Paul Auster’in iç dünyasindan notlar

Çağdaş edebiyatın önemli isimlerinden biri olan Paul Auster, son çıkan otobiyografik kitabı ‘İç Dünyamdan Notlar’ ile çocukluk anıları üzerinden iç benliği ile hesaplaşmasını yansıtıyor. Günlük kıvamında kaleme aldığı, gelecekteki kendine içtenlikle seslendiği kitap, özellikle yalın anlatımıyla tarifsiz bir okuma hazzı sağlıyor.

Rubi ASA Sanat
5 Kasım 2014 Çarşamba

"Bugünü yarına anlatmanın, başka bir deyişle insanın kendi yaşadıklarını yarınki kendisine anlatmasının anlamsızlığı belki sizi şaşırtacaktır fakat her insan kendini kendisinin yarınında bulmak ister. Bulduğunda da yaşadıklarının izleri onun varoluşunun kanıtıdır. Bu güvence yaşadıklarımızdan arta kalan birikimlerin özenle sakladığımız tanecikleridir.  Tıpkı  tamamlandıkça eksilen, eksildikçe tamamlanan bir puzzle’ın parçaları gibi.”

 

Paul Auster’ın durumunu özel kılan şey, kendi iç dünyasının dokunulmazlığına karşın, yaşadığı yılların karmaşık dengelerinin akıntısıyla geçen günlerinin soyut kimliğine karşı bireysel duyarsızlığıdır.

Otobiyografik özellikler taşıyan son kitabında  ‘İç Dünyamdan Notlar’ bize bu yıllarının dayanılmaz hafifliğini tarafsız ve soyut bir dille anlatmakta.

Auster’a göre yaşanan bir dünya vardır ve bir de zihnimizin içinde yer edinmiş bir başka dünya. Zihnimizin gerçek dünyanın içinde olduğu ne kadar doğruysa, gerçek dünyanın da zihnimizin içinde olduğu bir o kadar doğru.

Paul Auster’ın ‘Kış Günlüğü’ adlı anılar kitabı, eşine az rastlanacak içtenlikte yazılmış bir kitaptı. Şimdi de ‘İç Dünyamdan Notlar’da aynı yalınlığı ve içtenliği satırlara aktarıyor ve bir anı kitabı olma özelliğini koruyor.

Bu kez farklı bir zaman dilimine, çocukluk günlerine gidiyoruz. Auster bu sefer bize iç benliğinin dış dünya ile karşılaştığı ve çatışmaların, mağlubiyetlerin, kabullenmelerin, fark edişlerin olduğu önemli kırılma anları üzerinden anlatıyor her şeyi.

Çocukken okuduğu ilk kitaptan 1950’lerin 60’ların Amerika’sında o yaşlarının algıladığı her noktaya samimiyetle dokunuyor.

Auster’ın ikinci tekil şahıs anlatımıyla kaleme aldığı bu anı kitapta “sen” seslenişiyle kendini gelecekteki kendine anlatabilme içtenliği edebi dilinin ve yalın içtenliğinin kanıtı. Bu da kitabı tarifsiz bir hazla okumanızı sağlıyor. Hatta öyle bir haz ki kitabında anlattığı ‘çocuğa’ sarılmak isteyeceksiniz.

Paul Auster’ı ilk kez elime aldığım yılların üstünden çok zaman geçti. Zaman zaman kitaplığımın başyapıtı, zaman zaman dingin bir ruh halimi aradığım kayıtsızlığın karşılığı oldu hep. New York Üçlemesi, Cam Kent , Yükseklik Korkusu tarifsiz tat aldığım edebiyatın çağdaş lezzetini bulduğum yapıtlarıdır.

Auster, 1947 yılında ABD’nin New Jersey kentinde doğdu. Columbia Üniversitesi’nde İngiliz, Fransız ve İtalyan edebiyatı üzerine eğitim alan, 1971-1974 yılları arasında Fransa’da yaşayan ve geleneksel yazın dilinin sınırlarını zorlayan bir yazardır. Auster’ın başlıca yapıtları arasında New York Üçlemesi, Yalnızlığın Keşfi, Yanılsamalar Kitabı, Kırmızı Defter, Leviathan, Kehanet Gecesi, Duman, Görünmeyen, Yükseklik Korkusu, Yazı Odasında Yolculuklar, Karanlıktaki Adam bulunuyor. Diğer bir kitabı olan, ‘Kış Günlüğü’ Auster’ın otobiyografik başyapıtıdır.

Altmış dört yaşına giren Paul Auster’ın yaşam öyküsünü anlattığı ‘Kış Günlüğü’, sadece basit bir anı kitabı değil. Çocukluğundan itibaren yaşadığı olayların, anne ve babasının ölümünün, yaptığı seyahatlerin, okulunun, sevdiği kadınların, ikonlaştırdığı kadınların ve nihayetinde otuz yıllık bir evlilik sürdürdüğü karısının ruh halini nasıl şekillendirdiğinin kurgu düzeyinde anlatımıdır.

Auster, ‘Kış Günlüğü’ünün önemli bir bölümünü hayatının farklı süreçlerinde yaşadığı evlere ayırmış. New York, New Jersey’deki Beth Israel Hastanesi’nde doğduğu andan (3 Şubat 1947) kitabı bitirdiği New York’taki evine kadar, “iyisiyle kötüsüyle evim” dediği yerler. Paris’ten New York’a uzanan bu evler Auster’ın hem kişisel, hem de yazarlık serüvenin ipuçlarını veriyor. Bütün o evlerde bıraktığı izler, o evlerin kendisi üzerindeki izleri kitabın odak noktalarından biri.

Auster’ın, özellikle 50-60’lı yıllarda en azından Yahudiliğine yönelik antisemit tavırlarla da zorunlu bir hesaplaşma içinde olduğu belli oluyor.

Travmalarından en önemlisi de annesi. Ayrılmış bir ailenin çocuğu olarak anneye daha bağlı bir portre ile karşımıza çıkıyor. Annesi üç evlilik yapmış, üvey babalarından annesini mutlu edenleri sevmiş, ölümü üzerine panik atak sorunu ile uğraşmış bir Paul Auster vardır karşımızda.

Birçok kitabında yaşadığı kentin karmaşasında kendiyle iç benliğinde hesaplaşma içindedir. Foucault’nun Batı epistemolojisi merkezine yerleştirdiği ‘kendiyle ilgili olmak’ ve ‘kendilik teknolojileri’,  Auster’ın kendi kişiliği ve ruh halleriyle olan hesaplaşmasını sonucunu doğurmuş.

“Yaş altı. İçinden bir ses adamımıza ‘yaşamak güzel şey be Paul’ diyor. Altı yaşımdayım ve altı yaşımda olmak çok güzel.”

Sene 1953. HG Wells’i çok sevdiğini hatırlıyor, Dünyalar Savaşı’nın filmini izlediği günleri anlatıyor. Ayrıca o günlerde içselleştirdiği hayat kurallarını da unutamamış: annene cevap verme, ellerini sabunla güzelce yıka, yalan söyleme, yatmadan evvel dişlerini güzelce fırçala.

Manhattan’da kültür endüstrisinin parçası olabilecek, metin yazarlığı yapabilecek, kadrolu güzel bir iş bulabilecekken meteliğe kurşun atması, “kendiyle psikopatolojik seviyeye yakın olmak”la geçmiş bir hayatın kaçınılmaz bir sonucu olarak da okunabilir pekâlâ.

Kendisine, benliğine, gelecekteki haline yönelik sadakati olarak da. İlk günlük tutmaya başladığında günlüğünün sayfalarında kime sesleneceğini bilmediğini, insanın kendi yaşadıklarını kendine anlatmasının manasız olduğunu düşünmüş Auster.

Ancak sonucunda; bu kitabı günlük kıvamında kaleme alırken hitap ettiği, betimlediği ve bir araya getirme çabasındaki ilk gençlik yıllarının puzzle parçalarıyla, tamamlandığında karşılaşacağı resmin kendisi ve olduğudur.