Bilmek ya da anlamak

Avram VENTURA Köşe Yazısı
1 Ekim 2014 Çarşamba

MÖ altıncı yüzyılda yaşamış Lidya kralı Kroisos’u biz Karun olarak biliyoruz. Yeri geldiğinde, zenginliğin simgesi olarak da adını anıyoruz. Ona bu varsıllığı yakıştırmamızın nedeni, belki de metal paranın kendi döneminde ilk kez basılmış olmasıdır. Gelelim onunla ilgili öykümüze:

Ünlü tarihçi Herodot’un anlattığına göre Kroisos, o dönemin en büyük gücü olan Pers İmparatorluğuna gözünü dikmiş, topraklarını ele geçirerek egemenliği altına almak istemiş. Bir yanda kralın sınırsız tutkuları, öte yanda düşmanın gücü! Kendine ne denli güveniyor olsa da, destek sağlamak ve geleceğini bilmek adına, Delfi Tapınağının kâhinine çok değerli hediyelerle birlikte delegeler göndermiş. Yanıtını bekledikleri soru şuymuş:

-Kroisos, şayet Perslere savaş açarsa sonuç ne olur?

Kâhin Pythia şöyle demiş:

-Görkemli bir imparatorluğu yok eder!

Delegelerinin aktardıkları bu yanıt üzerine Kroisos, Tanrıların onunla birlikte olduğunu, bu savaşa girişebileceğini ve büyük bir başarı kazanabileceğini düşünmüş. En kısa zamanda askerlerini toplamış ve Pers ülkesini ele geçirmek üzere yola çıkmış. İki ordu karşılaştığında Kroisos, hiç beklemediği bir yenilgiye uğramış, Lidya’nın yıkımına neden olmuş. Kral, yenilmenin verdiği onursuzluk bir yana, büyük bir düş kırıklığına uğramış. Kâhine değerli hediyeler sunmasına, ondan olumlu bir yanıt almasına karşın, kendisini yanılttıkları için kızgınmış. Bir süre sonra Delfi’ye yeniden bir delege göndermiş ve ona neden bunu yaptıklarını öğrenmek istemiş. Kâhin, geleceği doğru bildiğini yinelemiş: Delegelere, görkemli bir imparatorluğun yok olacağını söylemiş mi? Evet! Bunun hangisi olduğunu sormadıkları gibi, Kroisos ile birlikte bu sözleri kendi işlerine geldikleri doğrultuda yorumlamışlar.

Ünlü kralın bu öyküsü bize, tutkularımızın gözümüzü kararttığı zamanlar, karar vermede aklımızın değil, çıkar düşüncesinin egemen olduğunu göstermektedir. Bir olayı anlamada, bir sözü yorumlamada körü körüne bir yaklaşım, bizi yanılgılara, onursuzluğa, kayıplara ya da yıkımlara sürükleyebilir. Bu yüzden doğru bildiklerimizi bile sorgulamadan kabullendiğimizde, olası sorunlara da davetiye çıkartmış oluyoruz.

Her an, kitle iletişim araçlarının bize sunduğu bilgilerin ışığında yaşantımızı düzenliyor, kararlar veriyor, gelecekle ilgili planlamalar yapıyoruz. Bu aldığımız bilgilerin hangileri gerçeği yansıtmakta, hangilerinin ise bizi yanıltmakta olduklarını çoğu kez anlamakta zorlanıyoruz. Hazır reçeteler, şablon yaşamlar, koşullanmış düşünceler, bizi daha çabuk etkileri altına alıyor. Ne yazık ki kolaycılığa kaçarak bilgilenmekten, anlamaktan çok, inanmayı seçiyoruz. Bu da Kroisos gibi her türlü düş kırıklığıyla karşılaşabileceğimizi göstermektedir.

Attilâ İlhan, bir dizesinde şöyle diyor: “Bilmek önemli gerçi asıl iş anlamakta”.

Anlamanın ilk koşulu da sorgulamaktan geçiyor!