116 yıllık sinagogda bilginin ışığında bir pazar

Kadıköy Sinagogu’nda Sunay Akın’la pazar kahvaltısı sohbeti

Mois GABAY Toplum
25 Şubat 2015 Çarşamba

Geçtiğimiz pazar sabahı tarihi Kadıköy Hemdat İsrael Sinagogu’nda bilginin ışığında Sunay Akın’ın katıldığı keyifli bir kahvaltılı sohbet düzenlendi

Şair, yazar, gazeteci, tiyatro oyuncusu, araştırmacı ve İstanbul Oyuncak Müzesi’nin kurucusu Sunay Akın, yaklaşık bir buçuk saat süren sohbetinde yaşadığımız kentin bilinmeyen gerçeklerini aydınlatırken davetliler de bazen kahkahalarla gülerek ama çoğu zaman düşünerek kendisini izlediler. Gerek katılımcıların ilgisi, gerekse de edebiyatımızın ünlü isimlerinden Mario Levi’nin de sürpriz yaparak bu etkinliğe katılımı sinagogda bulunan herkese keyif dolu dakikalar yaşattı. 

Şüphesiz Sunay Akın gibi bir ismin bu kahvaltının konuğu olması o günü anlamlı kılarken, unutulmaması gereken bir diğer ayrıntı ise Kadıköy Hemdat Israel Sinagogu’nun ilk kez bu tarz bir etkinliğe ev sahipliği yapmasıydı. Etkinlik çıkışında tarihi sinagoglarımızı neden daha sık bu tip etkinlikler ile bilginin ışığında ve cemaatimizdeki daha fazla ferdin katılımıyla aydınlatamadığımızı düşündüm bir kez daha. Başta Kadıköy Cemaati Başkanı Eli Arditti ve yönetim kurulu olmak üzere tereddüt etmeden pazar günü bir kültürel etkinliğe sinagogu açma kararını cesurca veren herkese teşekkür etmek gerekir. Yazık ki, etkinliğin tanıtımının belli bir kitlede kalması ve pazar sabahının erken saatleri olması nedeni ile gençlerin katılımının olamamasıydı. Dileğim bu tarz etkinliklerin farklı semtlerimizdeki tarihi sinagoglarımızda gençlerin teşviki ile tekrarlanmasıdır. Bu etkinliği düzenleyen herkese teşekkür ederken, gelelim Sunay Akın’ın İstanbul’u ve Hemdat Israel Sinagogu ile ilgili bazı az bilinen bilgilere… Yazının hazırlanmasında katkılarından dolayı Kadıköy Cemaat Başkanı Eli Arditti, yönetim kurulu üyelerinden Sedat Amon ve ‘Haydarpaşa’da Geçen Yüzyılımız’ kitabının değerli yazarlarından Anri Niyego’ya teşekkürlerimizle…  

SULTAN ABDÜLHAMİT’İN ADINA BİR SİNAGOG

130 yıllık bir mazisi olan bu yöreye insan akını 7 Ağustos 1872 yılındaki büyük Kuzguncuk Yangınından sonra yoğunlaştı. 1890 yılında iki yüze yakın aile topluluğundan oluştuğunu ve dini vecibelerini, kira ile tuttukları bir evde yerine getirdiklerini biliyoruz. Sinagogun inşa edilmesi fikrinin, Haydarpaşa Yahudileri arasında benimsenmesi üzerine Sultan İkinci Abdülhamit nezdinde müracaatlar yapılmaya başlandı. Mabedin inşa edilmesine, semtte yaşayanlar, yaşlı, genç, zengin, fakir demeden, Haydarpaşa Rıhtımı’na yanaşan mavnalardan taş ve inşaat malzemelerini sırtlarında taşıyarak katkıda bulundular. En büyük maddi yardımı ise Barones Clara de Hirsh yaptı. Sinagogun ortasında bulunan büyük avizeyi, iş adamı mücevherci Aron Deleon Moda'daki oturduğu evden çıkararak hibe etti. Bu avizenin bir eşi Dolmabahçe Sarayı’nda bulunmaktadır. Sinagogun giriş kapısının üzerindeki kitabede şu ifade dikkat çekmektedir. “BENİM EVIM DUA EVİDİR, BÜTÜN MILLETLERE AÇIKTIR. BANA DOĞRULUK KAPISINI AÇINIZ, ORAYA GELEYİM ALLAHA DUA EDEYIM.” Sinagogumuz Hemdat İsrael adıyla cemaate kazandırıldı. Bu ad, cemaate bu mabedin yapımı için ferman verme lütfunda bulunan Sultan İkinci Abdülhamit'e teşekkür amacıyla İbranice'deki, Hamit'i oluşturan sessiz harflerden yola çıkılarak bulunmuştu. Sinagogun bir bölümünde şanmaz odasının olduğu tarafta bir dönem bir mescit de bulunduğu ve Müslüman ve Yahudilerin aynı çatı altında bir arada dua ettikleri de Haydapaşa’da Geçen Yüzyılımız kitabının aydınlattığı bilgiler arasında. Alman İmparatoru II. Wilhem ve Baron Rorthschild’in de Yeldeğirmeni semtine gelip, sinagoga uğradıkları da yine geçmiş nesillerden miras kalan önemli bilgilerdir.      

BİR ÇİFT AYAKKABI HİKÂYESİ

 Sunay Akın’ın Pazar sohbetinde aktarılan, Osmanlı İmparatorluğu’nun 32. padişahı Abdülaziz’in ayakkabı hikâyesini kısaca özetleyelim: Yıl 1867, III. Napoleon Paris’teki milletlerarası sergiye devrin Osmanlı Padişahı Abdülaziz’i de davet eder. Dönemin paşaları, Padişahın seyahati için ısrarcı olurlar. Ama önemli bir hukuki sorun vardır: “Padişahın adımını atacağı her yer payitaht sayılmakta, kendi toprağı olmak zorundadır.” Aynı zamanda halife olan Abdülaziz’in Müslüman olmayan topraklara ayak basacak olması ise kimi çevrelerde hoşnutsuzluk yaratmıştı. Çözüm bir süre sonra avukatlarca bulunmuştu. Abdülaziz’in tüm ayakkabılarının içine bir parça İstanbul toprağı doldurulur ve ziyaret sırasında bu ayakkabılarla gezmesi sağlanır. Böylece Sultan Abdülaziz’in ziyaret maksadıyla Avrupa’ya giden tek Osmanlı Padişahı olma unvanını da alır.

“BİNDİK BİR ALAMETE, GİDİYORUZ KIYAMETE”

II. Mahmut'un tahtta oturduğu 1823 yılında, İstanbul Limanı'na yanaşan bir gemiden indirilen yükler arasında, bir de zürafa vardır. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın Padişaha armağan olarak gönderdiği zürafa, kendisini ilk kez gören İstanbulluların şaşkın bakışları arasında Çinili Köşk Meydanı'na getirilir. Zürafa, Padişahın 27 Kasım günü buyurduğu fermanla görücüye çıkar. Hayvanın ağaçların yapraklarını yiyişi hayranlıkla izlenirken, Habeş Ahmet Ağa hazırladığı senaryoyu başlatmak üzere bağırır: "Zürafa müteyemmen ve mübarek bir hayvan olup onu eliyle tutarak bir kere gezdiren Müslüman yeryüzünde hiçbir zarar ve ziyan görmez." Sonra da, hayvandan çok korkan Abdi Bey'e doğru bakarak şunları söyler: "Haydi, Müslüman olan gelsin, zürafayı şöyle bir gezdirelim. Kim bu hayvanı gezdirirse cennete gidecektir."

Padişahın "memuldür" sözü üzerine kendini eller üstünde bulan Padişahın Küpeli Çavuşu Abdi Bey, zürafanın üstüne oturtulur. Abdi Bey'in yalvarmalarından, yakarmalarından korkan zavallı hayvan huysuzlanarak İshakiye Köşkü'ne doğru koşmaya başlar. Bu sırada Abdi Bey'in padişaha seslenişi duyulur: "Ahret hakkını helal eyle efendimiz. İlk menzilimiz ecel beşiğidir. İşte bindim gidiyorum. Elveda." Büyük olasılıkla "Bindim bir alamete, gidiyorum kıyamete" sözü zürafa sırtındaki Abdi Bey tarafından söylenmiştir...

“KIZ KULESİ VE GERÇEK HİKÂYELERİ”

1827 yılında Almanya’nın Brandenburg kentinde Karl adında bir çocuk dünyaya gelir. Babası müzik öğretmeni olan Karl, aile içinde baş gösteren huzursuzluklardan dolayı bir Fransız yetimhanesine gönderilir. Daha sonra gemilerde miço olarak çalışır. Hamburg’dan kalkan bir gemiyle İstanbul’a giderken henüz 12 yaşındadır. Gemi İstanbul’a geldiğinde denize atlayan Karl, Kız Kulesi’ne yüzerek kaçar. Kendisini kurtaran Kız Kulesi’nin bekçisine gemiye geri dönmek istemediğini söyler. İki ülke arasında küçük bir politik sorun yaşanır. Ama Osmanlı Sadrazamı Ali Paşa sorunu çözer ve Karl’ı korumasına alır. Karl Mehmet Ali adı alır. Mehmet Ali, Kırım, Bosna ve Karadağ savaşlarından sonra 2. Abdülhamit döneminde paşa unvanını alır. Mehmet Ali Paşa, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’nda Osmanlı’yı temsil eden üç kişiden biri olur. Almanca, Fransızca, Yunanca, Farsça ve Arapça dillerinde şiirler yazan Mehmet Ali Paşa’nın dört kızı olur. Paşa’nın Leyla adındaki kızının da bir kızı olur; Celile. Celile bir erkek çocuk doğurur: Şair Nazım Hikmet. Görüldüğü gibi Karl’dan Nazım’a uzanan hikâyenin gösterdiği gibi, Kız Kulesi’nin her zaman hikayeleri vardır. Eğer Kız Kulesi Karl’ı kurtarmasaydı, Nazım olmayacaktı.

HİSSE SENETLERİ DEĞİL, ‘HİSSİ SENETLER’

Sunay Akın anlattığı ilginç tarihsel olaylar içerisinde Ulu Önder Atatürk’ün cenazesinde naaşı taşınırken Yahudilerle ilgili bir hikâyeyi de dinleyicilerle paylaştı. “Ve Atatürk İstanbul’dan ayrılıyor, Ankara’ya götürülecek. İnsanlar üzüntülü, hüzün var her yerde. Karaköy’den geçerken birdenbire, ‘Çıt’ diye bir ses... Çıt! Çıt! Çıt! Aa! Gökyüzünden düğme yağdı biliyor musunuz?!!  Atatürk´ün o bayrağa sarılı tabutuna düğme yağdı.
 Rengarenk düğmeler! Düğme yağıyor! Çıt! Çıt! Düğme yağıyor! Herkes yukarı baktı!
 O caddedeki dükkânlardan bürolardan Türkiye Cumhuriyeti’nin Yahudi vatandaşları var (pencerelerde). Ve Yahudi kardeşlerimiz, ülkenin Yahudi vatandaşları, liderlerini, bu güzel insanı kendi (matem) geleneklerine göre gömleklerinin ceketlerinin
düğmelerini kopararak uğurluyorlar… 

Konuşmasının son bölümünde “Bir milletin geleceği hisse senetleri değil, hissi senetleridir.” diyen Sunay Akın, haritaların da edebi metinler olduklarını ifade ederek, “Haritaları çok önceleri ressamlar çizerdi. Ressamlar son fırçasını atarken ise mutlaka haritalarda sevdikleri kadınlara ada armağan ederdi. Haritayı hazırlayan çapkın biri ise takımadalar yapardı. Bu yüzden pek çok denizci bu haritalarda kayboldu” sözleriyle herkesi yine güldürmeyi başardı.  

Sohbeti süresince sık sık dostu yazar Mario Levi’ye de takılmayı ihmal etmeyen Akın, “Mario gel seninle bir parti kuralım, adına da sarı sarı böyle kepçe partisi diyelim” sözleriyle geçmişe gösterilmeyen özenden de dem vurdu.

Sunay Akın etkinlik sonrası konuklara kitaplarını imzalarken, keyifli geçen kahvaltılı sohbet katılımcıların Asya ve Avrupa yakasına organize edilen servislerle dönmesi ile son buldu.