Savaş sonrası dönemde TÜRKİYE YAHUDİLERİ

II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin çok partili demokrasiye geçmesiyle beraber, Yahudi Cemaati’nde de birçok değişim yaşandı. Bir yandan kısıtlamalar ve sansür hafifletilirken, öte yanda da antisemitizm arttı. 1930 öncesi kapatılan Yahudi kurumlar dirildi. İlk Hahambaşı resmi olarak seçildi

Yusuf BESALEL Perspektif
19 Mart 2014 Çarşamba

II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin çok partili demokrasiye geçmesiyle beraber, Yahudi Cemaati’nin bazı tanınmış fertleri Halk Partisi’nden aday olmuşlardı.1946 seçimlerinde DP adayı Salamon Adato, İstanbul milletvekili seçildi. Adato’nun  Demokrat  Parti saflarında aktif bir siyasal yaşamı oldu, mükemmel bir milletvekili olarak tanındı ve Yahudi toplumunun dertleriyle de alakadar oldu. Seçim kampanyası sırasında Başbakan Şükrü Saraçoğlu radyoda yaptığı uzun konuşmada ‘Ben Türk’üm’ diyen herkesin Türk olup, ona Türk gibi davranılması gerektiğini vurguladı.

 

                                                                             Recep Peker

‘20. yüzyılın yüzkarası’ antisemitizm

Bununla beraber liberal rejim, çeşitli kısıtlamaların ve sansürün hafifletilmesi ters etkiler de yaptı.1934 Trakya olaylarında önemli bir sorumluluk taşıyan Nazizm taraftarı Cevat Rifat Atilhan, Milli Kalkınma Partisi’ne katılarak bu partiye antisemit bir kimlik kazandırmaya çalıştıysa da partiden atıldı. Atilhan, bu kez İslami sağda yer aldı. Antisemit eğilimli bu akım özellikle Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Büyük Doğu’ dergisinde belirgindi. Bu dergi de hükümet tarafından kapatıldı…

1946 seçimlerinden sonra başbakan olan Recep Peker, azınlıkların tam bir eşitliğine değinirken, antisemitizmi de ‘20.yüzyılın yüzkarası’ olarak değerlendirdi. Buna bağlı olarak gerekli yasal değişiklikler yapılarak azınlıkların yedek subay olmaları mümkün kılındı. Artık azınlıklar ordunun tüm birliklerinde  her türlü görevlere  atanıyor ve silah  taşımalarına da izin veriliyordu.

Bu liberal  ve hoşgörülü ortamda 1930’larda kapanmış olan Yahudi kurumları dirilmeye başladı. O zamandan beri  iç seçim ve genel kurul toplantıları yapılmadığından idare heyetleri değişmemiş ve değişiklikler düzensiz bir şekilde yapılmıştı. İzmir’de Sabi Saltiel ve Emanuel Sidi, İstanbul’da Marsel Franko ve Hanri Soryano, toplumun yükünü on beş yıldır omuzlarında taşıyorlardı. Bir taraftan da çeşitli kültür, spor ve sosyal yardım kurumları etkinlik kazandı. İstanbul’daki eski Bar Kohva Spor Kulübü, bu kez Yıldız Spor adıyla tekrar çalışmaya başladı. Burgaz Adası’nda fakir çocuklar için bir yaz kampı açıldı. Alliance okulları mezunlarının ‘Amicale’ adlı derneği, tekrar ‘Arkadaşlık Yurdu Derneği’ adı altında kuruldu. Cumhuriyet döneminin  başında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Yahudi çocuklarının devam ettiği okullarda İbranice ve Yahudi diniyle ilgili dersler de yasaklanmıştı. Demokrasi döneminde bu yasak kaldırıldı ve okul yönetimine  az da olsa bir bağımsızlık kazandırıldı.

 1947-1948 yıllarında yeni Yahudi gazeteler kuruldu; ‘Şabat’, ‘Şalom’, ‘Atikva’ gibi. Demokratik rejimde bu gazeteler  daha açık ve cesur oldular ve toplumun dertleri ile ilgilendiler ve Türk kamuoyu, Yahudi toplumuna  karşı daha hoşgörülü oldu.

İsrail Devleti’nin kuruluşunun getirdikleri

BM’lerin kararına göre, Filistin ikiye bölünecek  ve bir bölümü Yahudilere verilecekti. Bu kararın sonunda Mayıs 1948’de İsrail Devleti kuruldu fakat Araplar kararı kabul etmeyerek dört bir yandan saldırıya geçtiler. Türkiye bu ilk İsrail-Arap Savaşı’nda tarafsız kaldı, fakat kamuoyunun çoğu Arapları tuttu. Birçok gazete ve dergi, savaşın gelişmesini  tek taraflı ve Yahudileri alçaltıcı bir şekilde verdiler. İsrail ve Türk Yahudileri arasında fark gözetilmedi. Yahudi fıkra ve karikatürleri ile  Yahudiler yine alay konusu edildiler. Savaşın bitişi ile beraber dört bin kadar Türk Yahudi’si İsrail’e göç etti. Türk kamuoyu bu kitlesel terki çok kötü karşıladı. Recep Peker’den sonra başbakan  olan Hasan Saka Hükümeti Yahudilerin Türkiye’den çıkışlarını  yasakladı. Yasak sonradan değiştirildi. İsrail hariç olmak üzere yurt dışına gitmek serbest bırakıldı. Bu yasak, Arap devletlerinin baskısı ile konulmuştu. Bir miktar Yahudi, İtalya ve Fransa yoluyla İsrail’e gitti. Bu arada Rav İsrael Saban muhtemelen İtalya kanalıyla İsrail’e göç olanaklarını araştırdı. ‘En Son Dakika’ gazetesi bir dizi yazısında Türk Yahudilerinin göçünü bir komünist komplosuna bağlamış olmakla suçladı.1949 yılında Şemsettin Günaltay hükümeti Türk Yahudilerinin dolaşım ve göç özgürlüklerindeki sınırlamaları kaldırdı. Dört yıl içinde Türk Yahudilerinin çoğu İsrail’e göç ettiler. Bu toptan göç, Türk Yahudilerinin Türkiye’deki  yaşam koşullarının düzelmeye başladığı demokrasi ve onunla beraber gelen hoşgörü ve iktisadi kalkınma döneminde gerçekleşmişti.

Üstelik göç edenler, İsrail Devleti’nin tüm zorluklarına ortaktılar ve yıllarca göçmen kamplarında yaşayanları oldu. Toptan göçün temel nedeni,1941-1943 yıllarındaki zorlukların, Varlık Vergisi’nin ve zorunlu çalışma kamplarının hafızalardan silinememesiydi.

Bu arada Türkiye ve İsrail arasında ilişkiler kuruldu ve gelişti. İsrail’in çölü yeşertmesi, ilim, kültür, sanat, iktisat hatta askeri alandaki başarıları, İsrail’in Ortadoğu’da Türkiye’den başka tek demokrasi oluşu, Türkiye’de çok sempati topladı. İsrail’deki Türk Yahudileri, İsrail’de güçlü bir Türk lobisi teşkil ettiler; Ermeni, Rum ve Arapların Türkiye’ye karşı çalışmalarını genellikle onlar dengelediler. Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler geliştikçe, Türkiye Yahudileri de saygınlık kazandı.

Yaşanan Yahudi karşıtı olaylar

1955 yılında ise ünlü ‘6-7 Eylül Olayları’ cereyan etti. Olayları izleyen birkaç yıl içinde 4000’den fazla Yahudi’nin  ülkeden ayrılmasının en önemli etkenlerden birinin, 6-7 Eylül Olayları olduğu söylenebilir. Devlet Demokrat Parti yönetiminin bir bakıma teşvik ettiği ve önlemede yetersiz kaldığı söz konusu olaylarda gösteriler çığırından çıkmış, İstanbul’un Beyoğlu, Galata gibi gayrimüslim vatandaşların işyerlerinin yoğun olduğu semtlerde, dükkânları tahrip edilmiş ve malları yollara saçılmıştı. Bu olaylar, Kıbrıs hadisesinin alevlendiği bir ortamda reaksiyon olarak öngörülen bir tertiple başlamıştı. Bu olaylarda İstanbul’un hemen tümünde yangınlar ve talanlar başlamış  ve olaylara müdahale edecek güvenlik gücü bulunmamıştı. Olaylarda diğer azınlıkların da maddi zararı oldu. Ana hedef olan Rumlar yurtdışına göçtü. Yönetim tasarladığı senaryoda varoşlardaki halkı azınlıkların varlık birimlerine sürmüştü. Bu olaylar, Türkiye’ye yıllarca uluslararası sahada pahalıya  mal oldu. Ancak bunun utancının topluma mal edilemeyeceğini de vurgulamak gerekir…

Bunu izleyen yıllarda ekonomik ve siyasal çalkantılar, Demokrat Parti’nin mali araştırmaya yönelik Milli Koruma Kanunu, 27 Mayıs 1960 ihtilalı, 1968-1972 yılları arasında cereyan eden terörist eylemler, 1977-1980 yılları arasında yoğunlaşan anarşik olayların yanı sıra doğan ekonomik kriz ve yokluklar gibi olaylar ve 1980’deki ihtilalın de etkisiyle, özellikle İsrail’e olmak üzere Yahudilerin yurtdışına göçleri sürdü.

 

                                                                                         Rafael Saban


Yasal Hahambaşı seçimi

1946 seçimlerinden sonra Yahudilerin resmi ve yasal bir Hahambaşı’ya sahip olmak üzere girişimleri dikkate alındı. 1921’de Ribi Nahum istifa ettikten sonra görevi yüklenen Ribi Becerano, 1931de vefat edene dek bu görevi Hahambaşı Vekili olarak yürütmüştü. Dini mahkeme başkanı oldukları müddetçe resmi törenlerde Yahudileri temsil etmişlerdi. Özel bir hükümet izni ile Yahudilerin Hahambaşı seçmesi için gerekli ayrıntılı karar çıktı. İki kademeli  bir seçimle Rafael David Saban 1953 yılında Hahambaşı seçildi. Rafael Saban seçildikten sonra yetkililerden yakınlık ve itibar gördü. Bu hoşgörü ortamı Yahudilerin Türk kültür ve toplumuna kaynaşması açısından oldukça etkili oldu ve Türkçe 1950’lerden itibaren Yahudilerin ana dili oldu.

 

500. Yıl Vakfı Kuruldu

1992’de Yahudilerin 1492’de Türk topraklarına göçüşünün 500. yılını anmak  ve kutlamak amacıyla, Beşyüzüncü Yıl Vakfı kuruldu. Başkanı Jak Kamhi, Türkiye’nin önde gelen iş adamlarından olup, TC Devleti’ne yapmış olduğu hizmetler dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı tarafından ‘Üstün Hizmet Ödülü’ ile mükâfatlandırıldı. Türklerin hoşgörüsüne karşılık bir şükran ifadesi için kurulan bu vakıf, yurt içinde ve  dışındaki etkinlikleriyle Türk toplumunun ahlaki değerlerini duyurmaya çalıştı. Bu vesileyle, sinagoglar onarıldı, mahalleler restore edildi, kitaplar basıldı ve Türk Yahudi Cemaati sesini duyurdu.

Günümüzde Türkiye’de 15.000’den az Yahudi yaşamaktadır. 1908’de Osmanlı topraklarındaki Yahudi nüfusu 367.400, 1927’de Türkiye Cumhuriyeti’nde 81.392 idi. Yahudi nüfusun 46.781’i İstanbul’daydı. 1960’larda ise toplam Yahudi nüfusu 43.929’a inmişti. Günümüzde çok daha kalabalık bir Yahudi nüfusu için hizmet görecek tarzda düzenlenmiş kurumlar, 15.000 kadar Yahudi’nin sorumluluğuna kalmış ve artık hiçbir Yahudi’nin kalmamış olduğu birçok kentteki mezarlık ve havralar tarihe karışmıştır. Yahudilerin yoğun olduğu İstanbul ve İzmir’deki eski havraların açık kalabilmesi için cemaat çaba sarf etmekte  fakat hayır kurumları ve kültür dernekleri giderek ufalmakta ve kapanmaktadır. Özellikle güvenlik için sarf edilen meblağlar cemaatin bütçesini  çok zorlamaktadır. Yeni Vakıflar Yasası ise kısmen yararlı olmuştur.

Çok azalan Yahudi toplumu, kimliğini korumada güçlük çekmektedir. Dindarlaşan genç bir kesimin artışına karşın, yemekte Kaşerut’u (dinen caiz yemek kuralları) arayanlar, günlük dualarını yapanlar ve Şabat’a (Cumartesi) uyanlar, eski geleneklerini yürütebilenler azalmakta, buna karşın karışık evlilikler çoğalmaktadır (yüzde 40 oranında).

 Ülkedeki iş bulma sorununun etnik nedenle daha da zorlaşması İsrail’le olan politik sürtüşmenin tüm Yahudilere mal edilmesi nedeniyle Yahudilere duyulan olumsuz duyguların yüzde 80’e varması, kökten dinci eğilimlerin giderek güçlenmesi, vb nedenlerle gençler ülkeden göç ediyor. Ayrıca nüfusun yaşlı olması nedeniyle ölüm/doğum oranı iyimser bir tahminle bire dörttür. Bu durum köklü bir tarihi ve zengin bir kültürü olan bu mozaiğin, süreç içinde maziye mal olma olasılığını çağrıştırıyor.