DEHB yeterince tanınmıyor, tedavi edilmiyor, desteklenmiyor

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
11 Şubat 2015 Çarşamba

azetelerde Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) tedavisinde kullanılan ilaçların bir yılda yüz binlerce kutu yazıldığına (gerekmediği halde aşırı kullanıldığına) ilişkin bir haber çıktı. DEHB hakkında en çok yazılıp çizilen psikiyatri tanılarından birisidir. DEHB ile ilgili psikiyatrların ilaçları aşırı kullandığını öne süre haberler periyodik olarak ortaya çıkar, tartışılır, iddiaların geçersizliği yanlışlığı ortaya konur. Birkaç ay ya da bir yıl sonra tekrar aynı tip haber dalgası gelir. Çok sayıda kişiyi etkileyen ve nisbeten sık görülen (yüzde 7-11) bir nörogelişimsel bozukluk olan DEHB hakkında çıkan her haberi ilgiyle okuyacak anne-baba, öğretmen ya da danışman sayısının milyonlarca olduğunu düşünürsek, bu haber ve “uzman görüşü” üretimini yadırgamamak gerekir. Kuyuya atılan taş misali…

Verilen rakamları (satılan ilaç kutusu sayısı) inceleyip Türkiye’de sadece okul çağındakilerden bu tedaviye ihtiyacı olanların sayısını epidemiyolojik çalışmalara göre hesap ettiğimizde “tedavi ihtiyacı olanların yaklaşık yüzde 85’i tedavi edilmemekte” anlamına gelen bu veriler iddia edilenin tersine sonuçlar veriyor. “İlaç çok kullanılıyor, doktorlar önüne gelene ilaç yazıyor, çocukları zehirliyor” gibi dayanağı pek olmayan iddialar ile gelişimlerin de çeşitli engellerle karşılaşan çocukların yararına ve onlara kılavuzluk etmek isteyen başta anne-babalara yol gösterici bir sonuç doğmadığını söyleyebilirim.

DEHB hakkında temel görüşlerimi bu bağlamda tekrarlama pahasına özetleyeyim. Her tıbbi kanaat gibi, yeni bilimsel bilgi ve bulgular çıktığında güncellenmek üzere:

 DEHB bireyin potansiyelini gerçekleştirecek gelişimini sağlayabilmek için tedavi edilmesi gereken, tedavisinde ilaçların önemli yer tuttuğu (ama kullanıldığında tek başına yeterli olmadığı) bir nörogelişimsel bozukluktur.

 DEHB değişik ciddiyet düzeylerinde görülür; problemin ağırlığına ve etkilediği hayat alanına (okul, aile, sosyal ve bireysel gelişim) göre uygulamaların kapsamı (tıbbi, eğitsel, psiko-sosyal gibi) çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanı tarafından belirlenir. Ruh sağlığı ve eğitim alanında çalışan değişik dallardan profesyonellerin uygulamalarından gündelik hayat ve kişisel gelişim için büyük yarar sağlanır.

 

  İlaç tedavisi kısa vadede etkinliği yüksek olan tedavi yöntemidir. Kullanıldığında psiko-sosyal ve pedagojik terapi ve düzenlemelerin içinde olduğu bir tedavi planının parçası olarak uygulanması gerekir.

  İlaç tedavisi öncesinde çevresel (sınıf/okul içindeki davranış ve öğrenme ortamına eğitsel ve davranışlar müdahaleler gibi) düzenlemeler yanı sıra DEHB’ye sıkça eşlik eden aile/ilişki sorunlarına, öğrenme güçlüklerine ve çocuktaki bireysel ruhsal sorunlara psiko-sosyal ve eğitsel müdahalelerden yarar görülebilir.

  DEHB tanısı alacak düzeydeki problemleri sebebiyle sosyal ve bilişsel gelişimi engellenen ve tedavilerinde ilaç kullanımına ihtiyacı olanların yaklaşık yüzde 85’i böyle bir tedavi almamaktadır.

  İlaç tedavisi gerekmediği halde ilaç tedavisi verilenlerin oranı ilaç tedavisi alanların zaten düşük oranı (ihtiyaç sahibi olanların max. Yüzde 15’i) içinde çok küçük bir bölümü oluşturuyor olabilir. Tek bir bireyin bile yanlış ya da gereksiz tedavi edilmemesi tıbbi bir gerekliliktir; ancak toplum sağlığı açısından tedavisiz ve desteksiz kalanların dev boyutu düşündürücü ve alarma geçiricidir. Bu iddiaların tedavisiz çocukların tedavi olasılığını azaltıcı etkileri vardır. Tedavisi sürmekte olan çocukların tedavilerine gazetelerdeki olumsuz propagandanın (gerçek risk ve yararları ifade etmekten ziyade yönlendirme amaçlı olan yayınlar) negatif etkileri olmaktadır.

  Hastanelerdeki hizmet çocuk ve ergen psikiyatrlarının yönetimlerce dakikalara indirilmiş muayene sürelerine sınırlanmakta, ailelere bilgi, okullara kılavuzluk ve çocuklara psiko-sosyal destek sağlanması için zaman, eleman (hekimin yanı sıra psikolog, danışman, eğitimci ve sosyal çalışmacı başta olmak üzere) ve yaklaşım (ailelerin eğitimi ve güçlendirilmesi, öğretmenlere beceri kazandırılması gibi) eksikliği giderilmemektedir.

  Sonuçta ilaç tedavisi alan ve almayan DEHB’li çocukların ve ergenlerin psiko-sosyal, pedagojik ve eğitsel ihtiyaçları neredeyse hiç denecek kadar az karşılanmaktadır. Okul, aile ve bireysel düzeyde sağlanması gereken destek pek az durumda yeterince verilebilmektedir.

  DEHB çocuğun yaşamında sadece dersini engelleyen, dikkat verememe ya da uyumunu bozan dürtü kontrol edememe olarak kalmamakta, her geçen yıl başarısızlık, kaygı ve çökkünlük, öğrenme açıkları ve sosyal davranış kusurları eklenerek çocuğu mutsuz, keyifsiz, öfkeli, kaygılı, başarısız bir yetişkin olmaya doğru itmektedir.

  DEHB tanılı çocuklarda yetişkin yaşlarda edinilen yanlış/kötü alışkanlıklar ya da bireyin sosyal veya duygusal uyumsuzluğu tedavi edilmemişliğin ve ihtiyacı olan desteği alamamışlığın bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.

 

Hayat zahmetsiz akıl fikirsiz

Günümüzde ülkemizdeki sürüklendiğimiz yönden endişe duyanlar ‘akıl ve fikir’ sınırlarının aşıldığından örnekler sunarak, ‘zekâya hitap ederek’ endişelerinin haklılığına toplumu ikna etmek istiyorlar. Oysa ‘akıl ve fikir’ başlığı altında toplayacağımız zihinsel özelliklerin önemli bölümü, şu pek önem verdiğimiz zekâmız çok yüksek olsa bile, gündelik olayların akıllı fikirli biçimde açıklamasına akıl erdirmemizi sağlamaz.

Yıllar önce 4 Z başlığı altında ifade ettiğim ‘ilke’yi hatırlatayım: Zevkli, zaman almayan, zahmetsiz işler başka türlüsü zorunlu olmadıkça hayatımıza yön verir. Zahmet çekmeksizin, zaman harcamaksızın yapılabilecekleri her zaman tercih etme eğilimimiz var; bu da daha ilk adımda ‘akıl yorma’yı gerektiren durumlardan uzak durmamızı getiriyor.

Akıl yormamaya dayalı bir eğitim sisteminde sorgulayıcı (ve yorucu) bilimsel düşünme alışkanlıklarını yerleştirmek yerine bilimin bazı bulgularını ezberlemeye (böylece bilimsel gözükmeye), bilimin üretimini sağlayan bilimsel düşünüşün yerine ‘öyle kabul etme’ye dayalı dogmatik düşünüşü koymaya çalışan yaklaşım hüküm sürer. Deney sadece kendi önceden belirlenmiş fikirlerine uyan sonuçları göstermek üzere bir ‘demo’ olarak yapılır. Akıl durdurucu eğitimin tasarımcısı öne sürülen görüşün doğru olup olmadığını merak etmediği için test de etmez. Kendi doğru bellediğinin tartışılmasından ‘rahatsız’ olur; soru sormayı teşvik eder gözükür (onu ‘tabular tartışılmalı’ derken bile duyabilirsiniz), ama kendisine soru sorulmasına karşı ‘hassas’tır. Otoriter yapıların eğitim modeli kendisinin ilelebet kalmasını sağlayacak şekilde düzenlenir. Yanlış çıkma olasılığının akla bile getirilmesini istemez.

Hayatın belirsizliği arttıkça, bir cevap bulma ihtiyacımız da artar. Üstelik bunu bir an önce yapmak, bildiğimiz alışık olduğumuz yollardan gitmek isteriz. Seçeneklerin sunulması bize zahmet yaratır, zaman kaybettirir; düşüncemiz budur. Her birimizde iyi kötü bir biçimde var olan bu eğilimleri ‘geliştirip pekiştiren’ eğitim sisteminin işi kolaydır. Uygulama hepimizin işine gelir; zorluk çıkartmayan, sorusu cevabı belli durumlarda rahat ederiz.

Bize sunulan ya da dayatılanın dışında cevaplar arayıp yeni sorular sormak esnek düşünebilmeyi gerektirir. Esnek düşünebilme, eş zamanlı olarak birden çok sürece zihnimizde kıyaslamalı olarak yer verebilmemizi (‘çalışma belleği’ adıyla bilinen bir sanal ‘masaüstü’) gerektirir. Bu bellek’te aldığımız veriyi söküp takar, başka biçimlerde yeniden kurarız (bir cümleyi bozup başka türlü söylemek gibi, akılda tutulan sayılarla bir işlem yapmak gibi).

Esnek düşünmenin gelişimini önlemek için çocuğa iyi anlamadığı bir dilde ezber yaptırtmak bir ‘yöntem’; aynı biçimde bir problemin birden fazla çözümü olabileceğine imkân vermemek de… Esneklik farklı düşünüşlerin bir arada olabilirliğine inanmayı ve gerçekleştirmeyi de getirir. Daha önemlisi kendisinin yanılıyor olabileceğini aklına getirmeyi sağlar.