarak esnaf takımı, partal ama gerçekçi giysiler içinde. Ormanın büyülü dörtlüsü ise hiçbir zamanı ve modayı çağrıştırmayan, gerçeküstücü ve benzersiz kostümler kuşanmış. (Ormanın dörtlüsü dedim çünkü aralarında güçlü oyunculuğu ve bir o kadar da güçlü sesiyle tüm perileri bir başına canlandıran Ezgi Coşkun da var.)

Moda Sahnesi’nin bir sonraki oyuna hazırlanmakta olan Zucco/ Ulaş İnan Torun hariç nerdeyse bütün kadrosunu sahneye çıkaran Kemal Aydoğan, takımından olağanüstü bir toplu oyunculuk elde ediyor. Hepsi de birbirinden iyi. Tercih olarak değil ama yıllar önce oluşmuş, birbirini iyi tanıyan bir ekibin içinde sağladığı uyum için Caner Erdem özel bir tebrik hak ediyor. Melis Birkan ise dizide de, sinemada da oynasa artık has bir tiyatrocu olduğunu ‘Bira Fabrikası’ndan sonra bir kez daha ispatlıyor.

En Kısa Gecenin Rüyası’nın bir sürprizi de, müziklerini Can Güngör’ün, koreografisini Yeşim Coşkun’un yapmış olduğu iki danslı bölüm.

Birincisi dört genç aşığın nihayet birbirlerine kavuşmasının anlatıldığı klasik/modern dansa yakın olanı. Dört genç oyuncunun profesyonel dansçıları aratmayacak derecede başarılı performansı yaşananları bir dans tiyatrosu olarak tekrar özetliyor. Bu romantik anlatının içine, büyülü çiçeğin şaşkınca kullanımının sonucunda ortaya çıkabilecek pek çok farklı olasılık da hınzırca serpiştirilmiş.

Oyunun sonundaki stilize halk dansı gösterisi ise Kemal Aydoğan’ın farklı ve de etkileyici finalinin bir parçası. Sadece Theseus değil, ormanda yaşadıkları zorlu süreç içinde hepimizin sempatisini kazanmış olan genç aşıklar da, doğal ortamlarına döndüklerinde giderek sevimsizleşerek, esnafları ve onların gösterisini aşağılayan, ne oldum budalası bir guruba dönüşürler. (Kuşaklarının en iyi oyuncuları arasında gördüğüm, kişisel olarak da çok sevdiğim Onur Ünsal ve Mert Fırat, o dayaklık p.çlere dönüşmeleri için hakkedilmiş bir bravo!) Ve finalde esnaflar o güzelim halk oyununa girdiklerinde Hyppolita’nın ilk kez gülümsediğini görürüz. Kadınlar, belki kadın duygusallığıyla, belki de bilinçaltında erkek egemenliğinin onları da ötekileştirdiğini hissettiklerinden oyuna katıldıklarında o üç herif, oturdukları yerde buz gibi kalakalacaklardır.

“Bir kere esnaf, farklı konuşuyor. Bizim saraylı erkeklerin durmadan esnafın konuşma tarzını eleştirmesini şöyle anlayabiliriz: Esnaflar bize şunu diyor; sen istediğin kadar titizlen ben bozarım senin gramerini, dilini. Buradayız ve varız diyorlar. Senin ‘noktalama’nın ve gramerinin dışına da bal gibi çıkarız. Az sonra da o soylu tiyatroyu bozacaklar, ondan da rahatsız olacaklar saraydakiler. Senin kurallarını çalıştırmıyorlar çünkü. İhlal! Zaten tiyatronun yapacağı şeylerden biridir bu. Tiyatro, düzenin bozulabileceğinin işaretidir.”

Kemal Aydoğan

Titizlikle hazırlanmış çok sağlam bir çalışma. Üstelik müthiş eğlenceli. Mutlaka görülmeli. Hepinize iyi seyirler.