Rastgele Vedat

Vedat Eskinazi’nin çocukluğunda başlayan balıkçılık ilgisi onu bugün dünyanın dört bir tarafında serüvenlere sürüklüyor.

Selin SEVİNDİREN Yaşam
8 Temmuz 2015 Çarşamba

“Rüya Görmeyi Bırak Yaşamaya Başla” ana fikriyle akıllara kazınan ‘Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı’  filmindeki Walter’ı anımsatacak maceraperest bir ruhla tanışın. Vedat Eskinazi’nin çocukluğunda başlayan balıkçılık ilgisi katlanarak onu bugün dünyanın dört bir tarafında serüvenlere sürüklüyor. Güzel haber şu, bu fotoğraflara bakıp “Ah keşke ben de...” diyen balıkçılık tutkunları ve hatta yeni başlamak isteyenler Vedat’a katılabilirsiniz.

 

Bu resimlere bakınca profesyonel bir balıkçıyla karşı karşıya olduğumuzu anlıyorum. Balıkçılık senin için bir hobi mi, spor mu veya hayat tarzı mı?

Hobi olarak başladı ama artık hayat tarzım oldu. Onunla yatıp onunla kalkıyorum. Çok okuyorum, araştırıyorum, geziyorum ve çok eğleniyorum.

Balık merakın ilk ne zaman başladı?

Büyükada’da babamla balığa çıkardık. Daha sonra arkadaşlarla bir takım haline geldik ve Türkiye’nin farklı yerlerine tatlı su balıkçılığı turları yaptık. 2009’da bunu yurt dışına taşıyalım dedik. Dört arkadaş ilk kez Norveç’te bir göle gittik. 25 senedir hâlâ birlikteyiz. İsmimiz de İstanbul Fishing Forever Grubu.

Turnuvalara giriyor musunuz?

Hayır çünkü Türkiye’de yapılan avlanmalar bizim ilgi alanımıza girmiyor. Trolling denilen teknelerin oltaları çektiği marlin, kılıçbalığı veya ton balığı yakalanan turnuvalar yapılıyor burada. Biz daha çok bedensel kuvvet gerektiren yöntemleri tercih ediyoruz. Hint Okyanusunda Giant Trevally (GT) denen kocaman balıkları yakalamayı seviyoruz. 60 kiloya kadar çıkıyorlar fakat kuvveti diğer balıklarla karşılaştırıldığında 200-250 kiloya denk geliyor.

 

Balık tutma tekniklerinden Jigging ve Popping malzemeleri


Tutmayı hedeflediğin, yakalayınca zirveye vardım diyeceğin balık hangisi?

Dog tooth tuna, yani köpek dişli ton balığı. Yakalaması çok zor. Derin sularda ve çok nadir avlanılabiliyor. Karşılaştım, oltama geldi ama adı gibi keskin dişleriyle oltayı kesip kendini kurtardı. GT’den sonra en kuvvetli balık ve her balıkçının hayalini süslediğine eminim. Onunla bol bol fotoğrafımı hayal ediyorum.

Şu ana kadar hangi ülkelere balığa gittiniz? Senin en çok dönmek istediğin yer neresi?

Hem takım olarak hem de bireysel olarak Kanada, Güney Afrika, Tanzanya, Mozambik, Madagaskar, Yeni Zelanda, Japonya, neredeyse dünyanın her tarafına gidiyoruz. Madagaskar bizim için en güzel balıkları yakaladığımız nokta. Beş kez gittik üst üste. Önümüzdeki Kasım Sri Lanka’ya gideceğiz. Çok umutluyuz. Balık turumuzun sonunda mutlaka turistik gezi de yaparız.

Ülkemizi tanıtıyor musunuz oralarda?

Bugüne kadar gittiğimiz her yerde oraya ayak basan ilk Türkleriz. On farklı noktaya gitmişimdir ve hepsinde ilk tanıştıkları Türk biziz.

İyi bir intiba bıraktınız diye ümit ediyorum.

Çok iyi bir intiba bıraktık. Herkes Türk ekibini çok sevdi. Oraya kendi peynirimizle, lokumumuzla, çayımızla gidiyoruz. Mesela Madagaskar’da Türk kahve makinemiz var. Yemekten sonra kahveleri ben yapıyorum. Herkesin söylediği Brezilyalılar, Güney Afrikalılar ve Türklerin çok cana yakın oldukları.

Madagaskar’ı bu kadar özel kılan ne, bizi biraz oraya götürür müsün?

Dört Fransız’ın kurduğu Fishing Lodge denilen sempatik kulübelerde kalıyoruz. Harika yemekler sunuluyor, tekne, kaptan, malzeme ne gerekiyorsa hepsi av paketinin içinde dâhil oluyor. Dünyanın dört bir tarafından insanlarla tanışıyoruz. Böyle bir hizmet başka bir ülkede bulamadık. Madagaskar sanki bir yüzyıl geride kalmış bir ada. Dünyanın en fakir yeri fakat en zengin doğaya sahip. Başkenti Antananarivo’ya Paris üzerinden 13 saatte ulaşıyoruz. Oradan bir başka adaya uçuyoruz, sonra tekne bizi 4,5 saatte varacağımız adaya getiriyor. Mitsio denilen bu adada ne elektrik, ne ulaşım, komünikasyon imkânı, hiçbir teknoloji yok. Bütün gün avlandıktan sonra ortak salonda müthiş yemekler, sohbetler, şamata ve sonrasında Petank oynuyoruz. Metal topları attığın durağan bir oyun aslında ama iddialı Avrupalılara karşı bir Türk takımı olarak efsane yazıyoruz. 

Mitsio’da yalnızca bu lodge mu var?

Büyükada büyüklüğünde bu adanın bir koyunda lodge bulunuyor. Mitsio ana kıtadan ayrı olup da insanların yaşadığı çok az adadan biri. Üç dört balıkçı köyü var. 300 kişi kadar insan yaşıyor. Fransızlar çocuklar için orada bir okul kurdular. Bir hastane projeleri var. Sağlık koşulları da düzeliyor. Son gittiğimde valizimde bir sürü okul malzemesi götürdüm. Her giden turist bu yardımı yapıyor. Her sene bir iki kez gittiğim için orası ile bir gönül bağım oluştu.

Oradan kahkahalarla güldüğünüz ya da ucuz atlattık dediğin bir av macerası var mı aklında kalan?

Önce kahkahaya başlayıp sonra korkuya dönüşen ve sonra da büyük bir rahatlamayla son bulan bir macerayı en son bir ay önce yaşadık. Normalde ava sabah 8’de başlayıp akşamüstü 5’te dönüşe geçiyoruz çünkü hava 6’da kararıyor. Lodge’a varmaya yarım saat kala oltamıza 400 kilo civarında siyah bir marlin balığı takıldı. Ekip çok heyecanlandı. Bir iki saat içinde balığı tekneye alıp resimleyip, canlı olarak denize salarız diye düşündük. Hiç öyle olmadı. Olta takımımız maksimum 60 kiloyu kaldırabilecek kapasitedeydi. Dönüşümlü beş kişi tam on saat marlin ile mücadele ettik. Sabah 3’e kadar. Gece yarısı bir de fırtına çıktı.

Neden vazgeçmediniz ki?

Aslında vazgeçtik. Tedirginlik artmaya başlamıştı. Kaptana oltayı kesip gidelim dedik ama kaptanımız Komando, adı üstünde bu balık tekneye gelmeden dönüş yok dedi. Bir şey diyemedik. Herkes çok yoruldu. 10 saat sonunda balık bizi okyanusta 25 kilometre sürüklenmişti. Balık iki kere teknenin yanına geldi. Hayatımda balinadan başka bundan daha büyük balık görmedim. Tekne kadar büyük bir karaltı yaklaşıyor, kocaman bir kafa, dev bir gövde... Üç saniye kadar göründü ve sonra derinlere daldı. Kaptanlar son derece profesyoneldi ama yine de balık istese bir kuyruk darbesiyle bizi devirebilirdi. Bu çok farklı bir hırs, ama bir noktadan sonra bu iş bitsin diye dualara başladık. Bir tek kendimiz için değil, bu kadar büyük bir balığın ölmemesi gerekirdi. Biz normalde balıkları geri bırakırız. Fakat bu balık çok büyük olduğu için bunu uygulayamazdık.

Sonunu merak ettim iyice…

Gece 3 olduğunda bir mucize oldu ve nereden çıktığını hiç anlamadığımız bir kaplumbağa arka ayağıyla bizim oltaya dolandı. Ve ipi kesti. Kaplumbağa hem balığın hayatını kurtardı hem de bizim. Sabaha kadar devam edebilirdi bu iş. Yemeğimiz, içeceğimiz yok. Altımızda mayoylayız, terlikleyiz. Hava buz gibi oldu. Teknik olarak o kadar gergin bir ipe bir hayvanın dolanabilmesi mümkün değil. Bugün hâlâ ne biz ne kaptan bunun nasıl olduğunu anlamış değiliz. Bugüne kadar o lodge’da yakalanmış en büyük balık.

Olacaktı…

Oldu. Uluslararası balık yakalama komitesinin kurallarına göre balık tekneye kadar gelirse turnuvalarda balığı yakalamış sayılırsın ve kazanırsın. İpi kesip salarsın, tekneye çıkarmazsın, çünkü öldürmeden bu kadar büyük balığı tekneye alamazsın. Anlayacağın ekip olarak bu balığı listemize ekledik fakat fotoğraflayamadık.

Keşke bir mükâfatı olsaydı.

Aslında çok ilginç bir şey oldu. Ertesi gün dönüş günüydü. Yolda hafif bir şeyler yakalarız dedik. Birdenbire sail fish denilen kılıçbalığı türünden bir sürüye denk geldik. Bir saat içinde dört tane sail fish yakaladık. Bu da yine normal değil. 70 ila 100 kilo arasıydılar. Altı günlük bir balık turunda bir tane sail fish yakalarsanız çok iyidir. Biz bir saat içinde dört tane yakalamıştık. Bu kaptanın başarısı çünkü koca denizde o yüzgeci seçti ve her birimize sabırla birer balık yakalattı.

Bir baba ve oğulun birlikte geçirebilecekleri kaliteli zamana en güzel örnek balık tutma olsa gerek.. O da senin gibi meraklı mı?

Oğlumla en keyifli anlarım bu zamanlardır. Emir de son derece tutkulu bir avcı, hem bilgi hem de yürek açısından son derece hazır. O herkesin Emir Kaptan’ı. Emirle yurt içi-yurt dışı birçok ava gittik ama okyanus için henüz erken. Tatlı suda kendi başına balığı yakalayabiliyor, nehir kenarında birbirimize yakın durmadığımız bile oluyor.

Erkek işi mi bu sadece? Kadınlarda yok mu avlanma tutkusu?

Tabi ki öyle cengâver kadınlar var ama çok az. Çok zorlu şartlar söz konusu. 6 metrelik bir teknede tuvalet yok, gölge yok, dört tarafı açık, düz dedikleri denizde dalga boyu üç metre. Müthiş bir fiziksel kuvvet de gerektiriyor.

Bir gün bu tutkunu işe dönüştürmeyi düşünür müsün?

Şu anda yarı profesyonel olarak işe dönüştürmeye başladım. Bu yıl yakın yerlere birkaç grubu götürdüm. Herkes çok memnun kaldı ve beni tamamen profesyonel olarak işe başlamam için teşvik ettiler. Dream Fishing Extreme Memories adlı bir oluşum başlattım. 2016’da yakın çevremdeki insanları yurt dışı turlarına götüreceğim. İki Madagaskar turu planladık. Balık tutma ferdi yapılan bir işlem olduğu için grupta yeni başlayanlar da olabilir, uzun senelerdir balık tutanlar da. Her tür teknik eğitimi ben veriyor olacağım.

Balıkçılık sporuyla ilgili son eklemek istediğin bir şey var mı?

Bugüne kadar bin tane balık yakaladıysam bunun sadece yüzünü öldürmüşümdür. Ya yemek için ya da fazla yaralandığı için. Sürdürülebilir avcılığa çok hassasiyet gösteriyoruz. Gittiğimiz birçok lodge’un ana prensibi de bu zaten. Özellikle büyük balıklar asla öldürülmüyor. Fotoğraf çekmek için belli kıstaslar var. Üç dakikadan sonra derhal suya bırakıyoruz.

Son olarak herkesin kadın erkek tutkuyla bağlı olduğu bir hobisi olmalı. Gönülden bağlı olduğu bu hobisiyle ilgili hep hayaller kurmalı ve çalışmak için motivasyonu bu olmalı. Aileden çaldığım bu zamanın ne kadar kıymetli olduğunu bildiğimden döndüğümde öyle bir telafi ediyorum ki burada kalsam aynı derecede kaliteli vakit geçirir miydim bilmiyorum. Hayat kaliten artıyor.

 

 

Alaska’da somon avına gitme hayalim vardı. İş için ABD’ye gitmişken bir tur ayarladım. Seattle’dan deniz uçağı ile çok alçaktan 3,5 saat süren bir yolculukla Kanada’ya geçtim. İskeleye indik ve pilot oranın Kanada sınırı olduğunu söyledi. İndiğimde polis hayatında bırak ilk kez bir Türk’ü görmeyi, ilk kez yabancı pasaport görüyordu. Kanada vizemi gösterdim. Ne yapacağını bilemedi. Ben de ‘bir damgan olması lazım, vurmalısın’ dedim. Okyanusun ortasında ufacık bir yerde altı gün geçirdim. Nehir kenarında rehber ile somon avlarken hemen yanımızda Discovery Channel’daki gibi bir Alaska ayısı nehrin içinden bir somonu kapıp yiyordu. Okyanusa açıldığımızda da belki yüz tane orka (katil balina) ile birlikte yan yana somon avladık. Bu kolay kolay görülecek bir şey değil hayatta.”

 

 


 

Siz de Walter ile Vedat arasındaki benzerliği  fark edebildiniz mi? Bazı gözler Vedat’ın Ben Stiller’ı fiziken de andırdığını düşünüyor. Seyahat ettiği birçok ülkede yolda durdurup imza isteyenler oluyormuş.