Rus usulü yozlaşma

Cannes’dan en iyi senaryo ödüllü, Altın Küre’de en iyi yabancı film, Oscarı’nın favorisi ‘Leviathan’

Viktor APALAÇİ Sanat
28 Ocak 2015 Çarşamba

Adettir, dünya prömiyerini görücüye çıktığı Cannes’da yapan, burada aldığı ödülden sonra önü açılan filmler, sekiz ay sonraki Oscar’ların favorileri arasına girer. Tarkovsky’nin mirasına talip Rus yönetmenler arasında ön sırada yer alan Andrey Zvyagintsev’in dördüncü filmi olan ‘Leviathan’ için kural bozulmadı. Komünizm sonrası eski Sovyetlerin yerine gelen kapitalist rejim, para hırsının beraberinde getirdiği yozlaşma ile toplumsal haksızlıklara yol açtı. Film, yeni düzenin çarkları arasında ezilen küçük insanların dramına odaklanıyor. Yan karakterlerin de derinlikli çizildiği senaryo, yozlaşma, din, çıkar ilişkileri, yabancılaşma gibi güçlü temaların hakkını veriyor.

Adettir dünya prömiyerini Cannes’da yaparak görücüye çıkan bir film, burada aldığı ödülden sonra önü açılır, sekiz ay sonraki Oscar’ların favorileri arasına girer.

Tarkovsky’nin mirasına talip Rus yönetmenler arasında ön sırada yer alan Andrey Zvyagintsev’in dördüncü filmi olan ‘Leviathan’ için de kural bozulmadı.

Mayıs ayında ‘En İyi Senaryo’ dalında Cannes’da ödül listesine giren film, En İyi Yabancı Film Altın Küre Ödülü’nü aldı. Şimdi Oscar’larda türünün favorisi gösteriliyor.

‘Leviathan’ yönetmenin, Venedik Altın Aslan ödüllü filmi ‘Dönüş’(2003) ve ‘Sürgün’ gibi iki başyapıtı kadar etkileyici olmasa da insana dair temel sorunları işlemedeki becerisiyle usta işi bir film.

Önceki üç filmiyle günümüz Rus toplumu üzerine önemli şeyler söyleyen, cesur tespitler yapan, eleştirel tavır takınan bir yönetmen olarak takdir toplayan Andrey Zvyagintsev, bizleri bu son filmiyle Rus toplumundaki kaos atmosferine bir geziye davet ediyor.

Komünizm sonrası, eski Sovyetlerin yerine gelen kapitalist rejim, para hırsının beraberinde getirdiği yozlaşma ile toplumsal haksızlıklara yol açtı.

Rus toplumunun alışmaya çalıştığı aç gözlü bir sistemin bitmez tükenmez rant kavgasına karşı direnmeye çalışan küçük insanlar, yeni düzenin çarkları arasında ezilmemek için çaresizce mücadele ediyorlar.

Ranttan gözü dönmüş Rusya’nın yeni egemenleri, hukuku çarpıtarak ve şiddete başvurarak, gayelerine ulaşmak için her türlü karanlık oyunu oynuyorlar.

Arkasına Ortodoks Kilisesi’ni de alan, Vladimir Putin’in Rusya’sında yükselen yeni ahlakın düzeni, şiddet ile desteklenen adaletsizliği ile sıradan küçük insanların üzerine bir kâbus gibi çöküyor.

Rusya’nın kuzeyindeki Barentz Denizi kıyısındaki, mahrumiyet ve geri kalmışlık bölgesi bir kasabasında geçen konusuyla film, yozlaşmış otoriteye karşı tek bir kişinin mücadelesini olgun bir sinema diliyle gözlere seriyor.

Tarkovsky ruhunu bulduğumuz ‘Leviathan’, Tarkovsky’nin en büyük mirasçısı gözüyle bakılan Aleksandr Sokurov’dan sonra, bu mirasa Andrey Zvyagintsev’i de ortak ediyor.

 

Flmin Künyesi:

‘LEVİATHAN’ Yön: Andrey Zvyagintsev

Sen: A. Zvyagintsev-Oleg Negin

Gör: Mikhail Krichman

Oyn: Alexey Serebryakov-Elena Lyadova-Roman Maydanov-Vladimir Vdovichankov-Anna Ukolova-Alexey Rozin

RUS KAPİTALİZMİN YIKICILIĞI

ABD’de arazisi kamulaştırılınca yerinden sürülen, tepki için bir tankla kamu binalarını yıktıktan sonra intihar eden bir adamın öyküsünden etkilenen Zvyagintsev, Oleg Negin’in işbirliğiyle ‘Leviathan’ın senaryosunu yazmış.

Kaynağını İngiliz Thomas Hobbes’un 1651’de yazdığı bir araştırma kitabından alan, Eyüp Peygamber’in öyküsünden esinlenen film konuyu günümüz Rusya’sına aktarıyor.

İngiliz filozof Hobbes’a göre adını Tevrat’ta geçen bir canavardan alan ‘Leviathan’, her şeye egemen olan devletin simgesidir. İyi niyetle kurulan devlet, bir müddet sonra yönetimindeki insanları yutan bir canavara dönüşebilir.

Küçük bir kıyı kasabasında araba tamirciliği yaparak geçimini sağlayan Kolya, ilk karısından olan oğlu Roma ve yeni eşi ile mütevazı bir yaşam sürmektedir. Hayatı, arazisi ve evini elinden almaya yemin etmiş Belediye Başkanı Vadim ile kesişince kâbusa döner.

Moskova’dan destek gören, Ortodoks Kilisesi’nin de gücünü arkasına almış, karanlık suratlı korumalarıyla gezinen, kamu kuruluşlarıyla çıkar ilişkilerini bir saadet zincirine dönüştürmüş, Mafya yöntemleriyle servetine servet katan Vadim hakkında, şehrin küçük ama dürüst inanlarının da ellerinde bir dosya vardır.

Ancak bu yolsuzluk dosyasının varlığına rağmen, güçlü Belediye Başkanı kanunsuz icraatlarını sürdürmeye kararlıdır. Vadim’in hukuka kılıf uydurarak mülküne el konmasına Kolya müsaade etmeyecektir. Davanın savunmasını askerlik arkadaşı ve Moskova’da ünlü bir avukat olan Dimitri’ye verir.

Meselenin üstesinden gelmekte zorlanması ve türlü şantaj yöntemleriyle etkisizleştirilmeye çalışılan Dimitri’den umduğu yardımı göremeyen Kolya, yaşadığı süreçte evi ile birlikte sahip olduğu her şeyi kaybetmek üzere olduğunu görür.

Politikacı Vadim’in arazisinde turistik bir tesis inşa etmek için evini yıkmaya çalıştığını dehşet içinde gören Kolya, karısının yakışıklı avukat arkadaşıyla bir ilişki yaşadıklarını öğrenince ikinci bir darbe daha alır. Kızgınlıkla beraber çaresizliği de omuzlarında hisseden Kolya, zeki avukatı, sadık bildiği genç ve güzel karısı dâhil en yakınlarından bile kazık yemektedir.

ÇARE: VOTKA

Üvey annesinin ihanetini öğrenen Roma’nın evden kaçmasıyla, dertli Kolya, sürekli arabasını tamir ettiği komşuları trafik polisleriyle buluşup çareyi votkada arar.

Dostoyevski’nin romanlarındaki gibi çok sayıda yan karakter barındıran senaryo, derinlikli çizdiği bu karakterler eşliğinde, yozlaşma, din, çıkar ilişkileri, yabancılaşma gibi güçlü temaların hakkını veriyor.

‘Leviathan’ın güç, iktidar ve yeni Rusya’nın simgesi Belediye Başkanı’nın ofisinde asılı duran Putin’in portresi durumu özetliyor aslında. Kolya ve su gibi alkol tüketen polis arkadaşları, sarhoşken yaptıkları açık havadaki ateş taliminde, tabancalarıyla Brejnev, Gorbaçov, Yeltsin gibi eski Rus liderlerinin posterlerine ateş ediyorlar.

Kurulu düzene eleştiri okları savuran eleştirel bir filme, Rusya Kültür Bakanlığı’nın katkıda bulunması, gösterimine vize vermesi takdiri hak ediyor.

Toplumsal yozlaşmanın resmini çeken, yozlaşma karşısında küçük insanları çaresiz ve trajikomik bir duruma getiren, kamu görevlilerinin ne denli şirretleştiğini ve utanmazlaştığını gösteren ‘Leviathan’ çürümenin, kokuşmanın filmi.

Görüntü yönetmeni Mikhail Krichman’ın enfes, nefes kesici kadrajları arasında, filmin afişini süsleyen dev bir balina iskeleti var. Sembol gayet açık: balina çürüse de dev iskeletiyle doğada hala büyük bir yer işgal ediyor.

2,5 saatlik süresine rağmen izleyicisini hiç sıkmayan bu filmi kaçırmamanızı tavsiye ederim.

YILIN SÜRPRİZ FİLMİ: WHIPLASH

2014 Sundance’de Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan, Cannes’da büyük alkış alan, oyuncusu J.K.Simmons’a En iyi Yardımcı Aktör (ve muhtemelen Oscar) ödülünü getiren, 29 yaşındaki genç bir yönetmenin elinden çıkma ‘Whiplash’ yılın sinema olaylarından biri.

Önümüzdeki ay dağıtılacak Oscar Ödüllerine, En iyi Film, En İyi Senaryo, En iyi Yardımcı Aktör, En İyi Kurgu ve En İyi Ses Miksajı dallarında aday olan film, hayranı olduğu caz ustalarının seviyesine erişemeyeceğini anlayıp, bateristliği bırakan Damien Chazelle’in ikinci yönetmenlik denemesi.

Senaryosunu yazıp yönettiği bu filmde Chazelle, Stanley Kubrick ustanın ‘Full Metal Jacket’ine(1987) ve Taylor Hackford’un ‘Subay ve Centilmen’ine(1982) benzer bir öykü anlatıyor. Tek farkla ki bu iki filmdeki acımasız çavuş ve askerlerin yerini bir caz okulunun despot hocasıyla öğrencileri alıyor.

Ülkenin en iyi konservatuarı sayılan Shaffer’da yetenekli müzik öğrencilerini eğiten sert, takıntılı, mükemmeliyetçi ve acımasızlığıyla ün yapmış otoriter hocası Terence(J.K.Simmons) ile ‘en iyi’ olmayı kafasına koymuş, aşırı hırslı öğrencisi Andrew’un(Milles Teller) mücadelesini anlatıyor ‘Whiplash’.

Öğrencilerin korkulu rüyası Terence, küçük yaştan beri müzisyen olmaya kararlı, annesi tarafından terk edilmiş, bir ‘kaybeden’ olan babası gibi olmak istemeyen, azimli Andrew’da bir ışık görüyor olmasına rağmen kendisine diğer öğrencilere yaptığı gibi saldırarak, zorlayarak, hatta hakaret ederek yaklaşır.

İki taraf da baskın karakterlerinden taviz vermeyince, çok geçmeden mantık dışı olaylar gelişmeye başlar. Bu süreçte elleri çalışmaktan kanlar içinde kalan Andrew, küfürbaz Terence’ın hakaretle bezeli eğitim tekniklerine boyun eğmek zorunda kalır.

Terence’ın psikolojisini, davranış şeklini izah etmek için senaryo, kendisinin müzikal kariyerinden mutsuz olan yetenekli ama tatminsiz bir müzisyen olduğunun ipuçlarını veriyor.

Ama Andrew’un da kendine göre numaraları vardır ve en sonunda hocasıyla karşı karşıya kalacağı müzikal düellodan önce tedbirlerini alacaktır. Vakit kaybı saydığı arkadaşlıklardan, kasiyerlik yaparken tanıştığı Nicole adlı güzel sevgilisinden uzaklaşarak hayatını bateri çalmakla sınırlar.

Yönetmen Chazelle iki ana karakter etrafında gelişen hikâyesini anlatırken, baskın kişiliğinden ödün vermeden çaylak öğrencisini yol getirmeyi amaçlayan öğretmenin düellosunu sarsıcı bir dille anlatıyor.

Senaryoda sağlam çizilmiş karakterler arasındaki gerilimi izleyici, bir tenis maçı heyecanıyla, soluk soluğa izliyor. Sadomazoşist bir çizgide ilerleyen, içinde sürprizler barındıran yalın hikâyesiyle film bazen izleyiciyi ters köşeye yatırıyor.

Şefliğini yaptığı caz grubunu demir pençeleriyle yöneten, kışkırtmalarıyla talebelerin sınırlarını zorlamaya iten, hakaret eden öğretmenin amacı belki de bu aşırı yöntemler aracılığıyla onların gelişmelerini sağlamak.

Filmin müthiş finalinde, aralarındaki psikolojik mücadeleden galip ayrılarak iyi müzisyenliğini tescilleştiren Andrew’un zafere ulaştığına izleyici inanmalı mı? Yoksa konservatuardan uzaklaştırılan öğretmeni yenilmiş saymayarak, iyi talebe yetiştirmedeki amacına ulaştığı için, mücadelenin asıl galibi o mudur?

Caz meraklıları için bir müzik ziyafeti sunan, gerilimi yüksek atmosferli filmlerden hoşlananları mest eden, pırıl pırıl görüntüleriyle, dinamik kurgusuyla, sağlam anlatımıyla öne çıkan filmin iki olağanüstü oyuncusu var.

İlk defa bir başrolde gördüğümüz, Hollywood’un eski tüfeklerinden J.K.Simmons, sadizmin kıyısında gezinen, yöntemleriyle izleyiciyi isyan ettiren, mükemmeliyetçi hoca Terence rolünde harikalar yaratıyor.

19 yaşındaki genç oyuncu Milles Teller, öyküye inandırıcılık katan performansıyla uğradığı fiziksel tacize rağmen pes etmeyen Andrew rolünde, dev bir oyuncunun yanında ezilmiyor. Hatta zaman zaman kendisinden rol çalıyor.

Bu çok iyi çekilmiş, sürpriz başarı ‘Whiplash’ izlenmeyi hak eden, nefes kesici bir film.