Ekimde sinema keyfi

Bileti tükenen filmlere konulan ek seanslarla Filmekimi sinema şölenini sürdürüyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
15 Ekim 2014 Çarşamba

Bütün hızıyla devam eden İKSV’nin mini-festivali sinemaseverlere ilginç keşifler sunuyor. Benim önerdiğim ‘Garanti Belgeli Filmler’ listeme eklediğim filmler İngiliz usta Ken Loach’un ‘Özgürlük Dansı’, Cannes ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünün En İyi Film Ödüllü müthiş Macar filmi ‘Beyaz Tanrı’, Mali’den gelme umutsuzluk çığlığı ‘Timbuktu’, Clint Eastwood’un Broadway müzikali ‘Jersey Boys’un sinema versiyonu. Filmekimi Top Ten listeme ve festivalin izlenmeyi hak eden ikinci bir 10 filmlik listeme bir göz atmanızda fayda var

İRLANDALI HALK KAHRAMANI

78 yaşında, gençlere taş çıkartacak bir enerji ile üretkenliğini sürdüren, İngiltere’nin en prestijli yönetmeni Ken Loach, Filmekimi’nde gösterilecek ‘Özgürlük Dansı/ Jimmy’s Hall’de yine İrlanda’nın sancılı bağımsızlık savaşına değiniyor.

Ustanın Altın Palmiye ödüllü ‘Özgürlük Savaşı’nın on yıl sonrasında geçen konusuyla film, İrlandalı bir halk kahramanı olan Jimmy Gralton’u perdeye taşıyor.

Loach demirbaş senaristi Paul Laverty ile bu 13. buluşmasında, 1920’lerde Katolik Kilisesi’ne karşı geldiği için ülkesinden kovulan aktivist, komünist kahramanının İrlanda’ya dönüşünde yaşadıklarını anlatıyor.

Efsane yönetmen tüm başyapıtlarında olduğu gibi adaletsizliğe karşı öfkesiyle siyasal heyecanını bir araya getiriyor. Cannes Film Festivallerindeki bu 17. yarışma filminde, Loach İrlanda’nın bağımsızlık savaşından bir sayfayı perdeye taşıyıp, 1921’de Amerika’ya sürgün edilen aktivist Jimmy Gralton’un 12 yıl sonra ülkesine dönüşünü anlatıyor.

İç savaşın eşiğindeyken toplu dansların, boks derslerinin, şiir toplantılarının yapıldığı bir ‘halk salonu’ açan Gralton bu mekânın tehlikeli ve yıkıcı olduğunu iddia eden Katolik Kilisesi ve ‘ileri gelenler’ yüzünden ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı.

1932’de geri döndüğünde kasaba sakinlerinin ısrarlı talepleriyle salonu yeniden açmaya niyetlenir. ‘Özgürlük Dansı’ bu salona gelerek bir şeyler öğrenen, hayaller kuran, ama her şeyden öte, dans edip eğlenen o hür fikirli gençlerin duygusal bir portresini çiziyor.

Bu dürüst halk kahramanına karşı, aşırı sağcı, şiddet yanlısı milliyetçilerin açtığı savaşta, Ken Loach Katolik Kilisesi’nin tutumunu eleştiri konusu yapıyor.

Aklı başında yaşlı başlı, ağzı iyi laf yapan, kiliseye gelenleri etkilemesini bilen(ve filmde kiliseyi temsil eden) bir rahip doğrulardan yana değil, Klu Klux Klan taktikleri ile çalışan, yakıp yıkan aşırı sağcıların yanında saf tutuyor.

Çevrenin zengin, sağcı toprak sahipleri ile kilisenin güçlü rahibinin işbirliği filmde Kilise-Sermaye kesimi dayanışması olarak gösteriliyor. Kontrolü elinde bulunduran büyük işletmelerin demokrasinin gelişmesini engellediğini, neoliberalizmin topluma uyguladığı kısıtlamaların kurbanı olduğunu Ken Loach gözlerimize seriyor.

Amerika’dan gramofonu ve caz plakları koleksiyonuyla dönen, ancak ülkesinde iki kez ‘persona non grata’ ilan edilen Jimmy Gralton’un kişiliğinde film bizlere İrlanda gerçeği üzerine yeni şeyler söylüyor.

İZLENMEYİ HAK EDEN FİLMLER

Afrika sinemasının en büyük isimlerinden Abderrahmane Sissako ‘Timbuktu’da ülkesi Mali’de geçen bir dramı anlatıyor. Cannes’da bu yıl festivalin ikinci gününde gösterildiğinde eleştirmenler filmi Altın Palmiye’nin kuvvetli adayları arasında görmüşlerdi.

Sahra Çölü’nde geçen konusuyla film şeriat yasalarının geçerliliği ilan edildikten sonra birçok ailenin yaşamının nasıl mahvolduğunu gözlemliyor. Bir umutsuzluk çığlığı…

1960 ile 1990 yılları arasında fırtına gibi esen efsane Rock’n Roll grubu Frankie Valli ve Four Seasons’ın yükseliş öyküsünü sinemaya aktaran ‘Jersey Boys’u Oscarlı Clint Eastwood yönetiyor.

Broadway’de yıllarca gişe şampiyonluğunu sürdüren, geçen yıl Zorlu Center’da Performans Sanatları Merkezi’nin 2250 kişilik görkemli salonunda izleyip mest olduğum ‘Jersey Boys’u kaçıranlar için Filmekimi yeni bir imkân sunuyor. Filmin bonusu müzikalde Frankie Valli’yi canlandıran John Lloyd Young’ın filmin başrolünde oluşu.

Adı çoğu zaman İngmar Bergman ile anılan İsveçli usta yönetmen Ray Andersson’un geçen ay Venedik’te Altın Aslan ödülünü kazanan filmi ‘İnsanları Seyreden Güvercin’ sıcağı sıcağına Filmekimi programında.

Çağdaş zamanların Don Kişot ve Sanço Panza’sı gibi, iki gezgin satıcıyı izleyen film, günümüzün, geçmişin ve geleceğin karmaşık dünyasına bir bakış atıyor. Film,  bir dalın üzerinden bizleri gözleyen bir güvercin gibi, bize yaşamın ihtişamını, insanoğlunun kırılganlığını ve yaklaşan kıyametini hatırlatıyor.

Laurent Cantet Fransa’ya 27 yıl aradan sonra ‘Sınıf/ Entre Les Murs’ filmiyle Altın Palmiye kazandırınca ülkesinde kahraman olmuştu. ‘Sınıf’ın ardından gelen ‘Can Ateşi/Foxfire’ tam bir düş kırıklığı olmuştu.

Cantet’in son filmi ‘Havana’ya Dönüş/Retour A Itaque’ 2014’te Venedik Günleri’nin En İyi Filmi seçildikten bir ay sonra Filmekimi programında. Yönetmenin Küba’nın en saygın romancısı Leonardo Padura ile müşterek yazdıkları senaryo bizleri Havana’ya götürecek.

Beş arkadaş Amadeo’nun İspanya’daki 16 yıllık sürgününden sonra memleketine dönüşünü kutlamak için bir araya gelir. Gençliklerini, sırlarını, geleceğe dair umutlarını anımsarlarken bir yandan da hayal kırıklıklarını ve bire bir yıkılıp giden Küba gerçeklerini konuşurlar.

Francis Ford Coppola’nın torunu Sofia Coppola’nın yeğeni, fotoğraf sanatçısı Gia Coppola ile sinema yeni bir yönetmen kazanıyor. ‘Palo Alto’nun başrolünde James Franco var.

‘Garanti Belgeli Filmler’ önerilerim arasında yer alan Macar filmi ‘Beyaz Tanrı/White God’ mayısta Cannes’da kendinden en çok bahsettirenler arasındaydı.

Miklos Jansco ustaya ithaf ettiği filmiyle Kornel Mundruczco, alışılmadık bir insan-köpek macerası ya da vahşi bir devrim olmakla beraber, aynı zamanda ebedii bir dostluğu da anlatıyor. Cannes’da Belirli Bir Bakış’ bölümünün ödül dağıtımından sonra izlediğim bu ‘En İyi Film’ etiketli köpek isyanı filminden çok keyif almıştım.

TOP 10

1-MOMMY - Xavier Dolan

2-ARAYIŞ - Michel Hazanavicius

3- İKİ G‹N, BİR GECE -  Jean-Pierre, Luc Dardonne

4-÷ZG‹RL‹K DANSI - Ken Loach

5-İNSANLARI SEYREDEN G‹VERCİN - Roy Andersson

6-BEYAZ TANRI - Kornel Mundruczo

7-PASOLİNİ - Abel Ferrara

8-JERSEY BOYS - Clint Eastwood

9-«OCUKLUK- Richard Linklater

10-BAY TURNER - Mike Leigh

 

YEDEK LİSTE

Filmekimi’nin ilgiyi hak eden diğer filmleri

11-NEW YORKíA HOŞ GELDİNİZ - Abel Ferrara

12-LEVİATHAN- Andrey Zvyagintsev

13-YILDIZ HARİTASI- David Cronenberg

14-TİMBUKTU- Abderrahmane Sissako

15-YUVAYA D÷N‹Ş- Zhang Yimou

16-BİRE BİR- Kim-Ki- Duk

17- MİSS JULİE - Liv Ullmann

18-GEROMİNO - Tony Gatlif

19-İNSAN SERMAYESİ - Paolo Virzi

20- KİRLİ PARA - Michael R.Roskam

 

“Nabza göre şerbet”

Sokakta rastladığım tanıdıklarımın, merhabadan önce “Bu hafta görülecek ne film var?” sorusuna muhatap olmak benim kaderim.

Ayaküstü bir avukattan hukuki bir bilgi istemek, bir doktordan derdine derman bulmasını talep etmek kadar sevimsiz gelen bu talebe, başlarda iştahlı cevaplar vermekten hoşlanıyordum.

Sonra baktım ki soruya verdiğim alternatifli cevaplar başıma bela olmaya başladı. “Aşk olsun methedecek başka film bulamadın mı?” sitemleri canımı sıkmaya başladı.

O zaman kendime nabza göre şerbet verme yöntemini seçtim. Sinemayı bir sanat kolu olarak görmediğini iftiharla ilan edip, sinemaya kafasını boşaltmak için gidenlere, ne kadar nefret ettiğim popüler, popülist, içi kof ama ambalajı kuvvetli film varsa önerirdim.

Sanat zevkini bildiğim, sinemaya mesaj taşıyan filmler üzerine zihin jimnastiği yapmak için gidenlere, sinemada söyleyecek sözü olan yönetmenlerin filmlerini önermeye çalıştım.

Ben sinemada hayatı ve çok şey öğrendim. Sinefil dostlarıma öğretici, eğitici, tarih dersi niteliğindeki zengin senaryolu filmleri keyifle önermeyi sürdürüyorum.

Bırakın ŞALOM’da her hafta, yoğun bir emeğin mahsulü yazılarımı okumayıp, vizyon filmlerini değerlendiren yıldız tablosuna bile bakmayan, “Şalom’a aboneyim ama zarfından bile çıkarmam” diyenlerin “Bu hafta görülecek ne film var?” sorularını eyyamcılık yapıp nabza göre şerbet vererek geçiştirmeyi sürdürüyorum.

‘Kış Uykusu’ üzerine üç hafta, üç tam sayfa yazım çıktı. Editörlerim üçünü de ilk sayfada(ikisini sürmanşetten) sundu. Akabinde “Ya bu film de pek uzunmuş, gitmeyeceğim, ne dersin?” diye soranlara verilecek cevabım yok.

Bütün bunları niye mi anlatıyorum? Söyleyeyim…

Geçirdiğim bir ameliyat sonucu sinemayı (şimdilik) bir aydır hayatımdan çıkardım. Halbuki yıllardır film festivalinin güzelliklerini paylaşmaktan keyif aldığım sinefil dostlarımla, yaklaşan bir festivalin film seçimi için sohbetten keyif alırım.

Filmekimi için, telefonla veya ziyaretime geldiklerinde tercihlerimi soranlara bu yıl yardımcı olamadım.

Ameliyat öncesi yazdığım bir, gücümü kazandıkça yazdığım iki yazıyla Filmekimi önerilerini sizlerle paylaşmaya çalıştım.

Ama siz yine de beni fazla ciddiye almayın.

Yakın çevrem, hatta akrabalarım yıllardır “Viktor’un methettiği filmden uzak durmak lazım” deyip dururlar. Belki de onlar haklıdır.