Okullar açıldı

Sami AJİ Köşe Yazısı
17 Eylül 2014 Çarşamba

Bu hafta, çocuklarımız ve torunlarımız, biraz heyecanlı, biraz meraklı ve aynı zamanda neşeli, veliler ise biraz stresli, biraz telaşlı havalarda okullarına gittiler.

Birden aklıma şöyle bir düşünce takıldı? Niçin okula gidiyoruz?

İsterseniz işe kökünden başlayalım. ‘Okul’ Latince ‘Schola’ kelimesinden türemiştir. Esasen Roma ve hatta Grek medeniyetlerin zamanında ‘Schola’nın anlamı için şöyle bir karşılık bulursunuz: “Öğrenmeye ayrılmış boş(!) zaman.” Diğer bir kaynak ‘schola=loisir’ der, yani biraz zorlarsanız, ‘okul=eğlence.’

Bu tarif bana Karataş Musevi İlkokulu’na başladığım günü anımsattı.

Okul bizim evin tam karşısında idi. Annem ve babam beni cesaretlendirmek için “zaten bütün arkadaşlarınla orada bol bol oynarsın,” diyerek uğurlamışlardı.

Nitekim öyle oldu. Okul benim ikinci eğlence mekânım haline geliverdi. Bu yüzden hem evden hem de öğretmenlerden epey ceza alıyordum ama çok kere niye ceza verildiğini dahi anlamıyordum.

İstanbul’a taşınıp St. Michel Fransız Lisesi’ne başladığımda, oyun (yani spor) çok daha önemli bir konuma gelmişti. Önemliden de öte adeta derslerle eşit değer kazanmıştı.

Bir düşünün: Her sınıfın dört voleybol takımı vardı. Bu takımlar her teneffüste ve öğle molasında maç yapmaya ‘mecburdular’. Her takımın fileden görevli iki kişisi vardı ve bunlar sırayla her sabah 07.45’ten evvel filenin yerlerine takılmalarından ve son teneffüsten sonra toplanmalarından sorumlu idiler. Ayrıca toptan mesul olan bir kişi ve her maçın da bir hakemi tayin edilmişti. Hafta sonunda ise (o zamanlar cumartesi öğlene kadar ders yapılırdı), haftanın değerlendirilmesi yapılır ve en fazla set kazanan takıma ekstradan teşvik puanları verilirdi. Bu puanlar, bazen cezaların hafifletilmesinde kullanıldığı gibi, sene sonunda sembolik hediyelere de dönüşebilirdi.

Bunlardan ayrı olarak okul açıldıktan bir süre sonra, ‘couples’(çiftler) dediğimiz bugünkü plaj voleyboluna benzer turnuva düzenlenirdi. Bu turnuva da tüm talebelere açık olduğundan tamamlanması aylar sürerdi.

Ve nihayet, çiftler maçlarına ilaveten, sınıflar arası volley turnuvası da o yılın en iyi takımını ortaya çıkarırdı. Eleme usulü ile icra edilirdi. Örneğin 6A sınıfı 6B’ye karşı oynar, kazanan da 7A-7B’nin galibi ile oynardı. Kazanan 8A-8B’nin galibinin karşısına çıkardı. Böylece ortaokul şampiyonu belli olurdu. Ortaokul birincisi de Lise 1 ile oynamaya hak kazanırdı. Final maçı genelde 10. sınıf ile 11. sınıf arasında oynanırdı. (Hatırladığım kadarı ile yalnız bir yıl Lise 1 takımı okul şampiyonu olmuştu.) Tüm bu maçlar neredeyse tüm   hocaların önünde oynanır ve bazen ‘Frères’lerimiz1 bizden fazla heyecanlanır, bağırırlar, çağırırlar hatta hakeme bile müdahale etmeye çalışırlardı.

Oyun sadece voleyboldan ibaret değildi. Bir de her sınıfın kendi basketbol takımı vardı. Bu takımlar da okul şampiyonası için birbirleriyle karşılaşırlar ve okul şampiyonu müthiş bir prestij kazanırdı.

Peki futbol? Onsuz olur mu? St. Michel, çarşamba öğleden sonra ve pazar sabahları okula gelip, top oynamak isteyen talebelere açıktı. O günler, genelde liselilerin bahçesinde futbol oynardık. Çok kere genç Frères’ler takımda yer alırlardı. (İnsafsızca oynarlardı; onlardan kaç tekme yediğimi ve attığımı emin olun hatırlamıyorum.)

Sporun önemini vurgulamak için şunu da ilave edeyim. Eğer bir sınıf maçı ders saatine rastlasa o zaman takım oyuncuları derse girmezlerdi.

Sualinizi görür gibiyim. Ne zaman derslerinizi öğreniyordunuz? St. Michel zamanımızda en iyi ve üst seviyede tanımlanan bir lise idi. Ama spor ve öğrenim adeta sihirli bir şekilde dengelenmişti.

Dersler çoğunlukla sınıfta biterdi. Bazen akşamları iki üç arkadaş bir araya gelir beraber ödevlerimizi yapar ve çalışırdık. O kadar.

En azından benim için esas, maçlar ve maçları kazanmaktı. Ödevler araya sıkıştırılması gereken ‘angaryalardı.’

Hayal gibi geliyor değil mi? Ama değil. Bu eğitim türü aslında, antik Yunanlılardan kalma bir sistemin devamı gibi idi.

Platon ile ortaya konan daha sonra da Aristo tarafından geliştirilen prensiplere göre, her çocuk mutlaka hem fiziksel hem de kültürel bakımdan çok iyi geliştirilmelidir.2 Dolayısıyla eğitimi bir bütünlük içinde yürütülmelidir. Yedi yaşında okula başladıktan sonra, kademeli olarak, kendisine, retorik (konuşma, kendisini ifade etme ve ikna yeteneği),  matematik/geometri, jimnastik, müzik ve dans eğitimi verilmelidir.

Bu eğitimden sadece, hür ve varlıklı Yunan Sitesi vatandaşları istifade edebilirlerdi. Çünkü yeteri kadar zengin olmayan ailelerin çocuklarının bir şekilde çalışmaları şarttı. Dolayısıyla

eğitime ayıracak ‘boş vakitleri’ yoktu. (Yıllar yılı, özellikle kırsal kesimlerde, ülkemizdeki çocuklarımızın niçin okula gidemediklerini bir düşünün.)

Özetle öğretim ve eğitim bir bütündür. Çocukların ve gençlerin, aklı hür, vicdanı hür, bedeni hür bir insan olarak yetiştirmek için, fikri ve fiziki gelişmenin dengeli bir şekilde sağlanması şarttır. 

Notlar:

1 Frère: Rahip olan hocalarımıza bu şekilde hitap etmemiz istenirdi.

2 Okul, Sparta Şehir devleti hariç, sadece erkek çocuklar içindi. Çünkü teoride kız çocukların evde annelerine yardım etmeleri gerekiyordu. Onların da ‘boş vakitleri’ yoktu.