Tarihin derinliğinden uzayın derinliğine

Sami AJİ Köşe Yazısı
17 Aralık 2014 Çarşamba


Üç fotoğraf görüyorsunuz. Soldaki ünlü Rosetta taşı, ortada Philae Tapınağı’nın bir dikilitaşı ve sağda 67/P diye adlandırılan komet.

Rosetta taşı takriben 2100 yıl evvel yontulmuş bir kitabe: Taşın üstünde firavunun bir fermanı alt alta üç ayrı şekilde yazılmış: biri eski Mısır hiyeroglif olarak, diğeri demotika olarak - ki bu, o devirde Mısır halkın konuştuğu dil, üçüncüsü ise klasik yunanca olarak. Mısır’da, Nil deltasında yer alan Raşid şehri yakınlarında 1799 senesinde keşfedilen bu taş 1802 yılından beri British Museum’da sergileniyor.  

Philae Tapınağı sütunu, yine Mısır’da, Nil Nehri’nin güneyindeki bir adasına taşınmış bir Mısır mabedine ait idi. Oradan 1820 yılında, William John Bankes tarafından satın alınıp İngiltere’ye taşınan dikili taşta iki metin bulunuyor. Metinlerin birbirleriyle alakası yok, biri hiyeroglif diğeri de klasik yunanca yazılmış.

Ve üçüncü resim: 67P. İki Sovyet astronomi profesörü, İvanoviç Churyumov ve Svetlana Gerasimenko tarafından 1967 yılında keşfedilmiş bir kuyruklu yıldız: 12 Kasım 2014’ten beri dünya gündeminde çünkü on yıllık bir yolculuktan sonra üzerine bir uydu indirilmiş.

Şimdi de size bir sual: Bu üç resim arasında ne ilişki var?

Siz cevabını düşüne durun, size takriben 30 yıla yakın süren bir serüveni anlatmaya çalışacağım.

Yıl 1986. Halley Kuyruklu Yıldızı, asırlardan beri sürdürdüğü randevusuna sadık kalarak 75 yıl aradan sonra yine dünyamıza uğruyor. Ama bu sefer çok daha detaylı bir şekilde ve daha hassas aletlerle incelenebiliyor. Ve ortaya şöyle bir fikir atılıyor: Acaba bir kuyruklu yıldızın üzerine bir araştırma uydusu indirip yapısını daha yakından incelemek mümkün mü?

Başlangıçta yaratılan heyecan büyük, ama iş bütçeye gelince proje terk ediliyor.

Konu 1993 yılında tekrar gündeme geliyor. Bu sefer hedef daha da somut hale getirilip uydunun 67P kometine gönderilebileceği hesaplanıyor.

Takriben 4 kilometreye 2,5 kilometre boyutlarında (bizim Büyükada’mıza yakın ölçüler) olan bu küçük boy uzay kaya parçasının niçin hedef olarak seçilmiş olduğunu samimi olarak bilemiyorum ve bu seçimle ilgili okuduğum gerekçelerden de hiçbir şey anlamadığımı da itiraf etmeliyim.

Ancak yine mali gerekçeler, yine ret cevabına yol açar. Fakat bu sefer kararlı kişiler duruma hâkim olurlar ve uluslararası bir işbirliği yaratılarak, mali ve teknik sorunların üstesinden gelinebileceğini görürler. Nitekim projeyi Avrupa Uzay Ajansı üstlenir. Ve kademeli olarak Avrupa’nın içinden ve dışından da destekler gelmeye başlar.1

On bir yıl süren hazırlıklardan sonra 2004 yılında uzay aracı Rosetta ve 67P kuyruklu yıldızına inecek uydu Philae’yi taşıyan Ariane Füzesi ateşlenir.

Yolculuk on yıl sürer. Rosetta ve Philae, nihayet Ağustos 2014 tarihinde, dünyamızdan takriben 500 milyon kilometre uzaktaki, 67P’nin yörüngesine girer. Yörüngede iki buçuk ay kadar kalır. 12 Kasım 2014’te, Philae, Rosetta’dan ayrılır, çok ağır bir şekilde kuyruklu yıldızın yüzeyine iner ve 57 saat süreyle çok çeşitli bilgiler gönderir ve uykuya yatar.

Şimdi dilerseniz başa dönelim. Sualimi bir daha soruyorum: Mısır’da bulunan bir kitabe ve görkemli bir tapınak niçin bu muhteşem uzay serüvenine adını verdi?

Philae’deki sütunda yazılı iki metinde, İngiliz maceraperesti ama aynı zamanda Mısır medeniyetine derin merakı ile ünlü, William John Bankes, PTOLOMEE ve CLEOPATRA isimlerini, hem hiyeroglif hem de Yunanca metinde eşleştirmeye muvaffak oluyor. Batı dünyası 2000 yıllık bir aradan sonra hiyeroglif yazısında iki kelimenin hangi simge veya heceden meydana geldiğini öğreniyor.

İşte bu iki kelimeden hareketle, ünlü Fransız tarihçi ve dil uzmanı François Champollion, Rosetta taşının üç metnini kıyas yoluyla incelemeye başlıyor ve iki yıl süren çalışmalardan sonra hiyeroglif yazısının sırrını çözüyor.

Böylece, bugün dahi insanlığı etkilemeye devam etmekte olan Mısır medeniyetini aydınlığa çıkaracak çalışmalar büyük bir hız kazanmaya başladı.

İşte kuyruklu yıldız üzerine bir uydu indirme projesinin tasarımcıları, güneş sisteminin hâlâ gizli kalan sırlarını çözmek hedefiyle yola çıktıklarını beyanla projelerine Rosetta-Philae adını vermişlerdir.

Mısır’daki Rosetta kitabesi ve Philae’deki dikilitaş bizlere inanılmaz bir medeniyetin kapılarını nasıl açmışlarsa, aynı isimleri taşıyan proje bize dünyamızın sırlarını açacaktır.

Şimdiden şu yorumları yapabileceğimiz kanaatindeyim:

Medeniyet yolculuğumuz yepyeni bir ivme kazanmıştır. İlerleme yolunda, gerçek bilimin ve yaratıcılığın tek itici güç olduğu bir daha teyit edilmiştir.

Bir toplum sadece hür düşüncenin ışığı altında hayal gücünü harekete geçirebilirse kendini yenileyebilir.  Ancak bunu başarabilen toplumlar geleceğin şekillenmesinde pozitif bir rol alabileceklerdir.

 

1 Etkin destek veren kuruluşlardan biri de, Tel Aviv Üniversitesi’nin uzay ilimleri bölümüdür. Oradaki araştırma ekibi projenin geliştirmesine önemli katkılarda bulunmuştur.