Holokost kurtulanı Luiza Bahar’ı kaybettik

Eşi Viktor Bahar ile birlikte 32 yıldır İYD’ye gönül vermiş, Holokost’tan kurtulmuş şanslı kişilerden biri olan Luiza Bahar, 7 Mayıs’ta hayatını kaybetti.

Dora NİYEGO Toplum
13 Mayıs 2015 Çarşamba

Eşinin hayatını kaybetmesinden sonra evim dediği İYD’de, ardından Or-Yom’da yaşamını sürdüren Luiza Bahar ile 2005 yılında maceralı hayatını konuşmuştuk. Anısına, bu röportaja yeniden yer vermek istiyoruz.

İşte Luiza’nın ağzından 2.Dünya Savaşı sırasında yaşadıkları, sonrasında İstanbul’daki yaşamı ve anıları:

 

FRANSA’DA SAVAŞ YILLARI

İstanbul’un Şişhane semtinde 1924 yılında doğdum. Babamın rakı ve şarap dükkânları vardı. Türkiye’ye Tekel’in gelmesi ile rakı yapılması yasaklanınca, 1929 yılında ailece Fransa’ya göç ettik ve Paris’te yerleştik. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar Fransa’ya girmeye başlamışlardı. Birçok filmde de gördüğünüz gibi, herkes Fransa’dan kaçmaya çalışıyordu; kimisi araba ile kimisi de at sırtında... Bazıları kaçarken, Almanların attıkları bombalardan ölüyorlardı. O aralar on altı yaşındaydım, ablam Fortüne de benden bir buçuk yaş büyüktü. Ablamla trenle kaçmaya karar verdik. Daha fazla bekleyemezdik. Teyzemin Vichy’de bir evi vardı; oraya gitmeyi planlıyorduk. Tren istasyonuna gittik. Oradaki kalabalığı anlatamam size. Herkes iki gün, iki gecedir istasyona girebilmek için bekliyordu. Trene girmeyi başarırlarsa, serbest bölgeye geçebileceklerdi. Ablama “Gel bir tur atalım” dedim. Arka tarafa doğru gittik. İstasyonun arka kapısı tesadüfen açıktı. Kapıda kimse yoktu, girdik. Tanrı bize yardım etti, trene bindik. Vichy’de inecektik. Uyuduk. Yerde mi uyuduk, yoksa başkalarının bacakları üzerinde mi, hatırlamıyorum. Nihayet teyzemin evine vardık. Orada birkaç ay kaldık. Annem ve babamdan uzun süre haber alamadık. Sonradan onlara kavuştuğumuzda, Paris’te kaldıklarını söylediler. Bombalar atılmaya başlandığında sığınaklarda saklanırlar, bombalar bitince de dışarı çıkarlarmış.

YARDIM TEŞKİLATI

Paris’te yaşadığım dönemde, David Rapoport adında gayri resmi bir teşkilata katıldım. Görevimiz, aileleri temerküz kamplarına yollanan Yahudi çocukları, Yahudileri seven Hristiyan ailelere teslim etmekti. Tabii çocukları saklamaları için onlara para ödüyorduk. Bu aileler, Paris’in dışındaki köylerde yaşayan ailelerdi. Benim görevim çok tehlikeli bir görevdi, zira teşkilatın diğer üyelerinin hepsi sarı yıldız takmasına rağmen Türk olduğum için benim sarı yıldızım yoktu. Bu sebeple çocukları bu ailelere ben götürüyor ve onlara teslim ediyordum.

Fransa’da yaşarken, bütün aile Türk vatandaşlığını muhafaza etmiştik. Türk hükümeti ‘bizim vatandaşlarımıza dokunamazsınız’ dedi, hatta bize sarı yıldız dahi taktırmadılar. Buna rağmen, 20 Ağustos 1941 günü (ben 18 yaşında iken), Türk pasaportu olmasına rağmen, babamı Drancy’ye yolladılar. Drancy, kamplara yollanmadan önceki ilk duraktı. Babam orada hastalanınca, Türk olduğu için Rotchild Hastanesine götürüldü. Bir süre sonra da babamı kaybettik.

FRANSA’DA YAŞAM

Çocukluğumda Paris’te bir kız okulunda okudum. Sonrasında dekorasyon üzerinde eğitim görmek istiyordum ancak babam izin vermedi. Okul oturduğumuz yere çok uzaktı. Ben de moda üzerinde başka bir Yahudi okuluna girdim. İki yıl okudum ve şapka yapmayı öğrendim. Hatta Türkiye’ye geldiğimde gelin duvağı yapmaya başladım. Evlenene kadar da Filipovich’te, bu meslek üzerinde çalıştım. İşte ve evde şapka yapardım. Sabah üçe kadar mangal ile şapka yapardım çünkü fötr şapkası yapmak için sıcak su gerekir. Çok özel müşterilerim vardı. Geçen yıl bir düğüne gittim, gelinin babaannesinin, oğlunun sünnet töreninde giydiği şapkayı ben yapmıştım.

Paris’e gittiğimde dört yaşındaydım, yirmi yaşında Türkiye’ye döndüm. Bir ülkeye veya bir şehre gittiğinde, senin insanlarının olduğu yere yaşamaya gidersin. Örneğin İstanbul’a gelen bir Sivaslı, Sivaslıların oturduğu muhitte yaşamaya gider. Paris’te de Türk Yahudilerinin yaşadığı bir bölgede yaşamaya gittik. Bir dönem Paris’te Varene’de, Rotchild adında bir lokalde çocuk eğitimcisi olarak çalıştım. Burada, anne ve babaları çalışan çocukları toplardık. Onlarla pikniklere giderdik, kızlara dikiş dikmeyi, erkeklere de tahta kesme gibi marangozluk işlerini öğretirdik. Ayrıca onlara Yahudi bayramlarını ve şarkılar da öğretirdik. Geçen yıl, kızımla orayı ziyarete gittik. 74 yıl aradan sonra ilk kez oraya gittim; çok güzel bir sinagoga dönüştürmüşler.

İSTANBUL’A YOLCULUK

1944’ün şubat ayında, yirmi yaşında iken, annemle İstanbul’a döndük. Türk hükümeti Türk pasaportu olanları trenle Türkiye’ye yollamak için izin aldı. Tren Almanya’dan geçti. Yolculuğumuz altı gün sürdü. Yerlerde yattığımızı hatırlıyorum. Sadece bazı yerlerde duruyor, tuvalet ve yemek ihtiyacımızı karşılıyorduk.

Sirkeci İstasyonunda bizi bir Yahudi heyeti karşıladı. İstanbul’da Kuzguncuk’ta yaşamaya başladık. O dönemde herkes Fransızca konuşurdu. Bu nedenden hiç yabancılık çekmedim. Nesim Albala’yı hatırlıyorum. Kuzguncuk’ta bir amcam vardı. Birkaç ay bu amcamın evinde yaşadık, sonra Kuzguncuk’ta kendi evimize geçtik.

KUZGUNCUK’TA YENİ HAYAT

Gençlik yıllarımda, Kuzguncuk’ta bir gençlik grubuna girdim. Eşim Viktor’la bu grupta tanıştık. Nişanlandık, sonra evlendik, dört yıl Kuzguncuk’ta, bir buçuk sene Kadıköy Yeldeğirmeni’nde yaşadık.

Evlendikten sonra eşim Viktor’la çok hareketli bir hayatımız oldu. Amikal’e, Union Française’e, Park Otel’e grubumuzla dans etmeye giderdik. Yeldeğirmeni’nde yaşarken Kadıköy’deki sinemalara giderdik. Yeldeğirmeni’nden sonra Şişli’ye taşındık. La Paix Hastanesinin yanında bir evde yaşardık. Şimdi orası postane oldu. Yazları Sultansuyu’na piknik yapmaya giderdik.

DERNEK YILLARI

Eşimle uzun yıllar cemaatimizin yardım işlerinde çalıştık. ‘Verem Derneğinde’ uzun yıllar gönüllü olduk. Veremli hastalarla ve vereme yatkın çocuklarla ilgilenen bir dernekti. Şimdikiler bilmez. Kazasker’de büyük bir kolonimiz vardı; büyük bahçeli, tahta bir evdi. Çocukların aileleri bahçede çocukları ile piknik yapmaya gelirlerdi. O ara yazları Burgazada’ya giderdik. Ben Burgaz’dan inerdim, çocukları oraya götürürdüm. ‘Verem’, Barınyurt Derneğinin başlangıcı sayılır. Verem kapanınca, orada gönüllü çalışan hanımlar Matan Baseter’e gittiler.

Para toplamak için balolar yapardık. Balolar Pera Palas’ta veya Yeniköy’deki Arif Paşa Yalısında olurdu. Uzun tuvaletler, smokinler giyerdik. Vals, tango, swing dansları yapardık. Balo biletleri pahalı olurdu, varlıklı kişiler bağış yaparlardı. Balo yapılacak yeri dekore etmek için eşimle önceden giderdik. Kermesler düzenlerdik. Kermeste satılması için örgüler, elişleri, dikişler yapardım. Çalıştığımız yerde fareler vardı. Farelerin kaçması için ayaklarımızı yere vururduk. Tüm ihtiyaçlı aileleri tanırdık. Ben Balat’ta yaşayanlarla ilgilenirdim. Kasaptan et almak için fişler verirdik. Yiyecekten başka, ihtiyaçlılara giysi dolu iki araba ile giderdik.

Fransızca ana lisanımdır, ama Judeo-Espanyol ve Türkçe de konuşurum. İki çocuğum var, Miriam ve Eli. Miriam yurt dışında yaşıyor. Gelinim Sara’yı da çok severim. Dört torunum iki de küçük torunum var.

Şimdiki gençlikten çok farklı idik. Kızlar sokakta sesli gülemezdik, temiz giyinirdik. Şimdiki gençlik kimseden çekinmiyorlar. Ama Türk insanı yardımsever. Alışverişe çıktığım zaman gençler torba taşımama izin vermiyorlar. Bana çok yardımcı oluyorlar. Eşimle baş başa yaşıyoruz. Gözlerim iyi görmüyor. Okuyamıyorum, örgü yapamıyorum. Sadece televizyonumuz var. Yine de Allah’a şükür diyoruz. Allah bu günleri bize aratmasın. Daima iyi rastlantılar olsun.