‘Bir Müzisyenin Gözünden- Bizim Adalar’

Beyoğlu’ndaki Yunanistan Başkonsolosluğu’nun Sismanoglio Megaro binasında Nedim Hazar’ın 2013 yazında Prens Adaları’nda çektiği ‘Bir Müzisyenin Gözünden-Bizim Adalar’ adlı belgeselin gösterimi ve içinde yönetmenin de yer aldığı müzik grubunun dinletisi gerçekleşti

Yakup BAROKAS Sanat
7 Mayıs 2014 Çarşamba

Filmden enstantaneler

Kısa bir süre önce Vakıflar Meclisi kararı ile Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı’na iade edilen Beyoğlu’ndaki Yunan Konsolosluk binasının son derece görkemli giriş katındaki salonunda, kalabalık bir davetli topluluğunun izlediği 82 dakikalık filmin ustaca çekilmiş ada görüntülerine pek çok farklı dilde söylenmiş şarkılar eşlik ediyor.

Yolculuk, Kadıköy-Adalar vapur iskelesinde bir rembetikonun ezgileri ile başlıyor ve “Maziden gelen bir dil semada, Marmara sularında seyrediyorum seni” dizileri ile devam ediyor.

Adalar, biraz da özlemini duyduğumuz eski İstanbul’un küçük bir maketi adeta… Tanıdık bir sima; ‘Bir Zamanlar Büyükada’ kitabının yazarı Viktor Albukrek, oyunculuğu ile de kendini kanıtlarken basit sözcüklerle ne de yerinde özetliyor durumu; “Arabacılara iş lazım… Öyleyse turist lazım yani daha çok lahmacun lazım!”

Sait Faik’in ev işlerine yardım eden oldukça yaşlı bir hanım da dile getiriyor geçmişe olan özlemini. Oysa geçmişi aramak için çöplükte oluşturulan Adalar Müzesi’ne doğru yol almak gerekiyor.

Filmin bir de öyküsü var; ODTÜ’de araştırma yapan bir öğrenci rolünde, oyuncu/yönetmen Eren Balkan Büyükada’da kimsenin tanımadığı eski bir binayı aramaktadır. Ada esnafının hiçbiri adalı değil. Kim nereden bilsin ki? Bu arada Rumların mübadelede veya Varlık Vergisi’nden sonra değil, özellikle 1964 ve Kıbrıs olayları akabinde adaları terk ettiklerini, şu anda sadece Adalar’da 150 Rum’un yaşadığını öğreniyoruz. Taverna kültürünü rakı kadehlerini tokuşturarak ve tabakları kırarak yaşatmak artık geride kalanlara kalmış.

 Meriç Dönük’ün arp tınıları eşliğinde eski Rum Yetimhanesi’nin harabeye dönmüş hali yüreklerimizi burkuyor. Oysa Heybeliada Ruhban Okulu’nun her şeye rağmen ihtişamı göz kamaştırıyor. Kütüphanesinde 20 bin kitap var. Eren soruyor görevliye, “Tabii ki hepsi dini kitaplar?” “Hayır, MÖ 5. yüzyılda yaşayan Aristofanes’in bile eserleri var, bilmem tanıyor musunuz?” yanıtını alınca da Eren çantasından yazarın bir kitabını çıkarıyor. Filmde böylesi izleyiciyi gülümseten pek çok bölüm var. Örneğin eski anı fotoğraflarından gemiler yapıp yol boyunca bir merdivenin her basamağına serpiştiren bir adalıya Eren’in, “Peki, gemilerin içlerine niye taş koyuyorsun?” sorusuna “Rüzgâr var, uçmasınlar” diye verilen ‘basit’ yanıt gibi.  

 Patrik 1.Bartholomeos’un Aya Yorgi’de katıldığı ayindeki sözleri de son derece anlamlı, “Adaların İstanbul gibi değişmesine müsaade etmeyin!”

Yassıada ile Sivri Ada’yı imara açma projesine karşı bir motordan inen kalabalık topluluk protestolarını önce Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı harabe halindeki salonda başlatır: “Beton lobisi defol! Adanın tepesini attırma.” Sonra Yassıada’da bir caz konseri izleriz.

Müzik deyince akla Adalar gelmez mi? İdil Biret, Fazıl Say, Cem Mansur, Fedon ve daha birçokları… Hatta adalı olmayanlar bile en güzel bestelerini adalar için bestelememişler midir? Nikiforos Mertaxas Heybeliada’da yaşıyor. Türk değil, Atina’dan gelmiş. Bu adadaki terk edilmiş bir okulu uluslararası bir müzik eğitimi merkezine dönüştürmeyi amaçlıyor. Restorasyon çalışmaları nerede ise sonuna gelmiş durumda. Her adalının bir hikâyesi vardır. Bu belgeselde ise adaların ‘bahtsız’ öyküsünü izliyoruz.

Nedim Hazar ile sohbet

Filmin bitiminde konsolosluk binasının bu kez yine görkemli üst katına çıkıp Yidiş, Ladino, Rumca lisanlarında Nedim Hazar’ın ekibi ile sunduğu bir konseri izledik. Kürtçe bir tango oldukça ilgimi çekti. Ve sonrasında soluk soluğa kalan ve bir yandan da tebrikleri kabul eden Hazar ile kısa bir söyleşi gerçekleştirmeye çalıştım.

Kendinizden ve sinema geçmişinizden söz eder misiniz?

Almanya’da yarım kalmış bir tiyatro eğitimim var. 23 yaşındayken Almanya’da şehir tiyatrolarına girdim, tiyatro sahnesinde büyüdüm diyebilirim. Üç yıl orada çalıştım, bazı filmlerde oynadım, bu arada bizim müzik grubu parladı. Ama bu müzik tutkumdan on yıl sonra sinemaya yöneldim. Amsterdam Yüksek Sanat Okulu’nun film bölümünü tamamladım. Bu sözünü ettiğim 90’lı yıllarda oluyor. Almanya’ya dönünce ARD, ZDF gibi farklı televizyon kanallarında görev aldım. Ve sonuç 1980’de yirmi yaşında iken, Kenan Evren’in darbesi üzerine ayrıldığım Türkiye’ye özel nedenlerle 2000 yılında geri döndüm.

Yaşamınızın büyük bölümü yurt dışında geçmiş…

Ailem Avustralya’ya göç etti. Sidney’de büyüdüm. Doğru, İstanbul’da az yaşadım. Türkiye’ye dönünce adım belgeselciye çıktı, oysa asıl mesleğim senaryo alanında.  Almanya’da ödüllü senaristim. Neyse, yedi yıl NTV’de belgesel film alanında ilerledim. ‘Hayatımızın Fon Müziği’, ‘Hareket Halinde Türkiye’, ‘Adanın Kadınları’ adlı dizileri, Rize’nin Çayeli ilçesinde yaşayanların oynadığı ‘Vadi’ belgeselini yönettim. ‘Yakın Ada, Uzak Ada: Burgazada’yı yönettim. Sonra televizyona fazla müdahale olmaya başladı ve sonuçta ben de atılanlar arasında yerimi aldım. Şimdi mahkemeliğiz. Bu film de o döneme denk düştü.

‘Bir Müzisyenin Gözünden -  Bizim Adalar’ filminin projesi nasıl ortaya çıktı?

Tanırsınız, Adalar Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu, “Gel bir fon aldık onunla bir film yapalım” dedi. Bu kadar parayla ne yapılır ki? Geçen yaz da hatırlıyorsunuz bir Gezi ruhu, farklı bir ortam vardı. Bir yandan da Yassıada imara açılacak diye, ona karşı oluşan bir tepki söz konusuydu. Onun da etkisinde kaldık. Böylece müzisyen arkadaşlarla filmi gerçekleştirdik. Tabii bu, Adalar Vakfı’nın desteği ile ancak onlardan bağımsız oldu. Vakfın fonundan ayrı, bankadan da kredi aldık. Hâlâ ödeyecek 25 bin lira borcumuz kaldı.

Peki, niye özellikle Adalar?

Yaz- kış Burgaz’da yaşıyorum. Eşim Alman ve Yeşiller Vakfı’nın Türkiye yöneticisi. Yedi senedir adada yaşıyorum. Kurgu stüdyom da burada, bu nedenle de sık sık şehre inmem gerekmiyor.

Filmde görüntüler ile müzik arasında çok iyi bir uyum var.

Biraz da parasızlıktan kaynaklandı. Bütçemiz sadece 12 günlük bir çekime yetiyordu. Bu sürede bir şey yapılamazdı. Bu nedenle görüntüleri müzik ile desteklemek yoluna gittik.

Yassıada eylemi simgesel açıdan bana çok anlamlı geldi.

Doğru, bunun taşıdığı anlam belki on yıl sonra daha iyi anlaşılacak. Adnan Menderes, gerçi hangi sebeple bilmiyorum, İmralı adasına götürülüp asıldı ama Yassıada’da şu anda harap olan stadyum büyüklüğündeki salonda yargılandı. Belki o dönemde yaşasaydım Demokrat Parti’ye oy vermezdim, ama önemli olan bu değil; önemli olan demokrat olmak, çevreci olmak. Bu denli anlamlı bir mekânın imara, yapılaşmaya açılmaması gerekir. Çevreci gençleri bu konuda ikna edebildim ve filmin o bölümü gerçekten Gezi ruhunun bir uzantısıydı sanki…

Film vizyona girecek mi, neyi hedefliyorsunuz?

Film Berlin’de belgesel film dalında festivale katıldı. Sinemalarda vizyona girmesini tabii ki isterim. Ay sonunda Beyoğlu Sineması’nda bir deneme yapacağız. Biz adalı olduğumuz için belki fazla objektif davranamıyoruz. Adalı olmayan birinin bu filme ilgisi ne olur bilemiyorum. İçeriğinden dolayı televizyonda gösterilmesi zor, belki gelecek yıl… Ancak DVD’si gelecek hafta çıkacak, adalarda, D&R gibi yerlerde dağıtıma sokacağız. Büyükada’da yazlık sinemada, Burgaz’da kulüplerde gösterilebilir.  10 Mayıs Cumartesi günü yine Yunan Konsolosluğu’nda saat 18.00’da İngilizce, 20.00’de Türkçe gösterimi tekrarlanacak.

Sinemaya devam mı?

Tabii ki, haftaya ARD Alman televizyon kanalı için bir belgesele başlıyorum bile. Yapımcısı burada.

Yolunuz açık olsun…