Peri kurbağa

Sevgili okurlarım bu hafta okuyacağınız hikâye, iyi davranışlar, fedakârlıklar ve cömertlik konularını işliyor. İyi birer evlat olan Hanina ve eşinin, saygı, sevgi ve sabırla sınavlarını başarıyla verip, en önemli değerler ile ödüllendirildikleri anlatıyor.

Sara YANAROCAK Kavram
27 Ağustos 2015 Perşembe

Bir zamanlar çok varlıklı, mutlu bir yaşlı çift yaşarmış. Tek evlatları olan Hanina, okuyup meslek sahibi olduktan sonra, evlenmiş. Bir gün yaşlı babasından, hemen yanlarına gelmesini isteyen bir mektup alınca derhal yola çıkmış ve ailesinin yanına varmış. Eve girdiğinde, anne ve babasını çok hasta olarak yataklarında yatarken bulmuş. Yaşlı adam oğlunun elini tutarak,

“Sevgili oğlum biz artık neredeyse ölmek üzereyiz. Bizim bu halimize sakın üzülme ve kederlenme. Yaşamımız boyunca çok mutlu bir çift olduk. Her zaman birbirimizi sevdik ve destek olduk. Şimdi de aynı zamanda, birlikte hayata veda etme ayrıcalığı ile mükâfatlandırılıyoruz. Biz öldükten sonra yerine getirmen gereken yedi günlük (şiva) yasını tut. Yasın biteceği günün gecesi, Pesah Bayramının ilk gecesi kutlanacak.

O sabah duamızı ettirdikten sonra, dışarı çık ve çarşıya git. Orada sana satın alman için uzatılan ilk malı satın al. Bunun ne olduğunun ve fiyatının hiç önemi yok. Hiç pazarlık etmeden ve tartışmadan sana uzatılan malı satın al. Bu alacağın şey her ne ise sana şans kapılarını açacak. Bu sözüme kulak ver oğlum; öğüdümü yerine getirirsen, hayatın mükemmel bir hale gelecektir” dedi.

Hanina babasına bu öngörü şeklindeki son öğüdünü tutacağına dair söz verdi.

Yaşlı çift, aynı gün içinde, aynı zamanda hayata veda ettiler. Yan yana gömüldüler. Hanina yedi gün boyunca evde oturup, onların yasını tuttu. Şiva bitince evden çıkıp çarşının yolunu tuttu. Hem Pesah için seder alışverişi yapacak, hem de babasını vasiyetini yerine getirecekti. Onu bekleyen macera duygusuyla kalbi heyecan ve merakla çarpıyordu.

Çarşıya girer girmez karşısına yaşlı bir satıcı çıktı. Elinde gümüş bir kutu vardı. Hızla Hanina’nın yanına geldi ve ona kutuyu uzatarak, “Bunu benden satın almalısın oğlum. Bu kutu sana inanılmaz bir şans getirecektir” dedi.

Hanina iri gümüş kutuyu eline alıp inceledi. Kutunun üzerinde gizemli işaretler ve yazılar kazılmıştı. Hanina, “Bu kutunun özelliği nedir?”diye sorunca, yaşlı satıcı, “Bu konuda sana hiçbir şey söyleyemem. Hakikaten tek bildiğim, bu kutuyu satın alacak olan kişinin, Pesah sederi sofrasının başında bunu açması gerektiğidir” dedi. Hanina buna karşı koyamadı çünkü sevgili babasının sözleri hala kulaklarında çınlıyordu.

“Bunun fiyatı ne kadar?”diye sordu. Satıcı, “1000 altın ”dedi. Hanina bir an duraksadı. Bu çok fazla bir paraydı, neredeyse sahip olduğu yegâne servetti. Ama babasını sözlerini de unutamıyordu. Sonunda paraları satıcının avuçlarına sayıp gümüş kutuyu satın aldı.

Hanina ve karısı, babasının evinde Pesah sederi sofrasını kurdu. Masaya oturup heyecanla kutuyu açtılar. İçinden daha küçük bir gümüş kutu çıktı. Onu açtıklarında ise, içinden küçük bir kurbağa çıktı ve masaya atladı. Hanina’nın karısı, büyük bir hayal kırıklığı içinde, sesini çıkarmadan, kurbağaya yemek verdi. Kurbağa oburca verilen her şeyi yalayıp yuttu. Kurbağa Pesah Bayramı’nın sekiz günü boyunca sürekli olarak yedi ve içti. O kadar çok yedi ki, bir haftanın sonunda, boyu ve kilosu normal bir insanın bedeninden daha iri oldu. Hanina ilk gün ona bir barınak hazırlamıştı ama ertesi gün ona bir kulübe inşa etmeye başladı. Hanina kurbağanın nasıl bu kadar yiyebildiğine hayret ediyordu. Onun ve karısının bir günde yediklerinin neredeyse üç katını veriyorlar, yine de kurbağanın karnını tam olarak doyuramıyorlardı.

Artık parasal olarak çok zorlanıyorlardı ama sabrediyorlar, cömertçe görevlerini sürdürüyorlardı. Sonunda sahip oldukları mallarını satmaya başladılar. Paralarını çok dikkatli harcadıkları halde, sonunda gerçekten çok yoksul oldular. Hanina’nın karısı o güne kadar hiç sesini çıkarmamış, sabırla olacakları beklemişti. Ama yoksulluk sınırına gelip, evleri tamtakır kalınca, kadıncağız acı acı ağlamaya başladı. Artık normal bir insanın iki misli büyüklüğüne ulaşan kurbağa kadının yanına gelerek, “Erdemli ve iman dolu Hanina’nın, iyi yürekli, zarif hanımı, beni iyi dinle. Dile benden ne dilersen! Size her şeyin en iyisini getiririm” dedi.

Kadın, “Bize yiyecek getir” dedi. O anda kapının önünde, içinde çeşitli yiyecekler olan kocaman bir sepet belirdi. Hanina daha bir kelime bile etmemişti. Kurbağa bu sefer ona döndü ve bir şey isteyip istemediğini sordu. Hanina, “Böyle güzel konuşan ve harikalar yaratan bir kurbağa, mutlaka ki çok akıllı ve bilgilidir. Senden dileğim, bütün bildiğin ilimleri, bilimleri, bilgilerin tümünü ve dini bilgileri bana öğretmendir” dedi.

Kurbağa bu dileği kabul etti. Onun öğretim metodu çok inanılmaz ve acayipti. Bir kâğıdın üzerine öğreteceği bilgileri yazıyor ve bunu yetmiş değişik lisanda tekrar yazıyordu. Sonra sayfaları Hanina’ya vererek yutmasını istiyordu. Hanina kısa bir süre sonra, sonsuz bilgiye, ilime ve yetmiş çeşit lisana vakıf oldu. Hepsini anlayacak ve konuşacak seviyeye ulaşmıştı. Hatta hayvanların ve kuşların dilini bile anlayabiliyordu.

Etrafındaki herkes onu, tüm zamanların en bilgili insanı olarak nitelemeye başladılar. Bir gün kurbağa tekrar yanlarına gelerek:

“Artık beklenen gün geldi. Bana gösterdiğiniz misafirperverliğinizi ve cömertliğinizi ödüllendirme günü bu gündür. Hadi şimdi hep birlikte ormana gidelim. Sizi orada harikalar bekliyor” dedi. Hanina ve karısı, sabahın bu çok erken saatinde, dev boyutlara ulaşan kurbağanın peşine takılarak ormanın derinliklerine daldılar. Kurbağa gerçekten çok gülünçtü. Önlerinden topallayarak zıp zıp gidiyordu.

Ormana iyice dalınca kurbağa birden bire avazı çıktığı kadar vıraklamaya başladı:

“Heyyyyyy! Ormanın bütün sakinleri, ağaçlarda, toprak altında, ırmakların içinde ve mağaralarda yaşayan bütün canlılar, emirlerimi yerine getirin. Derinliklerde gizlenen değerli taşları, bitkileri ve bitki köklerini hemen buraya getirin” diye uzun zaman vırakladı.

Ardından önlerinden inanılmaz bir geçit töreni gerçekleşti. Binlerce, yüz binlerce kuş önlerinden geçti. Binlerce ve yüz binlerce böcek ve sürüngen, deliklerinden çıkıp önlerinden geçti. Her grubun gagalarında ve ellerinde farklı hediyeler vardı. Hanina ve karısının önünden geçerlerken, ayaklarının dibine ellerindeki şeyleri bırakıyorlardı. Karı koca meraklı ve şüpheci bir telaş içindeydiler. Gördüklerine inanamıyorlardı. Kısa zamanda önlerinde, değerli taşlar ve bitkilerden oluşmuş öbek öbek dağlar birikmişti. Kurbağa değerli cevher taşlarını göstererek, “Bunların hepsi sizin. Kıymetli ve değerli bütün bu bitkiler ve kökler de sizin. Bu bitkilerle, salgın hastalıklar için gerekli olan ilaçları hazırlayıp, insanlara şifa dağıtacaksınız” dedi. Sonra onlara sevgiyle bakarak, “Bunların hepsini hak ediyorsunuz, çünkü hem ölen ailenizi, hem de beni sorgulamadan, iman ve sabırla kabullendiniz. Bu yüzden de şimdi ödüllendiriliyorsunuz” dedi.

Hanina ve karısı ona sevgiyle ve gönülden teşekkür ederlerken, “Senin kim olduğunu öğrenebilir miyiz?”diye merakla sordular. Kurbağa gülümseyerek, “Elbette, ben Adam’ın peri oğluyum” dedi. Adam’ın kibrine, küstahlığına, kendini beğenmişliğine ödül olarak, Tanrı beni oğul olarak ona layık görmüş…” diye alayla güldü ve onlara sevgiyle bakarak, “Elveda” dedi. Bundan sonra kurbağa hızla küçülmeye başladı. En sonunda normal boyutlarına ulaştı. Ardından ırmağa atladı ve gözden kayboldu. Deliklerinden dışarı çıkan bütün yer altı sakinleri de yerlerine döndüler, kuşlar uçup uzaklaştı. El ayak çekilince, Hanina ve karısı önlerinde biriken tüm hazinelerini yüklenerek evlerine döndüler.

Her ikisi de, zenginlikleri, bilgelikleri ve hayırseverlikleriyle her tarafta ün saldılar. Onları sevenlerle birlikte, çok çok uzun yıllar mutlulukla yaşadılar.

Kaynak: Aunt Naomi’s Stories – Gertrude Landau/1919