Ödenekli tiyatrolarda ne var, ne yok?

Bir tiyatro tutkunu olarak, İstanbul’da tiyatronun hasının ‘alternatif’ mekânlarda yapıldığına inandığımı defalarca ifade etmişimdir. Ancak, tiyatro yazıları kaleme alan biri olarak kendime, İBŞT veya İstanbul Devlet Tiyatrosu gibi ödenekli kurumlarımızda yapılanları göz ardı etmek gibi bir hak tanımış değilim. Sık sık olmasa da bu tiyatrolarda yapılanları izliyor, bazen takdir ve beğeniyle karşılıyor, bazen de ağzımın payını bir kez daha alıp sevgili ‘derme çatma tiyatrolar’ıma geri kaçıyorum.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
18 Şubat 2015 Çarşamba

Dünden kalma yemekleri yeniden ısıtıp önümüze sürer gibi geçen yüzyıldan kalma oyunları ısrarla tekrar tekrar sahneleyen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda son ayların en ilginç çalışması, Aleksandr Popovski’nin çağdaş bir reji anlayışıyla sahneye koyduğu Shakespeare’in ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’. Makedon yönetmen, birkaç yıl önceki ‘Tehlikeli İlişkiler’inde yapmış olduğu gibi sahne tasarımını oyunun kilit karakterlerinden biri olarak kullanmış. Sven Yonke’nin tavandan yere kadar uzanan dar kumaşlarla yaptığı dekor, panolar birleştiğinde sarayı, ayrıldıklarında ise ormanın ağaçlarını oluşturuyor ve Deniz Soyarslan’ın çok kısa zamanda eğitmiş olduğu periler ustalıklı bir koreografiyle bu ağaçlara tırmanarak oynuyorlar. Cevval Puck’u, ayağını sürüyen, bunamaya yüz tutmuş, dalgın bir yaşlı adama oynatmak, Theseus ve Hippolyta ile Oberon ve Titania çiftlerini aynı iki oyuncuya yorumlatmak, esnaflardan birinin eşeğe dönüşmesini alışılageldiği gibi birer takma kulak veya stilize bir eşek kafasıyla değil, oyuncusunun yeteneğine güvenerek sadece beden dili, mimikler ve ses tonlamalarıyla (çok da başarılı olarak) vermek Popovski’nin yorumundaki parlak buluşlardan birkaçı.

Hiç düşmeyen temposu ve Selin İşcan başta olmak üzere sağlam toplu oyunculuklarıyla keyifle izlenen bir oyun olmuş. Şahsen Popovski’nin Levent Üzümcü takıntısının Shakespeare’ın ruhuna ters düştüğünü düşünüyorum. Tehlikeli İlişkiler’in ‘mazbut’ Valmont’u bu kez komedi ile fars arasındaki sınırları zorlayarak, Theseus’u ve çoğunlukla Oberon’u bulvar komedisine daha yakın bir yorumla ele alıyor ki, kanımca bu, oyunun keyifli dengesini bozuyor.

Yine de ilginç ve farklı bir yorum. Her şeye rağmen artıları eksilerinden fazla. Görselliğineyse diyecek yok.

İstanbul Devlet Tiyatroları’nda görmek istediğim, ancak diğer programlarımla çakıştığı için henüz izleyemediğim iki oyun var: eskilerden ‘Çehov Makinesi’ ve yenilerden ‘Hamlet Makinesi’. Sezon bitmeden seyretmeye kararlıyım.

Bu yılın yeni galasında izlediğim, geçen mevsimden ‘Çöl Fırtınaları’ ilginç. Thorvald Steen’in yazdığı, Hıttin savaşından sonra Kudüs’ü Çöl Aslanı Selahaddin’in elinden almak için kentin kapılarına dayanan Haçlı Ordusunun komutanı Aslan Yürekli Richard ile Selahaddin Eyyubi’yi karşı karşıya getiren oyunu Şakir Gürzumar sahneye koymuş.

Şirin Dağtekin Yenen’in dekor ve kostümleri, Yakup Çartık’ın lazer de kullandığı modern ışıklandırması çok başarılı. Gürzumar, oyunun ana karakterlerini asansörlü platformlarda biraz kısıtlayan göreceli olarak statik yorumunu, müzik eşliğinde çok başarılı savaş koreografileriyle dengelemiş. (Keşke bu savaş sahnelerini bu kadar uzun tutmasaymış.)

Tolga Evren (Selahaddin) ve Celâl Kadir Kınoğlu (Richard) çok iyiler. Kadronun geri kalanı, Devlet Tiyatrosu tarzı n’ayır-n’olamazlara kaçmadıkları zaman fazla rahatsız edici değiller. Zaten bol bol güncel göndermeler içeren metinin kalın kırmızı kalemle altı çizilmiş gibi duran, “bak biz günümüzde geçen bir olayı anlatıyoruz” diye bas bas bağıran finali kanımca oyunun en büyük kusuru. Tabii ki bu yazarın seçimi ama, sağlam bir dramatürji çalışmasıyla, galaya da gelmiş olan yazar izleyicinin anlayış düzeyini daha az küçümseyen bir finale ikna edilebilirdi diye düşünüyorum.

Ödenekli var… Ödenekli var. Sanatsevmez ve sanatbilmez yönetimlerin aslında ne olduğunu pek de bilmeden Osmanlı’ya öykünmelerinin sonucunda fiilen ‘gerileme devri’ne sokmuş oldukları kentimiz tiyatrolarının aksine, bir üniversite ve sanat kentine dönüşmüş olan Eskişehir’in özgürlükçü ortamında Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, altı sahnede birbirinden ilginç çalışmalar sahneliyorlar. 19. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında, Cezayir doğumlu Fransız tiyatro yazarı Emmanuel Roblès’in 1948’de kaleme aldığı ‘Montserrat’ oyununu ‘Özgürlüğün Bedeli’ adıyla İstanbul’a getirmiş olan Eskişehirliler geçen haftalarda Ekrem ve Cemal Reşit Rey Kardeşlerin 1930’ların başında yazmış oldukları ünlü ‘Lüküs Hayat’ opereti ile Zorlu Center PSM’nin büyük salonuna misafir oldular.

16 kişilik oyuncu, yedi kişilik dansçı kadrosu ve 50 kişilik Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Senfoni Orkestrası’nın ortak çabalarıyla kotarılan bu görkemli prodüksiyon, Lüküs Hayat’ı iki kez televizyona uyarlayan, dört ayrı prodüksiyonda da sahneye koymuş olan 87 yaşında bir delikanlıya, Haldun Dormen’e emanet edilmiş.

Daha önce yönetmiş olduğu beş oyunla Eskişehir kadrolarını iyi tanıyan Dormen, oyunu genç oyuncuların rol aldığı son derece modern ve genç işi bir yorumla sahneye taşıyor.

Son yılların hemen bütün sahnelemelerinde başkarakterler Rıza, Zeynep, Fıstık, Atıfet, Memiş ve Şadiye deneyimli oyuncular tarafından yorumlanmış, oyun gücünü ön plana çıkaran bu yorumlarda şan yetenekleri çoğunlukla ikinci planda kalmıştır. Bu prodüksiyonda karakterleri sırasıyla devralan Özder Akın, Elçin Tezcan, Berkay Akın, Elif Melda Y. Hatipoğlu, Ali Eyidoğan ve Gamze Demirer hem çok iyi bir toplu oyunculuk sergiliyorlar hem de güzelim seslerle çok da doğru şarkı söyleyebiliyorlar. Bu kadar kalabalık bir kadroda kimi ikincil karakterlerin bazen detone olmasına gelince, o da oyunun nazarlığı.

Keyifle oynandığı belli olan, aynı keyfi izleyiciye bire bir aksatan Lüküs Hayat’ı turnenin son gecesinde 2000 kişiyi aşkın bir seyirci gurubuyla birlikte izledim. Finalde dinmeyen alkışların sonunda Haldun Dormen de enerjik adımlarla sahneye çıkarak selâma katıldı. Sevgili Haldun ağabeyimizin nice yeni oyunlar yönetmesini, 100. yaşını da sahnede kutlamasını içimizden dileyerek salondan ayrıldık.

Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir’i zaten görülmeye ve yaşanmaya değer bir kent haline getirmiş. Ziyaret gitmeden önce EBBŞT müdürlüğünün telefonu (0222) 330 4500’den bilgi alarak katmerli bir keyif yaşamaya bakın.

Hepinize iyi seyirler.

 

İki Önemli Not:

Birincisi gurur duyulacak güzel bir haber: D22 kurucularında Berkay Ateş’in yazdığı ve Yiğit Sertdemir’in sahneye koyduğu ‘Yirmi Beş’, 20 Şubat 2015 akşamı Almanya’da Theater An der Ruhr’daki Szene İstanbul etkinlikler kapsamında Alman seyircisiyle buluşacak.

İkincisi ne yazık ki üzücü: Beş yıl önce İzmir’den gelerek Elmadağ’ın arka sokaklarındaki bir oto tamir atölyesinden el emeğiyle bir tiyatro yaratan, beş yıl boyunca üst düzey oyunları izleyiciyle buluşturmuş olan Mekân Artı, mekânları çamaşırhaneye dönüştürmek için satın alındığından kapanıyor.

Tiyatro Artı, sanat savaşçılarından oluşan bir ekip. Tabii ki pes etmeyecekler ve yeni mekânlarını bir kez daha yaratacaklar. 14 Mart’a kadar beş yıldır sahnelemiş oldukları bütün oyunları bir kez daha izleyici karşısına çıkarıyorlar. Kaçırdıklarınızı ilk kez, sevdiklerinizi bir kez daha izlemek ve yeni çalışmalarına karınca kararınca destek olmak için mutlaka izleyin. Program Mekân Artı’nın web sitesinde.