Güreşçi iki kardeşin dramı

67. Cannes Film Festivali’nin ödüllü filmi: AMERİKAN ‘FOXCATCHER’

Viktor APALAÇİ Sanat
11 Haziran 2014 Çarşamba

En İyi Mizansen Ödüllü, Bennett Miller’in ‘Foxcatcher’ı ile En İyi Senaryo Ödüllü, Andrey Zvyagintsev’in ‘Leviathan’ı 67. Festival’in en kaliteli yapımları arasındaydı. Olimpiyat şampiyonu Amerikalı grekoromen güreşçi Mark Schultz’un otobiyografik romanına dayanan film, dünya güreşinin yaşadığı en büyük dramlardan birini anlatıyor. Filmde güreş milli takımının sponsorluğunu üstlenen, şizofren ve paranoyak bir aileden gelen milyarder sanayici John du Pont’un, Mark’ın ağabeyi, Olimpiyat şampiyonu Dave Shultz’u öldürmesini izliyoruz. Amerikan toplumunu hicveden, ciddi eleştiriler getiren bu cesur film festivalde çok beğenildi

 

Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu’na Altın Palmiye, Julianne Moore ile Timothy Spall’a En İyi Oyuncu, İtalyan Alice Rohewacher’ın ‘Le Meraviglie’sine Büyük Ödül, Xavier Dolan ile Jean-Luc Godard’a Jüri Ödülü getiren 67. Cannes Film Festivali, Mizansen Ödülü’ne Bennett Miller’in ‘Foxcatcher’ filmini layık gördü.

Truman Capote’un hayatını anlatan, Oscar adayı ‘Capote’ ile 2005 yılında ilk uzun metrajlı filmine imza atan Bennett Miller, çocukluk arkadaşı Philip Seymour Hoffman’a Oscar kazandıran bu filmde kariyerinin en parlak kompozisyonlarından birine imza atmasını sağlamıştı.

Miller’in ikinci filmi ‘Kazanma Sanatı/Moneyball’ (2011), beyzbol sporuna odaklanan, Brad Pitt’in başrolünü oynadığı, En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterilen bir filmdi.

48 yaşındaki yönetmen, yine spor odaklı dördüncü filmi ‘Foxcatcher’ ile bence kariyerinin en iyi işini çıkarıyor.

Jane Campion başkanlığındaki 67. Cannes Film Festivali bu müstesna başyapıta kayıtsız kalamazdı. Nitekim ‘Foxcatcher’ En İyi Mizansen Ödülü’yle listede yerini aldı.

Olayın kahramanı Olimpiyat şampiyonu Amerikalı güreşçi Mark Shultz’un otobiyografik eserinden sinemaya uyarlanan filmin senaryosunu üç kişilik bir ekip yazmış.

Bu senaryo iki dalda ilerliyor. Birincisi yeni bir Olimpiyat’a hazırlanan iki eski şampiyonun yaşadığı zorluklar, ikincisi ABD güreş milli takım sponsorluğunu üstlenen, şizofren ve paranoyak bir aileden gelen milyarder sanayici John du Pont’un dizginlenemez ihtirası.

Bennett Miller, ABD’nin en zengin ailelerinden biri olan kimya endüstrisinin öncüsü, aynı zamanda silah tüccarı olan du Pont’ların üzerinden Amerikan toplumunu hicveden ve ciddi eleştiriler getiren, toplumsal açıdan cesur bir film yapıyor.

Film, 1984 Los Angeles Olimpiyatları’nın grekoromen güreş dalında Altın Madalya sahibi Mark ve Dave Shultz kardeşlerin Seul Olimpiyatları’na hazırlanma sürecini anlatıyor.

Filmin ilk sekansında, küçük kardeş Mark’ın (Channing Tatum) güreş antrenörlüğünden kovulmasından sonra antrenmanlarını ağabeyi Dave (Mark Ruffalo) nezaretinde yaptığını görüyoruz. Spora ilgi duyan, hayırsever ama paranoyak bir sanayici olan John du Pont (Steve Carell), Mark Shultz’dan, Foxcatcher adlı görkemli malikânesine taşınıp güreş hocalığı yapmasını ister.

Teklif edilen ücretle ve yapılan iltifatlarla gururlanan genç sporcunun işe başlamasıyla, John du Pont ABD güreş milli takımının Foxcatcher’da Olimpiyatlara hazırlanmasını sağlar.

Az tahsilli bir genç olan Mark bu lüks hayat ortamına uyum sağlayamayınca, patronu dengeli ve kültürlü bir insan olan ağabeyi Dave’in kampa katılmasını ister. Mark’ın sorunları, ağabeyinin gelmesinden sonra artınca, patron John du Pont’un himayesindeki iki kardeşin arası açılır.

Dengesiz, sevgisiz, katı ve acımasız bir adam olan milyarder sponsor, bir sabah kampı basıp, hiçbir şey söylemeden, Mark ile aralarını açtığı gerekçesiyle, ağabey Dave’i kurşun yağmuruna tutarak öldürür.

Güreş tarihinin yaşadığı bu en büyük dramlardan birini, Bennett Miller mükemmel bir sinematografi eşliğinde anlatıyor. Paranın gücüyle insanların nasıl yozlaşabildiği, sporun milli duygu harekete geçirmedeki işlevi, hayatında radikal bir değişiklik yaşamış olmanın hazmedilmesinin zorluğu, bu filmde işlenen temaların bazıları.

Bennett, filmin finalinde, soğukkanlılıkla ve kararlılıkla işlenen bir cinayeti etkili bir mizansenle çekmiş. Üç başrol oyuncusu kendisine birinci derecede yardımcı oluyorlar.

Sorunlu güreşçi Mark’ta, kendisini aşarak şaşırtıcı bir başarı gösteren Channing Tatum, ağabeyi Dave’de, bilinen rahatlığıyla tecrübeli Mark Ruffalo, rollerinin haklarını veriyorlar.

John du Pont’un baskısını üzerinde sürekli hissettiği hanedanın ana kraliçesi konumundaki annesini Vanessa Redgrave, Dave’in sevecen güzel eşini Sienna Miller canlandırıyorlar.

Ama filmin asıl sürprizi, komedyen olarak tanınan Steve Carell’den geliyor. Müthiş makyajıyla tanımakta zorluk çektiğimiz, milyarder ruh hastası John du Pont’da harikalar yaratıyor. En İyi Yardımcı Aktör Oscar’ında adaylığı garanti.

 

CANNES NOTLARI

67. Cannes Film Festivali’nin gerçek mağlup ülkesi ev sahibi Fransa’ydı. Yarışmaya katılan üç iddialı filmin deneyimli yönetmenlerinin ve uluslararası üne sahip başrol oyuncularının hiçbiri ödül listesinde yer almadı.

Buna en çok üzülmesi gereken, 2011’in En İyi Film ve En İyi Yönetmen Oscarları’nın sahibi ‘Artist’in yaratıcısı Michel Hazanavicius olsa gerek. Geçen yıl Ashgar Farhadi’nin ‘Geçmiş’iyle Cannes’da En İyi Aktris seçilen Bénérice Bejo, kocasının yönetiminde oynadığı ‘The Search’den eli boş ayrıldı.

İddialı Olivier Assayas’ın entelektüel boyutu ağır basan filmi ‘Sils Maria’sı, Juliette Binoche ve Kristen Stewart gibi mükemmel iki oyuncusunun varlığına ve filmin nefis İsviçre Alpleri görüntülerine rağmen, Cannes’dan hüsranla ayrıldı. Bertrand Bonello’nun, birincisine fark atan ‘Saint Laurent’ biyografisi, görkemli mizanseni ve Gaspard Ulliel- Helmut Berger gibi iki mükemmel oyuncunun varlığına rağmen ödül listesine giremedi.

Festivalde Kanada adına yarışan üç yönetmenden biri olan Atom Egoyan, Türkiye’de parlak kariyeri ile değil, bizde yasaklanan ‘Ararat’ filminin yönetmeni olarak tanınıyor. 1905 olaylarına dayanan konusu ile Türk aleyhtarı olduğu söylenen filmi izlemek için 2002 yılında Paris’e gittiğimi hatırlıyorum. Ermeni soykırımı iddiasını araştırmak için bir sinema tarihçisiyle bir film yönetmeninin bir araya gelmelerini anlatan film Egoyan’ın kariyerindeki en başarısız işlerden biriydi.

Ararat’ta sanat tarihçisi Ani’yi canlandıran Ermeni asıllı Arsinée Khanjian, özel hayatında Atom Egoyan’ın eşi. Yönetmenin 90’lı yıllardaki başyapıtları sayılan ‘Exotica’(1994), Başka Bir Dünya/The Sweet Hereafter’(1999), ‘Felicia’nın Yolculuğu/Felicia’s Journey’ (1999) gibi filmlerde muhakkak karısı Arsinée Khanjian için yazılmış önemli bir rol vardı.

2000’li yıllarda Egoyan filmlerinde karısına pek rol vermedi. Ancak Cannes’da yarışan son filmi ‘Tutsak/Captives’de Arsinée Khanjian’ın ufak bir rolü var.