TV Muhabiri Salvo Kohen Soma’da yaşadıklarını anlatıyor

2009 yılından bu yana muhabirlik yapan Salvo Kohen 13 Mayıs 2014’te Soma’daki maden kazasını aktarmak üzere Soma’ya gitti. Yaşadığı duygulu anları, görevinin zorluklarını bizlerle paylaştı

Dora NİYEGO Toplum
16 Temmuz 2014 Çarşamba

Soma olayı başlarda sıradan bir kaza gibi gözükürken, TV kanallarının oraya muhabir yollama kararı nasıl oluştu?

Soma bir ucu Balıkesir’de, bir ucu İzmir’de, büyük bir kısmı ise Manisa’da olan 105 bin nüfuslu küçük bir köy.  Maden İşletmeleri’nde olan kazanın haberi, gazetecilere öğle saatlerinde ulaştı. Olay yerine ilk ulaşan, zannedersem Anadolu Ajansı’nın kameramanıydı. Haliyle bu haberi ilk paylaşan da onlar oldu. Diğer ajanslar da, kısa bir süre sonra olay yerine geldiler. Maden kazası duyurulduğu anda, twitter ve facebook’ta da olay yayılmaya başladı. Başlarda ‘Kazada on yedi ölü var’ şeklinde açıklandı. Olayın sıcaklığıyla bu haber açıklanınca, haber merkezleri oraya muhabir gönderme kararı aldı.  Ekibimizden bir arkadaşımız kameramanını alıp hemen yola koyuldu. Diğer kanallara mensup muhabir ve kameraman arkadaşlarımız da aynı zamanda yola çıkmışlardı. Beni iki gün sonra destek olarak gönderdiler.

Saatler ilerledikçe, ölü sayısı artıyor, kazanın boyutu katlanarak büyüyordu. Ölü sayısı kırklara ulaştığında, artık sıradan bir maden kazası değil, maden faciasına dönüştü. Akşam saatlerinde, bu sayı yüz ellileri bulunca, Soma’dan yükselen acı sesleri İstanbul’a kadar ulaştı.

Tüm gece uyanık kaldığımızdan, haberleri takip ederken durumun ne kadar vahim olduğunu görmeye başlamıştım. Hemen hemen her kanalın basın mensupları da Soma’ya ulaşmışlardı. CNN International ve BBC gibi dünyanın saygın yayın kuruluşları da,  İzmir’e uçak biletlerini çoktan almışlardı bile…

Sizi Soma’ya muhabir olarak göndermeleri nasıl oldu?

Facianın ardından saatler geçti. Maden ocağından hayatını kaybetmiş madenciler çıkarılıyor, televizyonlar ise kesintisiz yayın yapmaya devam ediyordu. Show TV bir haber kanalı değildir, yani her saat başı haber vermez. Buna rağmen, tüm yayın akışı habere ayrıldı. Soma’ya ulaşan ilk ekibimizle bağlantı kurmaya başladık.

Staj dönemi de dâhil olmak üzere, meslek hayatımın büyük bir kısmı kamera arkasında geçti, yani yönetmen yardımcılığı yaptığım dönemden beri rejiyi iyi tanıyorum. Reji odasını tarif edecek olursam, karşımızda onlarca ekran ve her birinde farklı bir görüntü, canlı bağlantılar olan bir yer. Soma’dan gelen canlı görüntüler, sıcak bilgiler, hepsini iyice anlayıp, canlı yayında ona göre hareket etmek gerektiren bir yer reji odası. Rejiyi iyi tanıdığım için, ilk gün canlı yayına kamera arkasından destek verdim. Soma’da bulunan muhabir arkadaşımla sürekli telefonda görüşüyor, gerekli bilgileri alıyor ve kendisine hangi saatte yayına bağlanıp aktarım yapacağını söylüyordum. Her saat başı Soma’dan naklen yapılan yayınlarla gün sona erdi. Mesai bittiğinde eve geldim, bütün gece uykusuz kaldığım için biraz dinlendim. Sabah saat altıda tekrar kanala geldiğimde, bana Soma yolu gözükmüştü. Son durum hakkında bilgi almak için arkadaşımı aradığımda, ‘Durum çok kötü, ölü sayısı iki yüzü geçti’ dediler. Altı saat sonra Soma’ya varmıştım.

Peki, o zaman Soma’da nasıl bir manzarayla karşılaşacağını biliyor muydunuz?

Aslında biraz tahmin etmiştim. Facia bölgelerinde durum nasıl olabilir ki!  Ölüm sessizliği çökmüş sokaklar, cenaze evlerinde ağlayan insanlar ve her şeyden habersiz, babası eve dönecekmiş gibi kapının önünde oynayan çocuklar! Aslında bütün mesele, o çocuğa akşam babasının eve gelemeyeceğini söylemek!

Benzer bir acıyla, Hatay’a Reyhanlı ilçesinde meydana gelen terör saldırısı için gittiğimde karşılaşmıştım. Ne denilebilir ki bu gibi acılar karşısında! Başınız sağ olsun demek yetmiyor. En acısı, bu kişileri acılı halleriyle röportaj yapmaya ikna etmek! Onların işi zor, bizim görevimiz daha da zor!

Soma’ya giderken, neyle karşılaşacağımı tahmin etmekten öte, kalbim orada olmak istiyordu zaten. Yolculuk çok uzun sürdü, yol bir türlü bitmedi. Yakınını kaybetmiş ailelerle karşılaşacağımı biliyordum, ama bu acının beni bu denli etkileyeceğini etmemiştim. Malum haberciyiz, mikrofon elimizdeyken tüm duygularımızı askıya almalıyız. Habere yenilmemek için, karşımızda zaten ağlayan biri varken biz ağlamamalıyız. Şimdiye kadar yaşanan diğer toplumsal acılarda gözümden yaş gelmedi, Soma hariç...

Gördüğün manzaralar karşısında neler hissettin?

Camı açtığımda burnuma gelen kokuyla şok geçirdim. Hayatını kaybetmiş madencilerin cesetleri gömülmeden önce, morglarda değil, soğuk hava depolarında bekletiliyordu. Soma Devlet Hastanesi’nin morgu, madencilerin cansız bedenleri ile dolduğu için, çok sayıda maden şehidini soğuk hava depolarına kaldırmışlardı. Ailelerin gelip, cesetleri bir an önce teşhis etmeleri gerekiyordu. Soma’ya giriş yaptığım yerde, o soğuk hava depolarından biri vardı. Soma’yı tarif edilmez bir koku kaplamıştı.

Ölü sayısı üç yüz bire ulaştığında, durum çok ama çok acıydı. Benim gibi diğer gazeteci arkadaşlarım da haber için ayrılan süre sona erdiğinde ‘haberci’ kimliğimizi cebimize koyup gözyaşlarına boğulduk. Ertesi gün acı, yerini yine, ‘hesap sorma’ duygusuna bırakıyordu, zira gazeteci bu durumda ‘halkın sesi’ olmalıydı ve oldu da…

Soma’da sizi en çok etkileyen ne oldu?

Gittikten iki gün sonra, özel haber çıkartmak için,  kameramanla cenaze evlerini dolaşmaya karar verdik. Ancak elimizde ne bir adres, ne de bir telefon numarası var. Aracın yakıtı bittiğinden benzinciye girdik. Tam karşı pompada, oldukça eski model bir araba bekliyordu. Aracın yanına gittim, küçücük aracın içinde, yanlış hatırlamıyorsam sekiz kişi vardı.  Şoför mahalline yaklaşıp camı tıklattım, bir amca camı açtı: “buyur evladım” dedi. “Amcacığım başınız sağ olsun” dedim. “Sağ ol” dedi. Doğru tahmin etmiştim madenci yakınıydı o da. “Cenazeye mi amca?’’ dedim. “Evet,  Savaştepe’ye gidiyorum” dedi. “Gazeteciyim, ben sizi takip edebilir miyim? Cenaze evine gitmek istiyorum” dedim. “Beni izle” dedi.

Yirmi kilometre sonra, Balıkesir il sınırları içinde bulunan Savaştepe’ye vardık. Avlusunda yaklaşık yüz kişinin bulunduğu bir evdi burası. Ölen madencinin eşi yukarıda bekliyordu. Ailenin büyükleri araya girdiler ve o kadınla konuşmamıza yardımcı oldular. Yukarıya çıktım, ölen madencinin eşi elinde beş aylık ikiz bebekleriyle beni bekliyor. Boğazım düğümlendi. Meğerse yeni evliymişler. Düğün fotoğraflarını bana gösterdi, sonra fotoğrafı öptü, göğsünün üzerine koydu, ağlamaya başladı. Bu sırada kamera kayda girdi ve ben sormaya başladım. “En son ne zaman gördünüz eşinizi?” Anlatmaya başladı. Her lafın sonunda bebekleri gösterip “Ne olacak bunlar? Yetim kaldılar,” diyerek ağlıyordu. Ben de ağlamaya başladım. Hemen röportajı bitirdim ve evden çıktım. Böyle bir hissi daha önce hiçbir haberde yaşamamıştım.

Soma kazasında ölen madencilerin sayısı hakkında verilen yanlış bilgiler halkın TV kanallarına güvenini sarstı. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Medyaya olan güven son bir yıl içinde yaşanan olaylardan ötürü azalmış olabilir. Kimseyi memnun etmek mümkün değildir. Dolayısı ile Soma gibi tüm dünyanın gözü üzerinde olan, üç yüz bir insan evladının yanarak ya da boğularak öldüğü bu kazayla ilgili, herkes bir yerlerden bilgi almaya çalışıyordu. Haber almaya çalışanlar da kuşkusuz televizyon yerine twitter’ı veya facebook’u kullanıyorlardı. Orası bir maden ocağı, aşağıdaki ölü sayısını yetkililer haricinde kimse bilemez. Bu nedenle, yapılan açıklamalara güvenmek ve onları öyle aktarmak mecburiyetindeydik. Yerli, yabancı beş yüze yakın basın mensubu, bu rakamları resmi açıklamalara göre ekranlardan verdi. Olması gereken de buydu zaten. Ama medyaya güvenin azaldığı son bir yılda,  birden bire ortaya çıkan kanallar var. Haber kaynağı olarak, yalnız twitter’ı facebook’u kabul eden, sosyal medyada ne yazıyorsa, bunu doğru kabul edip, ekrandan yanlış bilgilerle insanları galeyana getiren küçük TV kanalcıkları! Gerçeklere dayanmayan bilgileri ekrandan aktarmaktan utanmayan muhabirler. Oysaki haber belgeye dayanmalıdır. Ne oluyorsa, insanlara onu aktarmaktır. Kısacası, habercilik insanın haber alma hakkına hizmet etmektir. Nitekim bazı gazeteci(!)ler “Bütün yandaş basın yalan konuşuyor, inanmayın içerideki herkes öldü. Kimsenin bu kazadan kurtulma ihtimali yok. Onlar yalan söylüyor, biz doğru söylüyoruz” şeklinde haberler veriyor, evinde eşinin göçük altından çıkmasını bekleyen insanlarını yaşarken öldürüyorlardı. Nitekim içeriden dört yüz seksen beş madenci sağ olarak çıktı ve evlerine geri döndüler.

Kendi çıkarları için madenci yakınlarına televizyondan öldüğünü açıklayacak kadar alçalan gazetecileri, tarih asla affetmeyecektir.  Sokak eylemlerinden her an yayın yapıyor diye izlenen ve bu durumu avantaja çevirmek adına, madenci yakınlarının yaşlı gözlerini bile hiçe sayan bu yayın kuruluşlarının, her söylediğinin doğru olmadığı da bu şekilde ortaya çıkmış oldu.

Şunu da eklemek istiyorum. TV haberlerinde izlediğiniz cinayet, toplumsal vakalarda ölüm ve benzeri haberlerde ölen kişinin cansız bedeni ‘buzlu’ ya da ‘mozaikli’ olarak karşınıza geliyor. Yani o görüntüler kişinin psikolojisini bozmasın diye bunlar kapatılıp öyle yayınlıyor. Soma’da bulunduğum sürede sayısız cansız beden görüyordum, ‘peki bizim psikolojimiz ne olacak?’ diye düşündüm. Soma’da hayatını kaybedenler ciddi anlamda etkilemişti beni. Şimdi, yavaş yavaş normale dönüyorum.

 

Magazin haberlerinden muhabirliğe geçişiniz nasıl oldu? Muhabirlik konusunda büyük usta olan Uğur Dündar’ın size sağladığı katkılardan biraz bahseder misiniz?

Magazinde sadece üç ay gibi kısa bir süre çalıştım. Daha öncesinde haberdeydim zaten. Arena programında stajyer olarak işe başlayıp, kadrom yapılınca yönetmen yardımcılığı görevini üstlendim. CNN Türk ve Kanal D’de program yapıyorduk. Uğur Dündar’a Star televizyonunda haber grup başkanlığı teklifi gelince, onunla birlikte ben de Star’a geçtim. Arena’nın yanı sıra, Star Haber’de de muhabirlik görevim başladı. 2009 yılından bu yana da ‘muhabirlik’ görevini etik kurallara uygun bir biçimde yapmaya çalışıyorum. Bu meslekte ‘etik kurallara uymak’ çok önemlidir. Haberin dışına çıkmamak gerekir. En önemlisi de, dedikodu yapmadan, belgelere dayanarak yazıp çizmek. Uğur Ağabey’imin öğrettikleri arasında kulağıma küpe yaptığım en önemli cümle şudur: “Halkın haber alma hakkından başka hiçbir şeye hizmet etmeyin çocuklar.” Aslında çok basit olan bu cümle, biraz düşündüğümüzde, bizim içinde bulunduğumuz durumu çok güzel anlatıyor.