Prof. Nan Goodman ve öğrencilerini büyüledik

Colorado Üniversitesi Profesörü Nan Goodman’ın ‘Küresel Seminer’ adlı dersinin açıklama bölümünde şu sözlere yer veriliyor: “Müslüman ülkelerde Yahudi cemaatleri için yaşam neredeyse imkânsız hale geldi.21. yüzyılda Yahudi cemaatinin kuvvetlenerek gelişebildiği ve çok kültürlü bu Yahudi mirasını derinden araştırmak üzere öğrencilerin ve akademisyenlerin akın ettiği tek bir Müslüman ülke var. O da Türkiye.”

Selin SEVİNDİREN Söyleşi
1 Temmuz 2015 Çarşamba

Şalom gazetesi olarak tam da bu tanıma uyan bir grup öğrenci ve öğretmenleriyle sohbet ettik. Boğaziçi Üniversitesi’nin katkılarıyla düzenlenen iki haftalık ziyaretlerinden sonra grup buradan farklı güzel hatıralarla fakat cemaatimize karşı ortak bir hayranlık duygusuyla ayrıldı. Onları bir de hiç beklemedikleri bir duygu uğurluyordu: Yahudi kimliklerine kendi evlerinde duyduklarından daha sıkı bir bağ hissetmişlerdi.


Küresel Seminer adlı bu dersin amacı nedir ve neden sonunda bir İstanbul seyahati yer alıyor?

Bu dersin amacı ‘Dini Araştırmalar-Religious Studies’ bölümünde eğitim alan Amerikan öğrencilerini Müslüman ve Yahudi dünyasıyla tanıştırmak ve özellikle Müslüman bir ülkede var olmaya devam edebilen Yahudi cemaati ile etkileşime sokmak. Ayrıca Türkiye’deki Yahudi toplumunun içindeki çeşitlilik ile Yahudi ve Müslüman adetleri, törenleri ve ritüelleri arasındaki harmanı anlamalarını sağlamak.

 

Boğaziçi Üniversitesi’nin efsanevi profesörlerinden John Freely ile birlikte ‘Kudüs’e Giden Yolun Yarısı-Türkiye’de Yahudi Yaşamı Çeşitlemeleri’ adında bir kitap çıkarmak üzeresiniz. Gerçekten merak ediyorum bir yabancı olarak benim yaşamım size nasıl görünüyor?

Türkiye Yahudileri ile ilgili okuduklarımla tecrübe ettiğim arasında fark var. Okuduklarım hep gizlendikleri yönünde, tanık olduğumsa muazzam bir neşe. Cemaat, Türk Yahudisi olmaktan mutluluk duyuyor. Kendilerini Yahudi olarak tanımlamayanlarla ilgili konuşmuyorum elbette. Fakat Yahudi olarak tanımlayanlarda içlerindeki gururu hissedebiliyorsunuz. Kuzguncuk Sinagogu’nda tanıştığım bir Yahid, bir arkadaşına şöyle sataştı mesela “Sefaradlar yalnızca 500 yıldır burada, biz ise 700 yıldır.” Bir Mizrahi olarak bu topraklara daha önce gelmiş olmanın gururunu yaşıyordu. Bireysel olarak Yahudiler burada kendilerini evde hissediyorlar fakat cemaat olarak maalesef kuşatılmış hissediyorlar. Çocukları için bir gelecek görmekte zorlanıyorlar.  

 

Ders tanımında yazdığı gibi öğrencilerinizi buraya getirme sebebiniz ‘Müslüman bir ülkede yeşermekte olan bir Yahudi cemaatini’ göstermek. Artan antisemitizm ve gençlerin ülkeyi terk ettiklerini ileri süren onca haber yayınlanırken gerçekten de cemaatimizin geliştiğini mi düşünüyorsunuz?

Sayıca değil fakat ruhen evet. Sekiz sinagog gördük: Edirne, Aşkenaz, İtalyan, Neve Şalom, Ortaköy, Kuzguncuk ve Bursa’da Mayor ile Geruş. Tabi ki buradaki cemaat yalnızca bir zamanlar çok daha büyük bir cemaatten geriye kalanlar. Fakat insanlar Yahudilikleriyle ilgili şevkli bir ruh halindeler. Ben bile yenilendiğimi hissettim burada. Yahudiliğimle ilgili daha önce hissetmediğim duygular yaşadım. Bu öyle ironik ki çünkü maalesef yok olma tehlikesi yaşayan bir toplum söz konusu ama diğer yerlere kıyasla daha canlı bir toplum. Pembe gözlüklerle bakıyormuşum gibi gelecek size fakat ülkenizde korkutucu boyutlara gelen antisemitizmin ve azalan nüfusunuzun farkında olarak söylüyorum bunları.

 

Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet döneminde Yahudilerin yaşamlarını kıyaslayabilir misiniz?

Osmanlı döneminin 600 yılını genellemek doğru olmaz ancak 17. ve 18. yüzyılların başında Yahudi yaşamının oldukça renkli ve zengin olduğunu, örf ve adetlerinin daha serbest yaşandığını, baskı olmakla birlikte farklılıklara daha fazla saygı gösterildiğini ve farkındalığın daha yaygın olduğunu söyleyebilirim. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atatürk ile birlikte tüm dini uygulamaların hizaya getirildiğini, bunun Yahudilere bir rahatlama sağlasa da aynı zamanda onları içe dönük olmaya zorladığını görüyoruz. Sonraları ise tam bir felaket. İsrail’e, ABD’ye ve Avrupa’nın dört bir tarafına beyin göçü oldu. Bu beni çok üzüyor çünkü Türkiye’nin Yahudi nüfusu eşsiz bir özelliğe sahip.

 

Niye bu kadar eşsiziz?

Hayatım boyunca eğitimini almama rağmen bu yaşıma gelip de bizzat burayı görene kadar buradaki çeşitliliğin boyutunu anlamıyordum. Romanyotlar, Mizrahiler, Sefaradlar, Aşkenazlar, Karaylar ve Sabetaycılar. New Yorklu Aşkenaz bir Yahudi olarak Türkiye’de kimliğimle ilgili daha fazla şey öğrendim. Yahudiler kendi aralarında farklı mezhepleri, farklı ibadet şekillerini seçmiş olabilirler. Hatta Yahudilerin içindeki çeşitlilik dışındaki çeşitlilik kadar fazla desem yeridir. Fakat Yahudilerin bu farklılıkları işleme şekli beni hayrete düşürüyor, Yahudi toplumunu burada ayakta ve bir arada tutanın bu olduğunu anlıyorum.

 

Türkiye Yahudileri dünyanın diğer yerlerine göre örf ve adetlerine daha bağlı bir portre çiziyor. Bunda batının daha serbest ve laik yaşam biçimine nazaran Türkiye’nin daha gelenekçi olan hayat tarzının etkisi var diyebilir miyiz?

Yahudiliğin burada yaşanış biçimi bana tamamen Türk tarzı geliyor. Sinagogların mimarisinden, sanatsal yansımalara, Sefarad yemeklerinden, müziğe ve hatta törenlerin uygulanışına kadar neredeyse birebir Türk etkisini görüyorum. Hatta sadece Türk değil, İslam etkisi de mevcut. İki din arasında böylesi bir köprü yalnızca Türkiye’ye has.

 

 

 

İspanya’nın Sefarad Yahudilerine vatandaşlık yolunu açması hakkında ne düşüyorsunuz?

İronik olduğunu düşünüyorum. Bu gelişmenin buradaki Yahudi nüfusunu azaltması fikri çok üzücü olur ama gitmek isteyecekleri de anlarım. Yahudiler için bu ülke gittikçe yaşaması daha zor bir yer hale geliyor. Gelecekte çocukları için daha özgür yaşayabilecekleri bir ülkeye gitmek isteyenleri suçlayamam. Ama burada bir ironi yok mu, var tabi.

 

Peki, güncel İspanyolca bilmenin şart olarak önümüze koyulmasına ne diyeceksiniz? 500 yıldır koruduğumuz Ladino’nun yeterli olmaması adil mi?

Bunu cevaplamak için yeterince bilgi sahibi olduğumu düşünmüyorum. Politikacı değilim. Fakat cemaatinizin öfkesini anlayabiliyorum. Öğrencilerimden Scott bu konuda fikrini açıklamak isteyecektir.

Scott: Anneannem Almanya’dan kovuldu. Benim Almanya pasaportu alma hakkım var ve benden Almanca bilmem beklenmiyor. O yüzden bunun sizlere haksızlık olduğunu düşünüyorum.

 

Ladino’dan bahsetmişken ölmekte olan bir dil için nasıl mücadele edilebilir?

Scott ile aynı konuyu tartışıyorduk. Scott Yidiş biliyor. Bu iki dili karşılaştırıyorduk. Yidiş de ölmek üzereydi fakat sayıca az olmakla birlikte fazlaca enerjik ve azimli insanların sayesinde yeniden canlandı. ABD’de birçok genç Yidiş dersi alıyor. Dil kursları öğrencilerle Yidiş konuşanları bir araya getirerek sohbet ortamları sağlıyor. Bu yöntemler kolayca Ladino için de uygulanabilir. Tabi ki yatırım gerekiyor. Umutluyum. Burada dini törenlerin hemen hemen hepsinde Ladino duydum.

 

 

Prof. Nan Goodman

 

Burada 500 yıllık varlığımızla Türkiye'nin gururla dile getirdiği 'dini mozaiğin' bir parçasını oluşturuyoruz. Fakat bir gerçek var ki vatanseverliğimiz sürekli sorgulanıyor, ayrıca farklılıklarımızı fazla gözler önünde yaşamamamız bekleniyor. Kimliğinizle ilgili bir dilemma içindeyiz. Dışarıdan biri olarak siz bizi nasıl tanımlarsınız?

Sizi Yahudi Türkler olarak tanımlıyorum çünkü size bakınca sizinle ilgili Türk olmayan hiçbir özellik göremiyorum. Bugünkü yönetimin ve öncekilerinin de tutumu maalesef çok üzücü. Burada oldukça çirkin bir kelime olan 'tolerans' karşımıza çıkıyor. Tolerans çirkin bir olay. Aslında bu topraklarda bu kelimenin varlığı göreceli, dünyanın geri kalanından kaynaklı. Osmanlı ve Türkiye'nin tutumu Yahudileri kovan veya katleden ülkelere nazaran hoşgörülü kalıyor. Bu kelimeyi mutlak olarak aldığımızda ise karşımıza feci bir durum çıkıyor. Her zaman gözetim altında olmanız, katılımınızın sınırlandırılması anlamına geliyor. Laik kesimde bunun yansıması farklı söylemlerle, 'Yahudi tanıdıklarım kendilerini Yahudi olarak tanımlamıyorlar ki, Yahudi oldukları hiç belli değil," şeklinde karşımıza çıkıyor. Bunun tercümesi 'Yahudi oldukları gerçeğini kabullenmiyorum' dur ve çok üzücüdür. 

Yine Türkiye'de diğer ülkelerde olduğu gibi belki de biraz daha fazlaca, en büyük sorun Yahudilerle İsrailliler arasındaki çizginin bulanıklaşması hatta tamamen ortadan kalkmasıdır. 

 

Devletimizin Edirne Sinagogu'nu restore etmesi cemaatimiz tarafından büyük bir şükran ve coşkuyla karşılandı. Fakat Edirne'de hiç Yahudi yok. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Ülkenizdeki sinagogların ihtişamını, ancak bir yandan buralarda ibadet edecek nüfusun kalmayışının yarattığı tutarsızlığı fark etmemek mümkün değil. Hatta bazı sinagogların kapatılmasını önlemek adına yahidlerin sık sık seyahat ettiklerini de öğrenmiş bulunuyorum. Edirne Sinagogu’nun büyüklüğü öte yandan içinin boşluğu beni derinden etkiledi. Yine de restore edilmesi müthiş bir şey. Yahudi ve Yahudi olmayan insanların burada bir arada faaliyetler gerçekleştirmesi çok güzel.

 

 

Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu Cem Durak eylülde Colorado-Boulder Üniversitesi’ne Religious Studies-Dini Araştırmalar Bölümünde master okumaya gidiyor. İstanbul’da final yapan Global Seminar dersinin direktörü Prof. Nan Goodman’ın asistanı olarak görev alan Cem, iki hafta boyunca Amerikalı grupla ilgilendi ve onlarla gezdi. Kendisinden Türkiye Yahudileriyle ilgili fikrini paylaşmasını rica ettim.

Amerikalı öğrencileri en çok etkileyen şey zamanında burada yaşayan geniş bir toplumdan geriye kalanların hâlâ barındırabildiği canlılık oldu. Maalesef ülkemiz azınlıklarımıza karşı başarısız oldu. Sizleri eşit hissettiremedik. Ülkem her vatandaşını eşit ve ülkenin esas sahibi hissettirmeli ki kimse ikinci bir vatandaşlık almayı aklından geçirmemeli; İspanya'nın vatandaşlık teklifine Türkiye'nin eşit vatandaşı olan Sefarad Yahudileri ihtiyaç duymamalı. 

 

***

Prof. Goodman’ın öğrencileri anılarını ve duygularını hevesle anlattılar:

 

 

Emily

Kuzguncuk Sinagogu’ndaki Şabat duasında hayatımda olmadığım kadar Yahudi kimliğimin içime işlediğini hissettim. Ortak bir dil konuşamamamıza rağmen oradaki insanlara kendimi o kadar yakın hissettim ki birkaç kez ağladım. Kültürlerine ve dinlerine olan derin sevgiyi devam ettirmek ve paylaşmak isteyen bu sevecen cemaat yüreğimi ısıttı. O kadar ki neredeyse buraya taşınmak isteyeceğim. Öte yandan sinagoga girerken geçmemiz gereken güvenlik kontrolleri, çelik kapılar, sandalyelerin altındaki kasklar, yaşadığınız korkunun gerçekliği yüreğimi parçaladı. Bir Amerikalı olarak dinimi özgürce yaşayabildiğim evim yerine, her şeyin duvarlar arkasında yaşanmak zorunda olduğu bu ülkede kimliğime bu denli bağlanmam beni hayrete düşürdü. Bu tezat beni çok etkiledi.

 

 

Joshua

Kuzguncuk Sinagogu’nda Tora’yı okumak için çağrıldığımda ne yapacağımı bilemedim. Oradaki bir adam beni neyi ne zaman yapacağım konusunda yönlendirdi. Daha sonra Cem’in tercümesi ile kendisine teşekkür ederken, birden Cem ile heyecanlı bir şekilde konuşmaya başladılar. Acilen bir kâğıt kalem bulundu. Elime tutuşturdukları kâğıtta Neve Şalom’un adresi ve ertesi günü olacak bir düğün törenin saati yazılıydı. Düğünün coşkusu, Hupa’nın çok hoşuma giden bizdekinden farklı şekli ve düğün sonunda alkışlarla şarkı söylenmesi anılarımdan silinmeyecek.

 

 

Scott

Beni Türkiye’de en çok şaşırtan inanılmaz misafirperverliğiniz oldu. Kendi ülkemden çok farklı şekillerde buradaki sinagoglarda ritüellere dâhil edildim. Teva’ya çıkıp Tora’yı okumak ve kaldırmak beni neredeyse gözyaşlarına boğuyordu. Aramızda koca bir okyanus olmasına rağmen burada kardeşmişiz gibi karşılanmak benim için şok ediciydi.

 

 

Bridgette

Dönmelerin Bülbül Deresi Mezarlığındaydık. Geçmişte bu topluluğun Yahudi kimliklerini dışarıdan Müslüman görünerek gizlediklerini öğrendim. Modern zamanlarda da bu gizlilik devam etmekte diye düşünüyorum. Dönme olarak değil ama herkesin Yahudi kimliğini dışarıdayken gizlediğini görüyorum. Sinagoglarınız bile öyle, içeriden sıcak, herkesi kucaklayan ve capcanlı bir atmosferi var, fakat dışarıdan ne olduğu belirsiz, sanki kimliğini saklıyor gibi. Böyle bir metafor oluştu zihnimde.

***

Röportajımızı şüphesiz zenginleştiren bu güzel yorumlardan sonra, onlara öğretmenlerinden en yüksek notu vermesini rica edeceğime söz verdim. Prof Goodman’ı A+ vermeye mecbur bırakmak için öğrenciler bunu gazeteye yazmam konusunda ısrar ettiler. Profesör, sizden özür diliyorum ama ben de bir zamanlar öğrenciydim, kaldı ki zaten en iyi notu hak ediyorlar.

Sizleri güzel ülkemize her zaman bekleriz.