Kimlik

Eddi ANTER Köşe Yazısı
4 Şubat 2015 Çarşamba

Kimlik kartımı düşündüm... Üzerinde bir foto duran kimliğim. Seneler önce çekilirken ne düşündüğümü, o gün neler yaşadığını hatırlamadığım bir fotoğraf beni ben mi yapıyor? Adım soyadım, adresim, doğum tarihim midir benim tanımım? Yoksa bana bakan, benim kim olduğumu, ne olduğumu bilip, anladığını mı zannediyor? Ben kimim? Gerçekten ben neyim? Bu soruların en güzel cevabını geçmişten bugüne gelerek bulacağımı biliyorum.

Çocukken ilk başlarda anne ve babamı memnun etmek için uğraşan, ardından okul öğretmenlerimin sözünü dinleyen, sonraları arkadaşlarla uyum sağlamak derdinde olan biriydim. Bütün bunları yaşayıp, deneyimlerken ben benden uzaklaşır, benliğim özümden koparken fark bile etmezdim...

Sürekli birilerini memnun hatta mutlu etmek çabası içindeyken aslında mutlu etmeye çalıştığım, mutluluğu arayan kişi bendim. Beni sevmeleri için elimden geleni yapıyor başaramıyordum. Ne yapsam yetmiyordu.  Bütün bana öğretilenler ve öğrendiklerimle kendime bir kişilik oluştururken,  gerçek kimliğimden de uzaklaşıyordum usul usul. Zaten en büyük uzaklık kendine yabancılaşmak değil midir? Hele de haberin yoksa kaybolmak kaçınılmaz değil midir?

Orta yaşlara gelip de hayatımı ve kimliğimi sorguladıkça, benim benden ne kadar farklı olduğumu, arada olan mesafenin hiç kapanmayacağını düşündüm. İşe nereden nasıl başlayabilirdim bilmiyor, derdimi kimselere anlatamıyor, açamıyordum. Anlaşılmayı dilerken anlaşılmaz oluyordum. Nasihat vermek konusunda herkes uzmanlara dönüşmüş, bense kaybolmuşluk içinde karanlığı tanımıştım. Karanlık hep vardı elbet; onu ben yaratmamıştım. Ordaydı, hep vardı. Ancak içinde kaybolmak beni korkutmuştu. Korkularımla karşılaşıp onlarla tanıştım. Teker teker ne olduklarını buldukça bu korkuların bana ait olmadıklarını da fark ettim. Korkular bile bana öğretilmişti. Bunları bana öğretenler kendi korkularını bana aktarmış, hatta aşılamışlardı. Her zehrin panzehiri zehrin kendisinin içindedir. Bu yüzden korkuların içine girdim. Kendimi tanımak, kimliğimi bulmak için... Ben korkuyordum. Hemen hemen olan biten olayların çoğu, beklenmedik bir anda cereyan ettiğinde ben çaresiz hissediyor, baş etmeyi beceremiyordum. Bazen pes ediyor, çoğu zaman da savaşmaktan yoruluyordum. ‘Korkmaktan kork’ deyimine denk geldiğimde hayatımın değişeceğini elbette bilemezdim. Korkunun ne olduğunu anladığımda, korkularımı da tanıdım ve onları kabullendim. Her biri ile savaşıp, kontrol altına almaya çalıştıkça, onların güçlendiğini, bu gücü onlara benim verdiğimi fark ettim. Bu beni yoruyor, güçsüz kılıyordu. Anladım ki korku sevginin yanında yok oluyordu. Ben seversem korkunun da benden uzaklaşacağını gördüm. Korkularımı sevmeye başladım. Onları misafir etmeye, onları kabul edip ağırlamak yoluna girdim. Korktuğum zaman, gerçekten korku beni sardığında buna izin vermeye başladım. Geldiği gibi gittiğini, benden bir başkasını aramaya başladığını da fark ettim. Ben korkusuz değilim. Bu da cesur değilim anlamına gelmesin lütfen.

Cesaret ve korku durumdan duruma, insandan insana değişiyor.  Her biri görecelidir. Ben hayata karşı cesur bir tavır aldım. Hayatı göğüslemeye, onu kaldırmaya başladım. Hayata karşı derken ona karşı gelmeden, onu kabullenmeyi öğrendim. Akmasına izin verdim. İzin vermek ne haddime! Akışına tanıklık etmek yoluna girdim. Geleni karşılamak için farklı yöntemler buldum. Olan bitenin illa benim hayrıma olduğuna inandım ve savaşmayı kestim. Ben ben olmaya başladım. Evet, bendim sonunda... Ben ben oluyordum.

Herkesin anlayamadığı, anlamasının da gerekmediği, gerçeğime, özüne dönen birisine dönüştüm. Şimdi bu kimliğimle ortalıktayım, şeffaf ve atışa müsait bir isabet tahtası, hedef gibiyim. Ben birileri için hedefken aynı zamanda kendi amacım ve hedefimi de buldum. Gel de bütün bu benleri, benim kimliklerimi bir kâğıda bir kartın içine sığdır. İstersen uğraş ve beni bir kalıba sok. Fotoğrafımı çek ve bir yere çerçevele sonra da bana sor.

Sen kimsin? Ben benim. Ya sen? Sen kim olduğunu buldun mu?