Cannes’te özgün bir Holokost filmi

Woody Allen, George Miller, Emmanuelle Bercot ve Laszlo Nemes filmleriyle festivalin ilk günlerine damgalarını vuran yönetmenler…

Viktor APALAÇİ Sanat
20 Mayıs 2015 Çarşamba

Festivalin ikinci gününde gösterilen Macar filmi ‘Saul’un Oğlu/Saul’s Fia’, genç yetenekleri keşfetmekle ünlü Cannes’ın bu iddiasına güç katan özgün bir filmdi. Bella Tarr’ın yanında yetişen 38 yaşındaki Laszlo Nemes, Auschwitz-Birkenau temerküz kampında geçen konusuyla, Holokost ile ilgili filmler arasında yapılanlardan en iyilerinden birine imzasını atıyor.

Yaptığı ilk filmle Cannes’da yarışmaya katılma başarısını gösteren Nemes, özgün bir konuyu işlemedeki becerisi ve çarpıcı sinematografisiyle Cannes’da çok alkış aldı.

Sorbonne Üniversitesi edebiyat hocası Carla Royer ile müştereken yazdığı senaryonun odağına Nemes, Nazi soykırımının en yoğun yaşandığı bir krematoryumda çalışan kapo Saul Aslender’i koymuş. 1944’ün ekim ayında geçen hikâye temerküz kampında bir müddet çalıştırıldıktan sonra öldürülecek, Yahudi tutuklulardan oluşan bir kapo grubunu anlatıyor.

Krematoryuma götürülecek zehirli gazla öldürülecek insanların arasında Saul oğlunu teşhis eder. Saul’un tek düşüncesi kapoların hazırlamakta olduğu ayaklanma ve kaçış planına destek vermek değil, oğlunu Yahudi dininin vecibelerini yerine getirerek temerküz kampına gömmektir.

Bu iş için gizlice, kapolar ve mahkûmlar arasında bir haham arayan Saul’un yolu bir sahte haham ile kesişecektir. Kapoların başarılı ayaklanma teşebbüsünün kargaşası içinde çocuğunu civardaki ormana çıkarmayı başaran Saul’u bir sürpriz beklemektedir.

Kararlılık, azim, yazgı ve sebat temaları etrafında dönen film, bir babanın oğluna son görevini yerine getirmek için çırpınışını anlatıyor. Sinematografik açıdan çarpıcı ve özgün bir mizansenle anlatılan filmde, kamera sadece Saul’a odaklanıyor. Film boyunca ekranda sadece yakın planlarda Saul’u izliyoruz. Arka planda gelişen olaylar hep flu çekilmiş.

Filmde geniş açı ile çekilmiş tek sekans yok. Yüreğimiz burkularak Saul’un oğlunu gömerken Kadiş okuyacak bir hahamı ararken izliyoruz. Bu Macar filminin, yeni başlayan 68. Festivalin ödül listesine alınacağına inanıyorum.

 

‘400 DARBE’NİN MODERN VERSİYONU

Cannes Film Festivali 28 yıl aradan sonra bir kadın yönetmenin filmi ile açıldı. Sorunlu bir ergenin yetişkinliğe geçişini ve bu süreçte yaşadıklarını anlatan ‘Başını Dik Tut/La Téte Haute’ yönetmen-senarist-aktris Emmanuelle Bercot’nun beşinci uzun metrajlı çalışması.

‘Mad Max: Fury Road’ ile açılması beklenen festival, ilgiyle beklenen süper prodüksiyonlar veya bir Woody Allen filmi yerine, bir kadın yönetmenin filmi ile açıldı. Festivalin yeni başkanı Pierre Lescure ile yaptığı basın konferansında, festival direktörü Thierry Frémaux bu durumu şöyle izah etti:

“Açılış Galası kodlarına aykırı gelecek bu film, seçici kurulun festivali aykırı, etkileyici ve çarpıcı bir filme açma arzusu yansıtıyor.

Sosyal içerikli bu film, evrensel konusuyla toplumumuzun sorunlarına ayna tutuyor. Toplumsal ve eğitimsel mekanikler, eğitim ve adalet kurumları, suça meyilli gençler bu filmde inceleme konusu ediliyor. Bu yüzden başlama vuruşunu iyi olduğuna inandığımız bu filmle yapmayı amaçladık.”

‘Başını Dik Tut’, suçlu genç Malory’nin öyküsünü anlatıyor. Bir eğitimci ve bir çocuk suçları hâkimi, Malory ile 6 yaşından 18’ine kadar ilgilenip kurtarmaya çalışıyorlar. Konusu itibariyle filmin François Truffaut’nun otobiyografik başyapıtı ‘400 Darbe/400 Coups’un 50 yıl aradan sonra çekilmiş modern versiyonu olduğunu söyleyenler çıktı. ‘400 Darbe’ 1959 Cannes Film Festivali’nde yaratıcısına En İyi Mizansen Ödülü’nü getirmişti.

Festival yönetiminin Açılış Galası’nda popüler bir film yerine, yarışma dışı da olsa ‘Başını Dik Tut’ gibi sosyal içeriğiyle öne çıkan bir filmi tercih etmesi sanat sinemasına verdiği önemin bir kanıtı.

Festivalin çiçeği burnunda başkanı Pierre Lescure’ün Fransız sinemasının genç yaratıcılarının önünü açmak, auteur yönetmenlere şans tanımaktaki düşüncesini bilenler için bu tercih şaşırtıcı olmadı.

Emmanuelle Bercot çocuk kahramanları filmlerinin merkezine koyma meylini, ilk uzun metrajlı çalışması, senaryosunu yazıp yönettiği ve başrolünü oynadığı ‘Clément’ (2001) ile gösterdi.

Bu filmde 13 yaşındaki bir çocuğa âşık olan olgun bir kadını canlandırdı. Film ilginç konusuyla gösterildiği Cannes’da ilgi çekti.

Yine 2004’teki senaryosunu yazıp yönettiği ‘Backstage’de hayranı olduğu süperstar şarkıcının (Emmanuelle Seiguer) hayatına girmeyi başaran genç bir kızı canlandırdı.

Bercot, çocuk suçlarıyla ilgili çalışmalarının semeresini, senaryosunu Maiwen ile yazdığı ‘Polis/Polisse’in 2011 Cannes Jüri Ödülü ile aldı. Fransız polisinin çocukları korumadan sorumlu biriminin çalışmalarına odaklanan film, kapkaççıları, pedofili mağdurlarını, ailelerinden eziyet gören çocukları ve genç yaşta fuhşa zorlanan gençleri gündeme getiriyordu. ‘Polis’ 2012’de En iyi Özgün Senaryo Cesar Ödülü’nü kazandı.

‘Başını Dik Tut’ ile eleştirmenlerin övgüsünü kazanan Emmanuelle Bercot, Cannes’da bu yıl kırmızı halıdan ikinci kez geçecek. Maiwen ile işbirliğini sürdürdüğü yarışma filmi ‘Kralım/Mon Roi’da Bercot filmin baş kadın oyuncusu olarak ödül kovalayacak.

68. festivalin açılışını yapan bu filmle müthiş bir başlama vuruşuna tanıklık ettik. Film günümüz toplumsal hayatının en büyük sorunlarından biri olan, suça meyilli, amaçsız gençleri topluma kazandırmayı amaçlayan eğitimcilerin çabasını anlatıyor.

Aileleri sorunlu, sevgisiz bir ortamda büyüyen, eğitimleri kısıtlı, şiddetin kucağına düşmüş gençleri doğru yola getirmek için görevlendirilen, yüreği insan sevgisi ile dolu eğitimcilerin zorlu mücadelesini anlatan film, gerçek hayattan alınmış tespitleri iyi işleyen mükemmel senaryosu ile öne çıkıyor.

Yönetmen Emmanuelle Bercot’nun Marcia Romano ile müştereken yazdığı bu senaryo, başarılı karakter tahlillerine yer verirken, insancıl bir bakış açısıyla evrensel bir sorun olan suça meyilli gençler için iyimser olmamız gerektiği mesajını veriyor.

Umutsuz vaka Malory’nin 6 ile 18 yaş arasındaki hayatına odaklanan film, bu roldeki Rod Paradot ile yeni bir Jean-Pierre Léaud’nun gelişini müjdeliyor.

 

WOODY ALLEN BİLDİĞİNİZ GİBİ

Cannes Film Festivallerine yarışma dışı filmlerle katılma geleneğini sürdüren Woody Allen, ‘Irrational Man’ ile formunu koruduğunu kanıtladı. İlerlemiş yaşına rağmen yılda bir film yapmadaki üretkenliğini sürdüren Allen, bu son filmiyle hayranlarını şaşırtma âdetinden vazgeçmediğini de gösteriyor.

Alfred Hitchcock filmlerini aratmayacak bir olay örgüsüne sahip film, kusursuz bir cinayet işlediğini düşünen felsefe profesörü Abe’in (Joaquin Phoenix) hikâyesini anlatıyor. Rus ruletinde kafasına iki kurşun sıkacak kadar hayatından bezmiş Abe’in hayatına, küçük bir kasabanın kampusunda rastladığı iki kadın giriyor. Erkek delisi olgun kadın Rita (Parker Posey) ile genç Jill (Emma Stone). Bir boşanma davasında bir kadına haksızlık ettiğini düşündüğü bir hâkimi Abe ustalıkla öldürür. Polisin bulamadığı cinayet delillerine son derece zeki Rita ve Jill’in ulaşması, W. Allen’a yakışan bir hoşluk. Hayatına bir anlam katmak için bir cinayeti tasarlayıp işleyen Abe karakterini Allen senaryosunda çok iyi çizmiş.

Hınzır ve zeki diyalogları ile izleyicisini güldürürken düşündüren W. Allen filmine müthiş bir final yazmış. Cannes’da filmi çok beğenilen Allen, basın konferansında da gazetecileri güldürmeyi sürdürdü.

YOL SAVAŞÇISI MAX’IN 4. SERÜVENİ

Mel Gibson’u mit karakter olarak sinema dünyasına tanıtan ‘Mad Max’ serisinin dördüncü ayağı ‘Öfke Yolu/Fury Road’da George Miller, başrolü Hollywood’un yükselen değerlerinden Tom Hardy’ye teslim etmiş. Baş kadın oyuncu ise Güney Afrikalı Charlize Theron.

70 yaşındaki Avustralyalı George Miller, senaryo yazarı-yönetmen ve kurgu ustası. Geleceğin dünyasında fütüristik çizgisiyle dikkati çeken serinin son bölümü özellikle set tasarımı ile göz dolduruyor.

Eski bir hekim olan Miller, ‘Neşeli Ayaklar/Happy Feet’ animasyon filmiyle 2007’de En İyi Animasyon Oscar’ını kazanmış, 1992’de ‘Lorenzo’nun Yağı’ ile En İyi Özgün Senaryo, 1995’te ‘Babe’ ile En İyi Film ve En İyi uyarlama Senaryo Oscar’ının sahibi olmuş bir sanatçı.

Son filminin konusuna gelince… Zorlu geçmişi Mad Max’ı hayatta kalmak için en iyi yolun yalnız kalmak gerektiğine inandırmıştır.

Yine de bir şekilde kendini, Furiosa adlı liderlerinin peşinde çorak topraklardaki savaş ortamından, sürekli kaçarak hayatta kalmaya çalışan bir grubun arasında bulur. Yaşadıkları ortamı zalimce yöneten Immortal Joe’dan kaçmaktadırlar ve Joe kendisinden çalınan, yeri doldurulmayacak derecede önemli kaybının peşindedir.

Vahşi çöllerde su ve yakıt savaşı veren acımasız savaşçılar arasında, eski asker, yeni tiran lider Joe en vahşi olanıdır.

Mad Max kendisine sadık olarak bilinen kadın lider Furiosa’nın(Charlise Theron) ihanetine uğrar. Furiosa bir grup kadın lideri kaçırınca, Joe peşine düşer. Bu çılgın takibe katılan Mac, Joe’nun azılı çetesine karşı Furiosa ile işbirliğine girişir.

Post-apokaliptik türünün yaratıcısı olarak bilinen George Miller, kaotik bir cehennem dünyası atmosferi yaratmadaki bilinen hüneriyle hayranlığımızı bir kez daha kazanıyor. Başarılı oyuncu kadrosunun dışında, mükemmel bir teknik kadro mizansenine katkı sağlıyor. İngiliz Hasta/The English Patient’ın Oscar ödüllü görüntü yönetmeni, ‘Manzaralı Oda/A Room With a View’un yine Oscar’lı kostüm tasarımcısının isimlerine şubat 2016’daki Oscar gecesinde rastlamamız kuvvetle muhtemel.

Alabildiğine geniş Avustralya çöllerinde, kıyamet sonrasında geçen bu distopyayı, yol savaşçısı Max Rochatansky’nin motosiklet çeteleriyle yaptığı mücadeleyi festival izleyicileri çok sevdi.

Basın konferansında soruların tümü George Miller’e övgü ile başlıyordu. Yönetmenin yanında oturan Güney Afrikalı aktris Charlize Theron’un sinemanın ilk tek kollu kadın kahramanı olduğunu bu basın konferansında öğrendik. Filmlerde pek heybetli duran, Hollywood’un yükselen değeri Tom Hardy’nin Theron’dan kısa olduğunu, küçücük bir kafası olduğunu gördük.

Masanın diğer başında oturan, filmin kadın montajcısı Margaret Sixel’in yönetmen Miller’in eşi olduğunu da öğrenmiş olduk.

‘Mad Max’ın galasında, hayat arkadaşı Sean Penn’in kolunda kırmızı halıyı kat eden Charlize Theron, güzelliği ile tüm kadınları gölgede bıraktı.