Usta işi psikolojik gerilim

Amnezik bir kadının iç dünyasına eğilen ‘Uyuyana Kadar’ Hitchcock ustanın filmlerini hatırlatıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
14 Ocak 2015 Çarşamba

Üçüncü yönetmenlik denemesinde, tansiyonu hiç düşmeyen bir atmosfer yaratmayı başaran Rowan Joffe, karanlık geçmişini çözmeye çalışan, çaresiz ve yalnız bırakılmış bir kadının öyküsünde etkileyici olabiliyor. Christopher Nolan’ın ‘Akıl Defteri’ başyapıtıyla akrabalıklar taşıyan film, her yeni güne hayatına dair hiçbir şey hatırlamadan başlayan bir kadının yaşadığı travmayı anlatıyor. Art arda gelen sürprizleri barındıran olay örgüsü ile film baştan sona eksilmeyen bir ilgiyle izleniyor. Senaristlikten gelme Rowan Joffe, Altın Palmiye sahibi Roland Joffe’nin yetenekli oğlu

Her yeni güne hayatına dair hiçbir şeyi hatırlamadan başlayan bir kadının öyküsünü anlatan ‘Uyuyana Kadar/Before I Go To Sleep’, Christopher Nolan’ın ‘Akıl Defteri/Memento’su ile akrabalıklar taşıyan bir film.

Kardeşi Jonathan Nolan’ın yazdığı kısa bir hikâye üzerine bina ettiği senaryosunda Christopher Nolan, eşini öldürenlerden intikam almak isteyen Leonard’ın (Guy pearce) hikâyesini anlatıyordu. Çok ender rastlanan ve tedavisi olmayan hafıza kaybı(amnezi) hastalığına sahip genç adam, karısının ölümünden önceki olayları detaylarıyla hatırlayabilmesine karşın, yeni hatıraları hatırlayamamaktaydı.

‘Uyuyana Kadar’, yaşadığı travmatik bir olaydan sonra her gece hafızasını sıfırlanan, her sabah kalktığında bir önceki gününü unutarak güne başlayan Christine’in (Nicole Kidman) dramasını anlatan bir psikolojik gerilim.

İngiliz yazar S J Watson’un çok satmış romanını sinemaya uyarlayan Rowan Joffe ünlü bir babanın oğlu. 1986’da Cannes’da Altın Palmiye kazanan, Oscar adayı ‘Misyon/The Mission’ ve yine Oscar adayı ‘Ölüm Tarlaları/The Killing Fields’ (1984) başyapıtlarının unutulmaz yönetmeni Roland Joffe’nin oğlu senaristlikten gelme Rowan Joffe 40 yaşında.

Bu üçüncü yönetmenlik denemesinde Alfred Hitchcock ustanın filmlerini hatırlatan, tansiyonu hiç düşmeyen, gerilimli bir atmosfer yaratmayı başaran genç yönetmen, karanlık geçmişini çözmeye çalışan çaresiz ve yalnız bırakılmış orta yaşlı bir kadının öyküsünde etkileyici olmayı başarıyor. Rowan Joffe, öykünün geçtiği Londra’nın kendine özgü havasını, atmosfer yaratmada ustalıkla kullanıyor.

Her yeni güne nerede yaşadığını, yanında yatan erkeğin kim olduğunu bilmeden başlayan Christine, kendisine çok iyi davranan kocası Ben’in(Colin Firth) duvara yapıştırdığı fotoğraflardan ve notlardan gününe yön veriyor.

Özel psikiyatrisi olduğunu iddia eden Dr. Nash’tan (Mark Strong) aldığı bir telefonla, gardırobundaki bir ayakkabı kutusunda saklı bir kamera ile bir önceki güne ait yaşadıklarını kaydettiğini öğrenen Christine, doktorun yaptığı daveti kabul ediyor. Kocasının bilgisi dışında kendisine yapılan psikolojik tedaviyle bazı gerçeklere ulaşan kadın, Ben’in zannettiği gibi masum olmadığını ve en yakın arkadaşı Claire’i kendisinden uzaklaştırdığını öğrenir.

GİZEMLİ BİR KOCA VE BİR DOKTOR

Etrafında bulunan herkesi sorgulamaya başlayan, uğradığı saldırıya ait ipuçlarına ulaşmaya, kendisini öldürmek isteyen kişiyi bulmaya çalışan Christine, ilk önce yalanlarını yakaladığı kocasından, sonra gizemli doktorundan şüphelenir.

Amnezik bir kadının iç dünyasına eğilen film, art arda gelen ve sürprizler barındıran olay örgüsü ile baştan sona eksilmeyen bir ilgiyle izleniyor.

Uğradığı saldırı üzerine verdiği her ipucu ile her şaşırtıcı gelişme ile Christine’e üzülen izleyici ustaca yaratılan depresif atmosfer eşliğinde kendini taşların yerine oturduğu müthiş bir final bölümünde buluyor.

Oyunculara gelince: Colin Firth ile Nicole Kidman, bir önceki sinemasal buluşmaları ‘The Railway Man’de travmatik geçmişi olan bir adamı ve karşısındaki kadını canlandırıyorlardı. Yakaladıkları uyumu bu filmde de sürdüren ikili, ikinci kez karı-koca olarak çıktıkları ‘Uyuyana Kadar’da rollerin değiştiğini, kadının travmatik geçmişinin izini sürdüklerini görüyoruz.

Colin Firth bilinen rahatlığıyla iyi oyunculuğunu sergilerken Nicole Kidman zor rolünün altından başarıyla kalkıyor. Şüpheleri üzerine çeken, izleyiciyi ters köşeye yatıran gizemli Doktor Nash rolünde Mark Strong oyuncu kadrosunun başarısını tamamlıyor.

 

EGOYAN ‘EVLAT ACISI’ TEMASINI SÜRDÜRÜYOR: Kayıp  Çocuk

Mısır doğumlu, Ermeni kökenli, 54 yaşındaki yönetmen Atom Egoyan günümüz Kanada sinemasının en güçlü temsilcilerinden biri sayılır.

Çocukları kaçırılan veya öldürülen ailelerin acılarını işleyen Atom Egoyan, evlat acısı temasına bağlılığını, ‘Kayıp Çocuk/Captive’ ile sürdürüyor.

Cannes Film Festivali’nde altı kez yarışıp 1997’de ‘Başka Bir Dünya/The Sweet Hereafter’ ile Büyük Ödül’ü kazanan, 1996’da jüri başkanı olan Atom Egoyan, ‘Kayıp Çocuk’ ile katıldığı son Cannes yarışmasından eli boş ayrılmıştı.

Film, dokuz yaşındaki kızları kaçırılan bir ailenin yaşadığı travmayı anlatıyor. Egoyan 33. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen, gerçek bir hayat öyküsü anlatan bir önceki filmi ‘şeytan Düğümü/Devil’s Knot’ta (2013) kaçırılan ve cesetleri bulunan üç erkek çocuğun cinayetindeki gizemi çözmeye çalışıyordu.

‘Başka Bir Dünya’ karlı yollardan çocukları okullarına götüren bir kadın şoförün sürdüğü okul otobüsünün kaza sonucu buzla kaplı göle yuvarlanmasını ve boğularak ölen çocukların ebeveynlerine yüklü bir tazminat koparmayı vaat eden bir avukatın öyküsünü anlatıyordu.

Evlat acısı, ailenin bu acıyı kabullenme süreci gibi türlerin ustası Atom Egoyan’ın senaryosunu yazdığı ‘Kayıp Çocuk’ dokuz yaşındaki Cassandra’nın babasının kamyonetinde bulunduğu sırada kaçırılmasıyla başlıyor.

Polis (Scott Speedman) gerekli araştırmaları başlatır ve babası Matthew (Ryan Reynolds) bir şekilde olayın baş şüphelileri arasına girer. Bir otelde temizlikçi olarak çalışan anne Nicole (Mireille Enos) sekiz yıl boyunca Cassandra’dan tek bir haber alamaz.

Küçük kızın hayatta olup olmadığı dahi belirsizdir. Matthew halen daha polis tarafından soruşturulmaktadır. Genç adam bu süreçte ailesinin parçalanışına tanık olur ve tek başına kızının izini sürmekten vazgeçmez.

Filmin sürpriz finalinde sekiz yıl sonra kaçırılan kızının izini bulan Matthew’un bu süre zarfında kızı ve onu kaçıranlar tarafından izlendiğini görürüz.

Televizyondan yükselen opera aryaları eşliğinde evinin bodrumuna inen karanlık yüzlü bir adamın, kaçırdığı Cassandra’yı kitlendiği odada piyano çalarken izlediği sahne filmin en güzel sekanslarından biri.

Konunun geçtiği dondurucu coğrafyaya pek uygun düşen soğuk ve mesafeli bir sinema diliyle Atom Egoyan, çocuklarını kaçırdıkları ailenin ıstırabını izlemekten keyif alan filmin kötü adamlarını sergiliyor.

Kurbanlarını internet aracılığıyla bulan suçlulara ulaşmak için bir polis öz yeğenini internette yem olarak kullanıyor. Pedofili suçlarında uzmanlaşmış iki polisi Rosario Dawson ve Scott Speedman canlandırıyor.

Baba Matthew’u oynayan Ryan Reynolds, Speedman ile Egoyan’ın 2008 tarihli ‘Tapınma/Adoration’ filminde oynamıştı.

Egoyan ‘Kayıp Çocuk’un senaryosunda evvelce birlikte çalıştığı televizyon yazarı David Fraser ile işbirliğini sürdürüyor. Masumiyetin yitirilişi, kayıp, suçluluk duygusu temalarının hakkını veren bu psikolojik dram izlenmeyi hak ediyor.