Kral Şelomo ve Eskimolar

Sevgili okuyucularım, bu hafta sizlerle yeniden fantastik bir yolculuğa çıkacağız. Elbette, Kral Şelomo başkahramanımız. Bakalım Şelomo ile maiyetini Eskimo’lar nasıl karşılayacaklar? Peki, Şelomo olanları nasıl yorumlayacak?

Sara YANAROCAK Kavram
22 Nisan 2015 Çarşamba

Günlerden bir gün Şelomo, sihirli örtüsünün hazırlanmasını emreder. Uzun bir yolculuk planı hazırlamıştır.

Sarayın çatısında Başkomutan Benaya ve saray maiyeti, iplerle bağlı duran uçan örtünün yanında kralı beklerken, son hazırlıklar tamamlanmaktadır. Uzun yolculuk için gerekli tüm malzemeler örtüye yüklenmektedir. Hafifçe esen meltem rüzgârı, ipek örtünün püsküllerini keyifle hışırdatmaktadır.

Kral Şelomo elinde taşıdığı yolculuk çantasıyla birlikte çatıda görünür. Neşeli ve enerjik bir biçimde adamlarını selamlar.

“Günaydın beyler, hazır mıyız?” diye sorar.

“Evet” derler hep bir ağızdan.

“Çok egzotik bir yolculuğa çıkacağız, haberiniz var değil mi?” diye Şelomo neşeyle sorar. Hepsi,

“Evet.” derler. Şelomo,

“Bu yolculukta, evimizden çok çok uzaklara gideceğiz. Yeryüzünün en uzak bölgelerinden birine, Kuzey Kutbu’na gidip, orada yaşayan insanlarla tanışacağız. Bu insanlara Eskimo diyorlar. Onları ziyaret edip, nasıl konuştuklarını, nasıl yaşadıklarını, günlük hayatlarını, adetlerini, geleneklerini öğrenmek istiyorum. Bakalım bizleri nasıl ağırlayacaklar? Doğrusu çok merak ediyorum. Biliyor musunuz, yaz aylarında bile, sıcaklık oralarda sıfır derecenin altındaymış. O yüzden orada hiçbir ürün ekilemiyormuş. Buna rağmen Eskimolar buna alışıklar ve yaşamlarını mükemmel bir şekilde sürdürüyorlarmış. Hatta çok gelişmiş bir toplummuş. Ben bu insanları görmek ve tanımak istiyorum. Onlara sorular sormak ve her şeylerini öğrenmek istiyorum” dedi.

Şelomo’nun adamları bakışlarını ondan kaçırdılar. Heyecanları azalmış, hevesleri kaçmıştı. Benaya,

“Nasıl? Sıcaklık sıfırın altında mı dediniz? Ama biz bu sıcaklığa nasıl alışacağız?” diye telaşla atıldı. Şelomo,

“Hiç sorun değil, ben rüzgârı ayarladım. Yolculuğumuz süresince, sıcak çöl rüzgârı-hamsin- bize eşlik edecek. Hiç merak etmeyin sürekli bir sıcaklık içinde yolculuk edeceğiz. Eskimoların dili bizimkinden çok farklı. Bize bir tercüman lazım” dedi. Şelomo yüzüklü elini salladı, yüzüğünü çevirdi. Bir anda yanında bir cin belirdi. Şelomo yanındakilere dönerek,

“Arkadaşlar, bu gördüğünüz cin bir bilgi küpüdür. Yürüyen bir ansiklopedidir. Bildiği yabancı diller arasında Eskimo dili de var. Mesela 'kar' kelimesinin Eskimo dilinde 52 çeşit farklı söylenişi varmış. Yani bu cin Eskimolar hakkında çok şeyler biliyor. Bizi onlar hakkında bilgilendirmesini söyledim. Profesör, lütfen bildiklerinizi anlatır mısınız?” Prof. Cin gözlüklerini düzelterek, Şelomo’ya ciddiyetle baktı;

“Eskimolar çok farklı insanlardır. Evlerini çok özel bir biçimde inşa ederler. Kuzey Kutbu’nun tam ortasında, buz, kar ve donmuş sularla evlerini inşa ederler. Yaşadıkları her gün hayatta kalma mücadelesi içinde geçer. Onlar, Kuzey Kutbu’na 'Nunatsiaq'  yani 'Muhteşem Ülke' derler. Bu halkın diğer insanlarla çok az ilişkisi vardır. Gerçekten de oraya çok uzak olmayan Grönland ülkesinin halkı bile, Eskimolardan çok izole bir biçimde yaşarlar. Eskimolar dünya üzerindeki en yalnız toplumdur.

Sosyal hayatları sıfıra yakındır… Ne kabileleri vardır, ne de şefleri. Sadece arada bir danıştıkları ve şifa öğrendikleri Şamanları vardır. Yönetim kademeleri, hükümetleri bile yoktur. Onun yerine her bir aile bağımsız bir birim olarak yaşar. Sadece pratik çözümler için, aileler birbirlerine yakın bölgelerde ikamet ederler. Ama cemaat tipi bir yaşamları hiç yoktur,” diyen cin biraz soluklandıktan sonra sözlerine devam etti:

“Bütün Eskimolar igloo denilen, konforlu, buzdan yapılmış evlerinde yaşarlar. Bu evlere pasaj gibi bir yoldan girilir. Evlerin ne kapısı ne de kilidi vardır. Eskimoların düşmanları yoktur, çalınmaya değer malları da yoktur. Yegane eşyaları yaşamak için gerekli olan ev gereçleri ve avlanma malzemeleridir. Misafirperverlikleriyle ünlü olan Eskimoların evlerinden içeri başınızı uzatırsanız, sizi hemen içeriye buyur edip, evlerinde ağırlarlar.”

“Eskimolar, avlanarak karınlarını doyururlar. Kayaklarla ve köpeklerin çektikleri kızaklarla yolculuk ederler. Yiyecekleri tamamen etten ibarettir. Kutuplarda yaşayan, deniz aygırı, ayı balığı, ren geyiği, fok ve balık avlayarak bunların etini yerler. Bazen etleri pişirirler ve gömerler. Daha sonra bu gömdükleri donmuş etleri zevkle yerler. Bu proteinden zengin eti, yaban mersini meyvesi ve su yosunuyla birlikte yemeyi severler. Yaban mersini ve buzla yaptıkları bir tatlı da bir tür dondurma gibidir.” Cin, gözlüklerini çıkarıp, elbisesinin yeniyle camlarını temizledikten sonra, onları takıp sözlerine devam etti:

“Eskimoların dinleri de ilkel ve basittir. Bazı tabuları vardır. Bazı sihirbazlık reçeteleri mevcuttur. İnandıkları üç tane Tanrı vardır: Deniz Tanrıçası, Sedna, Hava Tanrısı, Narssuk ve Ay Tanrısı, Tatqeq. Dini ayinlerini Angekok adını verdikleri bir Şaman yönetir. Şaman transa geçer, ruhlarla iletişim kurar, onlar için gerekli ilaçları ve şifayı verir. Avlanmaları için gereken ipuçlarını öğretir. Kısacası Eskimoların yaşamlarını kolaylaştırır. Özetleyecek olursak, Şaman çok amaçlı bir yol göstericidir. O zorlu yaşama koşulları içinde, onları şartların şiddetinden korumaya çalışır.”

Şelomo Prof. Cin’e tüm bilgilendirmeleri için teşekkür ettikten sonra adamlarına hareket emrini verir. Önce kendisi sihirli örtünün üzerine çıkar ve seyahat tahtına oturur. Arkasından Benaya, Prof. Cin ve maiyeti de örtüye çıkarlar. Örtünün iplerini çözerler, Şelomo yolculuk duasını eder. Yüzüğünü çevirir ve hamsin rüzgârını çağırır.

Sıcak hamsin rüzgârı, çölden saraya doğru eserek gelir. Sarayın çatısından gelerek, tam örtünün üzerinde esmeye başlar. Örtü havalanır ve kral emreder:

“Kuzey Kutbuna gidiyoruz.” Rüzgâr örtünün rotasını Kuzey Kutbu'na doğru çevirir ve yolculuk başlar. Yaklaşık bir hafta boyunca, örtü aynı rota üzerinden durmaksızın gider. Kasabaların, köylerin üzerinden geçer. Sarp vadileri ve tepeleri aşar, dağları ve ıssız ülkeleri kat eder.

Saray maiyeti bu dönemi ilahiler söyleyerek ve aralarında oynadıkları kâğıt oyunları ile geçirmeye çalışırlar. Kral ise yanına aldığı kâğıt tomarlarına yazılar yazar, onları inceler ve sürekli olarak okur.

Yemek faslı, sürekli olarak uçarlarken gerçekleşir. Uykular da uçarken uyunur. Arada bir örtü, bilmedikleri sessiz sakin köşelere konduğunda, hem ihtiyaçlarını giderirler, hem de biraz yürüyüş yaparak uyuşan bacaklarını rahatlatırlar. Yolculuk sırasındaki tek izleyicileri gökte uçan kuşlar ve bembeyaz bulutlardır.

Yavaş yavaş gündüzler kısalmaya, geceler uzamaya başlar. Sonunda neredeyse hep karanlıkta yolculuk etmeye başlarlar. Prof. Cin onlara:

“Artık Kuzey Kutbu’na geldik” diyerek, bilgi vermeye devam eder:

“Kış mevsimi boyunca, güneş ancak ufuk çizgisinin olduğu yerde görülebilir. Gece sürekli devam eder. Şimdiden itibaren tek ışığımız, ayın ve yıldızların yaydığı ışıktan ibaret olacak. Tabii bir de Kuzey Işıkları var. Şelomo sorar: “Onlar nedir?” Cin hayretle,

“Nasıl yani, Kuzey Işıklarını hiç duymadınız mı? Bu meteorolojik bir olaydır. Bunlar harikulade, görülmeye değer bir güzelliktedir. Eğer hava şartları uygun olursa, bunları kısa bir süre görme şansını yakalayabiliriz.” Cin sözünü bitirdiği anda, gökyüzüne sanki bir perde indi. Üzerinde muazzam ışık demetleri belirdi. Sanki hayaletleri andırıyorlardı. Rengârenk ışık demetleri birbirleri peşi sıra akıp gidiyorlardı. Cin bağırdı,

“Bu ışıklar sadece Kuzey enleminde görülebilir. Bu yüzden adları Kuzey Işıklarıdır. Görüntüleri çok gizemli ve esrarengizdir” dedi.

Herkes gördüğü güzellikler karşısında büyülenmişti. Adeta dilleri tutulmuştu. Sadece Benaya, örtünün kenarından, yeryüzüne bakıyordu. Birdenbire bağırarak parmağıyla işaret etti.

“İşte birini gördüm! Bu bir Eskimo!”

Buzun üstünde birisi çömelmiş oturuyordu. O da gökyüzünde uçanlara bakıyordu. Prof. Cin başını salladı,

“Hayır, bu bir kutup ayısıdır, ama az sonra bir Eskimo da görebiliriz herhalde…” dedi.

Sihirli örtü, kutup gecesinin içinde uçmaya devam ederken, Kuzey Işıkları, çağlayanlar gibi demet demet akmaya devam ediyorlardı. Işıkların aksi, yeryüzündeki buzlara vuruyor, her tarafı şiirsel bir biçimde, kristal gibi ışıldatıyordu. Ufuklar bu ışıkların altında, altın rengi ile tutuşuyorlardı. Aniden gözlerine gerçek bir Eskimo çarptı. Eskimo’nun elinde bir mızrak vardı, buzların üzerindeki bir deliğin yanında oturuyordu. Hemen yakınında bir igloo, bir kızak ve birkaç köpek vardı. Eskimo deliğe dikkatlice bakıyordu. Ama aynı zamanda gökteki uçan örtü de dikkatini çekmişti. Prof. Cin,

“Bu bir Eskimo’dur!” dedi Şelomo;

“Ne yapıyor?” diye sordu.

“Fok balığı avlıyor. Foklar buzun altında yüzerler. Çünkü onlar da balık avına çıkarlar. Ama arada bir yüzeye çıkıp nefes alırlar. Eskimo onun yüzeye çıkmasını bekliyor. Böylece mızrakla kafasından vurarak onu avlayacak,” diye anlattı. Şelomo rüzgâra yere inmesini emretti. Rüzgâr hızla durunca örtü yere gürültüyle kondu. Eskimo onlara inanmaz gözlerle bakakalmıştı. Şelomo gülümseyerek,

“Merhaba yabancı!” diye seslendi. Cin,

“Ai” diye tercüme etti.

Bir kadın Eskimo, başını igloonun kapısından uzanıp baktı, gelen ziyaretçileri görünce, avazı çıktığı kadar haykırmaya başladı. Şelomo,

“Biz çok uzaklardan geldik. Sizlerle tanışıp konuşmak istiyoruz” dedi. Cin daha Şelomo’nun söylediklerini tercüme edemeden, Eskimo mızrağını kaptığı gibi yerinden fırladı. “Tupilakit!” diye haykırarak, igloosuna koşup içine girdi. Cin, Eskimo’nun ‘Şeytanlar!’ diye bağırdığını söyledi. Eskimo gözden kaybolmuştu ama köpekler hep bir ağızdan korkunç derecede havlıyorlardı. Şelomo şaşkınlık ve umutsuzlukla,

“Onları korkuttuk,” dedi, İgloo’nun oradan bir gürültü duyuldu. Eskimo yeniden göründü. Gözlerini kırpıştırarak dikkatle İsraillileri süzüyordu. Köpekler havlamaya devam ediyorlardı. Şelomo;

“Bu gece nasılsınız?” diye seslendi. Prof.Cin;

“Qanuk ilissi unnupat?” diye tercüme etti. Eskimo onları görmezden gelerek, elindeki ayı postlarıyla evinin önüne barikat kurmaya başladı. Şelomo,

“Galiba bu iyi bir fikir değil. Bunlar bizimle iletişim kurmayı tamamen reddediyorlar” dedi. Benaya,

“Bizim başka bir dünyadan geldiğimizi sanıyorlar. İsterseniz bizlere alışmaları için onlara zaman verelim,” dedi. Şelomo itiraz eder gibi başını salladı:

“Ben artık bu yolculuğun bir hata olduğunu düşünmeye başladım. Belki de burada olmamamız gerekirdi. Ben Eskimolarla tanışıp konuşmak istemiştim. Ama onlar bizi neden istesinler ki? Adamlar kendi işlerinde, güçlerinde yaşarken, birden bire gökten damlar gibi tepelerine indik. Bir örtü dolusu yabancı adam! Onları ne hakla rahatsız ettik ki?” diye pişmanlıkla söylendi.

“Şu hale bak, evlerinde kapı bile olmayan adamlar bizi nasıl karşıladılar, kapı yerine barikat kurarak. Bizler başkalarının işine burnunu sokan kişiler gibi olduk. Evet, bu Eskimolar bizim gibi birer insanoğlu. Antropolojik objeler gibi onları incelemek istedik. Belki de sakince buradan çıkıp gitmemiz gerekir. Evet, gerçekten de öyle yapmalıyız. Herkes örtüye binsin. Gidiyoruz. Rüzgâr bizi eve götür” dedi.

O sırada kar fırtınası başlamıştı. ‘Hamsin’ eserek, örtüyü havalandırdı. Rüzgâr rotasını güneye doğru çevirmişti. Şelomo seyahat tahtında derin düşüncelere dalmış oturuyordu. Sonunda Benaya dayanamadı ve patladı;

“Efendimiz binlerce mil yol kat ettik. Ne için? Eskimolarla bir laf bile edemedik!”

“Doğru. Fakat ben kendi sorumun cevabını buldum.”

“Ne sorusu?”

“Onlara sormak istediğim bir şey vardı.”

“Onlara-niçin?-demek istiyordum, niçin bu buz tutmuş ülkede yaşamayı tercih ettiklerini soracaktım. Niçin bu ağır yaşam koşullarına rağmen bu ülkede yaşamaya devam ettiklerini soracaktım. Ama ne yazık ki bunları sorabilmenin bir yolunu bulamadım. Hiç kimse normalde Kuzey Kutbu’nda yaşamak istemez değil mi? Yahut bunu aklından bile geçirmez. İşte bu yüzden Eskimolar burada yaşıyorlar. Çünkü davetsiz misafirler onları rahatsız etmiyor. Onlar da kendilerini savunmak zorunda kalmıyorlar. Yani savaş korkuları yok. Barış içinde huzurlu yaşıyorlar. Savaş problemini çözmüşler. Bence bu gerçek bir başarı ve burada yaşamak için çok geçerli bir neden” Şelomo derin bir nefes alarak devam etti: “Acaba Eskimoları buraya ilk defa kim getirdi? Kim bilebilir ki? Acaba kaderin çılgınlıklarının önüne kim geçebilir? Tanrı dışında bunu kim yapabilir? Kimlikler, kader… İnsanlara bunları ancak Tanrı verebilir. Bütün bunlar O’nun ilahi planının bir parçası. Eskimoları Tanrı Kuzey Kutbu’na getirdi ve bu güç şartlarda hayatlarını sürdürebilmelerini sağladı. Artık onların bundan vazgeçmesine imkân yok. Onlar buna alıştılar ve mutlular. Bu buz tutmuş bölge, onların geçmişi, tarihleri, adetleri, hatıraları ve her şeyleri. Her zaman da öyle kalacak.” Şelomo arkasına dayandı ve gökyüzüne hayranlıkla bakmaya başladı;

“Ama bence burada kalmalarının en önemli sebebi… Benaya yukarı bak! Şu Kuzey Işıklarına bir bak! Bunlar harikulade… Bunlarla birlikte sürekli yaşadığını farz et… Bunlardan ayrılmak ister miydin? Tanrı bize Bet Amikdaş’ı hediye etti. Eskimolara da bu gökyüzünü… Her ikisi de Tanrı’nın haşmetiyle dolu.”

“Evet” dedi ve gülerek ekledi Benaya:

“Üstelik kutup ayısını da gördük.” İkisi de dakikalarca kahkahalarla güldüler.

Sonunda sessizliğe büründüler ve etraflarındaki ilahi ışıkların güzelliğinin tadını çıkardılar.

Yazı hakkında notlar: Kutup Işıkları veya Aurora Borealis, Kutup bölgelerinde,gökyüzünde görülen, dünyanın manyetik alanı ile güneşten gelen yüklü parçacıkların etkileşimi sonucu ortaya çıkan doğal ışımalardır.

Aurora kelimesi, Roma Şafak Tanrıçasının adından gelmektedir. Boreas da Yunanca’da, kuzey rüzgarına, Pierre Gassendi tarafından, 1621’de verilen isimdir. Cree (Kri)halkı bu ilginç olaya “Ruhların Dansı” adını vermişler.Avrupa’da Orta Çağlarda,-Aurora-ların Tanrı’dan gelen işaretler olduğuna inanılırdı.

Bu ışımalar genellikle geceleri gözlenir, ağırlıklı olarak  İyonosferde meydana gelir. Kutup Aurora’sı veya Kutup Işıkları olarak da anılır. Bu olgu yaygın olarak 60 ve 72 derece kuzey ve güney enlemleri arasında görülür.Bu da Arktik ve Antarktik, kutup dairelerinin içine düşer.