Dünya ağrısı

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
4 Haziran 2014 Çarşamba

Ayfer Tunç’u ‘Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek’ adlı kitabıyla sevmiştim çok... Sonra ne zaman onun adını bir yerlerde görsem, kaleminin peşinden gitmeyi adet edindim.

Dünya Ağrısı, Ayfer Tunç’un son romanı...

Roman, uzun yıllar Türkler için hele de edebiyattan biraz uzaksa, boş vakitleri değerlendirme bile değil, doldurma aracı; öyküden uzun tutulmuş yazı türü olarak bilinçsiz bir bakış açısıyla yerini korudu.

Şimdi okurlar, artan kitabevleri, çok satanlar ve yeni çıkanlar rafları sayesinde daha bilinçli bir hale geldiler. Roman’ın hikâyenin uzunu olmadığını, boş vakitlere değil, içi dolu vakitlere layık olduğunu anladılar.

Dünya Ağrısı da böyle içi dolu vakit kitaplarından biri...

Ayfer Tunç’un o net ve yalın kaleminden yeni kahramanlarla buluşturuyor bizi.

Mürşit, romanın ana kahramanı.

Kadınların, erkeklerin ağzından yazabilmelerine, hayata onların gözünden bakabilmelerine bu kadar çok okuyor olmama rağmen hâlâ şaşırıyorum. Yazarlık, ne tür bir mucizevi yetenek ki kişiler kendilerini olmayan bir karşı cins kahramanın yerine koyup yazabiliyorlar onları?

Mürşit de böyle biri...

Hayalleri olan ama hayallerini gerçekleştiremeden hayatın gerçekleriyle yüzleşip istemediği türden sorumlulukların altına girmek zorunda kalan bir adam... Hayalleri hayatının altında kalmış biri... Madenci, romanın ikinci adamı... Mürşit ve madencinin yaşadığı dostlukta, hayatın sıcacık ayrıntılarını, köşeli ve iğneli taraflarını, insanların yaşanmışlıklarının hayata bakışlarını nasıl değiştirdiğini görüyorsunuz.

Bir ailede erkek evlat olmanın doğar doğmaz omuzlara yüklenen o adı konmamış büyük ağırlığı mıdır romana adını veren, yoksa çekilen acıların çokluğu mudur, romanı okuyunca siz karar vereceksiniz.

Yalnız şöyle bir gerçek var, değişmeyen ve içten içe değişmesi istenmeyen sanki... Erkek çocuklar, bir grup anne ve baba için evlerini sağlamlaştıran direkler... Onlara verilen isimler bile yarın öbür gün kişilikleriyle örtüşür diye dikkatle seçiliyor.

Mürşit, irşat eden yol gösteren demekti. Kız kardeşleri Hasret ve Gayret ise adları gibi hayatlar sürmeye mahkûm iki kadın... Karısı Şükran, ne kadar şükür sayılırsa artık hayatının tüm şikâyetlerini içine hapsetmiş bir sessizlik abidesi... Dilinden çok gözleri konuşan...

Mürşit, oğluna isim koyacağı zaman babasının fikrini alıyor.

O da:

Oğluna öyle bir ad koy ki evladım, manasını ömür boyunca taşısın diyerek, bebeğin kaderini en başından çiziyor adeta. Mürşit, Özgür, koyuyor oğlunun adını... Babasını hoşuna gitmiyor bu isim...

Özgürlüğü sevmeyişinden...

Mürşit’in özgürlük hayali, hepimize tanıdık bir hayal... Sorumluluklarımızdan, hayatlarımızın zorluklarında, istemediğimiz görevlerimizden, ağır gelen yükümlülüklerden kaçıp gitmek isteriz bazen.

Hayatlarını zorunluluklar yüzünden bu kaçışların hayaline bile çoktan kapamak zorunda kalanların seçimi ne olmalı?

Kaçıp gidemeyeceğini bilen, kaçmak için gayret etmenin gereksizliğini daha çocuk yaşta fark edip evin direği haline gelen delikanlıların hikâyesi nasıl biter?

Bu ayrıntı kitabın yalnızca bir kapısı, kitapta içeriye açılan, ardında üstünde konuşulacak toplumsal ayrıntı saklayan o kadar çok kapı var ki... 

Yaşadığımız müddetçe sorumluluklarımız, zorunluluklarımız ve şartlarımız olacak kuşkusuz, önemli olan bütün bu düğümlerin, dokusu güzel bir halı için atılıyor olması...

Mürşit’in hayatının dar sokaklarında dolaşırken zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak ama geçen gerçek zamanda bir şeylerin nasıl da aynı kaldığını görerek şaşıracaksınız.

Ayfer Tunç, genç yaşının yarısını şimdiden yazar olarak tamamlamış bir edebiyatçı... Daha pek çok romanının aynı lezzette olacağına hiç şüphem yok. Mutlaka okuyun.