Teksas’da bir Ladino elçisi: RAŞEL AMADO BORTNİCK

Çocukluk yıllarında İzmir’deki Yahudi yaşamı, Türk ve Amerikan kültürleri arasındaki farklılıkları anlatan Raşel Amado Bortnick, Ladino dili ve kültürünün yaşatılması konusunda yaptığı çalışmaları da paylaştı

Dora NİYEGO Toplum 0 yorum
12 Şubat 2014 Çarşamba

  Kendinizi tanıtır mısınız?

İsmim Raşel Amado Bortnick. Dallas, Teksas’ta yaşıyorum, ama aslen İzmirliyim. İzmir’in İnönü (şimdiki Mithat Paşa) Caddesi’nde, Sara (Algranti) ve Jozef Amado’nun kızı olarak 1938 yılında dünyaya geldim. Ağabeyim Selim Amado ise şimdi İsrail’de yaşıyor. Eğitimimi İzmir Bene Berit ve İnönü ilkokullarından sonra, Amerikan Kız Koleji’nde yaptım. ABD’de Missouri’de Lindenwood Üniversitesi’nin kimya bölümünü (tam burslu) BA alarak tamamladım. St. Louis’te tanıştığım Bernard Bortnick’le 1960 yılında İzmir’e gelerek, Bet Israel Sinagogu’nda evlendik. Sonrasında, Rotterdam’da ve Tel Aviv’de ikişer yıl yaşadık. Amerika’da Kansas City, St. Louis ve San Francisco şehirlerinde bir süre yaşadıktan sonra, yirmi beş yıl önce Dallas’a yerleştik. İki oğlum ve bir kızım var. Otuz beş yıl boyunca, ESL (Yabancılara İngilizce) öğretmenliği yaptım ve beş yıldan beri de emekliyim. Şimdilerde, Amerika’da, Türk-Sefarad tarihi ve kültürünü yaymak, Ladino lisanını korumak için çalışmalar yapıyorum. 

 



Çocukluk ve gençlik yıllarınızda İzmir’deki yaşantınızdan bahseder misiniz?

 Çocukluğum İzmir’in Karataş-Salhane semtinde, yüksek tavanlı iki-buçuk katlı, cumbalı (biz balkon derdik) evimizde, sevgi dolu bir aile, yakın akrabalar, sevimli ve ilginç komşular ve arkadaşlar arasında geçti. O zamanki geniş aile içindeki sevgi ve bağlılığı, bir daha hiç görmedim. Küçüklüğümde, Karataş Bahribaba Parkı, Kültürpark, İzmir Enternasyonal Fuarı ve Alsancak Kordonboyu’nda gezerdik. Karşıyaka’ya körfez vapuruyla gittiğimizde, dünyanın en lezzetli taze lokmalarını yer, bazen de Küçük Yamanlar dağ tepesinde piknik yapardık. Güzel havalarda ise, Fuar Göl Gazinosu’nda veya deniz kıyısındaki bir lokantada yemek yemek ayrı bir zevkti. Evimiz, caddenin karaya bakan bölümünde olduğu için, yazları karşı komşumuzun sahildeki evinden denize girerdik. Kıyıdaki evlerin çoğunda tahta iskele, giyinme odası ve denize inen merdivenler vardı.

Evde konuştuğumuz lisan Ladino idi. Annem ve babam Fransızca bilmelerine rağmen, evde hiçbir zaman Fransızca konuşmadılar. O zamanlar, evlerde herkes Ladino konuşurdu. Türkçeyi komşularımızdan öğrendim.

Aslında, o yıllarda din farklılığı değil, dil farklılığı daha çok göze çarpardı, çünkü din evde aile içinde veya dini mekânlarda kalan özel bir mevzu idi. İzmir’deki Yahudi aileler, kaşer kasaptan et alır, her bayramın gelenek ve göreneklerini yerine getirirlerdi, ama hiç kimse aşırı dindar değildi.

Çocukluğumda olumsuz ve üzücü olaylar da olmadı değil. II. Dünya Savaşı ve onu takip eden yıllardaki kıtlık ve zorluklar, Selanik ve Rodos’taki akraba ve yakınlarımızın Almanya’ya gönderilip öldürülme haberleri (o zaman Holokost kelimesi henüz bilinmezdi), Varlık Vergisi yüzünden mal ve mülklerini kaybedenler, aklımda kalan üzücü olaylardı. Babam memur olduğu için, bizim aile Varlık Vergisinden fazla etkilenmedi.

Cuma sabahları, annem çok erken kalkar, çok sevdiğim boyos, borekas, roskas, fritadasları hazırlar ve sonrasında, biz çocuklar bunları, büyük tepsiler içinde pişmesi için mahalledeki fırına götürürdük. Cuma günleri öğleden sonra ise, komşularla Karantina Hamamı’na gider, Şabat için hazırlanırdık. İspanyolca “Ya tomimos Şabat” (Şabat’ı aldık) derdik. Cuma akşamları masada kiduş okunurdu. Cumartesi sabahları da duadan çıkan tüm aile erkekleri, bize uğrayıp ‘dezayuno’ (boyos, borekas) yaptıktan sonra evlerine giderlerdi.

İzmir’de Pesah’ın ilk iki gecesi, bütün Agada’yı İbranice ve İspanyolca okurduk. Roş Aşana’da ve Pesah’ta, tüm aile bireylerine ve tanıdıklara, bayram ziyaretine giderdik.

 Düğünler, hep pazar günleri, Bet İsrael Sinagogu’nda yapılırdı. Bizim evin balkonundan düğüne yürüyerek giden şık giyimli insanları seyretmeyi çok severdim.

Gençlik yıllarımda, İzmir’deki yaşantım çok değişti. İlk yıllar, Amerikan Kız Koleji’ne her gün tramvayla giderdim. 1953-54 yıllarında tramvaylar kalkınca, sokaklar asfaltla kaplandı ve troleybüsler kondu. Bu ‘onarımlar’ yapılırken, birkaç kız arkadaş okula taksi ile gidip gelmeye başladık. O yıllarda, Mithat Paşa Caddesinde oturanlar, yavaş yavaş o güzelim evlerini satıp Alsancak bölgesindeki apartmanlara taşındılar. Apartmanda oturmak daha konforlu ve modern addediliyordu. Maalesef, o evlerin yerine apartmanlar yapıldı. Troleybüsler yerine otobüsler kondu. Daha sonra, deniz kıyısı doldurulup oto yolu yapıldı. İzmir sahili büsbütün değişti. Mithat Paşa Caddesi ise daracık bir arka sokak haline dönüştü.

Gençlik yıllarımda, her hafta cumartesi günleri, Konak’taki Alhambra Sineması’nın 5.15 seansı, Yahudi gençlerinin buluşma yeri idi. Sinema çıkışı Ali Galip Pastanesi’nde bir ‘supanglez’ yer, biraz sohbet ettikten sonra da eve dönerdik.

Lise yıllarımda, çok iyi bir öğrenci olmama rağmen, Yahudi olduğum için, American Fields Service (AFS) programıyla Amerika’da bir yıllığına, bir ailenin yanında ‘high school’a yollamamışlardı. Gönderilmek üzere Yahudi olmayan üç öğrenci seçildi. Antisemitizmi ilk kez o zaman hissetmiştim. O yıl, okul müdürümüz Mrs. Blake, mezun olduktan sonra beni, Amerika’da burslu okumak üzere, üniversiteye yollayacağına dair söz vermişti. Liseden mezun olduktan sonra, Mrs. Blake sözünü tutu. Amerika’da Lindenwood College’da görevli eski bir sınıf arkadaşına beni tavsiye etti. Üniversiteye dokümanlarımı yolladıktan sonra, okul tam burslu olarak beni kabul etti. Ama anne ve babamı razı etmek pek kolay olmadı. Sonunda, nihayet Amerika’ya gidebildim.

 Biraz Amerika’daki yaşantınızdan bahseder misiniz?

1958’de Amerika’nın ortasında Missouri eyaletindeki St. Charles kasabasındaki okula geldiğimde, büyük bir kültür şoku yaşadım ve adapte olmakta çok zorlandım. Mezun olduktan ve evlendikten sonra da, St. Louis’te on yedi yıl yaşadım. Orada çocuklarımı büyüttüm ve yavaş yavaş bir arkadaş çevresi edindim. Çocuklarım ilkokula başlayınca da, kendi alanımda (kimya) birkaç yıl çalıştım, fakat işimden hoşnut değildim. O aralar, Sovyetler Birliği’nden, Rus Yahudileri göçü başlamıştı. Yahudi Federasyonu’nun onlar için düzenlediği İngilizce kursları üye olduğum sinagogda yapılıyordu. Ben de sinagogda öğretmenlik yapmaya başladım. Daha sonra, üniversite kurslarına katılarak, TESOL (Teaching English to Speakers of Other Languages) sertifikası aldım ve otuz beş yıl boyunca (St. Louis, San Francisco ve Dallas’ta) yabancılara İngilizce öğretmenliği yaptım. 2009 yılında da emekli oldum.

 Judeo-Espanyol konusundaki çalışmalarınızı büyük bir takdirle izliyoruz. Bu çalışmalarınız hakkında bizi aydınlatır mısınız? Bu lisanı tekrar canlandırmak mümkün mü sizce?

Amerika’da her yaşadığım şehirde Türk derneklerine üye oldum ve birçok Türk dostum oldu. 1982’de San Francisco’ya taşındığımızda, birçoğu Yunanlı Holokost kurtulanı olan ve benim gibi Ladino konuşan Sefarad Yahudileri tanıdım. 1985’in ilk aylarında da, onlarla beraber Judeo-Espanyol konuşmak ve kültürümüzü geniş çevreye tanıtmak amacıyla‚ ‘Los Amigos Sefaradis’ grubunu kurduk. Grubumuz kısa sürede büyük ilgi gördü. Berkeley Üniversitesi’nden birçok uzman, Katolik İspanyollar, Yahudiler, aylık programlarımıza katıldılar. Bir keresinde, Judah Magnes Yahudi Müzesi’nde yer alan programımıza, San Francisco’daki İspanya Konsolosu konuşmacı olarak katıldı ve ilk kez orada, İspanya’nın Yahudileri 1492’de sürgün etmekle büyük hata ettiğini, artık dost olduğumuzu söyledi. Bu konuşma, San Francisco Jewish Chronicle’da detaylı ve resimli bir makale olarak yayınlandı. Ayrıca, bir film yapımcısı, 1988 yılında benimle, ‘Trees Cry for Rain; a Sephardic Journey’ başlığıyla, otuz beş dakikalık bir belgesel hazırladı. 2008’de de, bunu İspanyolca altyazılı olarak yeniden yayınladı. (Google’da var).

Atalarımızdan miras kalan bu değerli dilin yok olmaya başlamasının, bizler ve gelecek nesiller için ne kadar büyük bir kayıp olduğunu, bilhassa Amerika’da daha iyi anladım. Dallas’a taşındıktan sonra, buradaki JCC Yahudi Cemaat Merkezi’nde ve bir sinagogda Ladino ve Sefarad Kültürü kursları verdim. 1999 yılının ekim ayında, Autoridad Nasionala de Ladino’nun, Kudüs’te organize ettiği, ‘Ladino’nun Latin Harfleriyle İmlası’ (Ortografia de Judeo Espanyol) konusunu ele alan kongreye katıldım. Orada, Aki Yerushalayim dergisinin editörü ve ANL’in başkan yardımcısı Moşe Shaul, konuşmasında, standart bir imlanın yayılması için, İnternet yoluyla bir yazışma grubu kurulmasını önermişti. Ondan ilham alarak, Dallas’a döndüğümde, Ladinokomunita (LK) grubunu kurdum. (http://groups.yahoo.com/group/Ladinokomunita/) Bugün, 40’ı aşkın ülkeden 1448 üyemiz var ve bugüne kadar, Judeo-Espanyol lisanında 50 bine yakın mesaj yayınlandı.

 Bu grup, Judeo-Espanyol lisanının canlanmasında ve yayılmasında büyük katkıda bulundu. Önceleri, üyelerimizin çoğunun yaşlılar olmasına rağmen, zamanla aramıza bu lisanı öğrenmek isteyen gençler, yüksek tahsillerinde bu lisanda uzmanlık yapan öğrenciler ve bu lisanla ilgilenen her din ve kültürden kişiler katıldı.

Bugün, Amerika’da Rutgers ve Philadelphia üniversitelerinde Judeo-Espanyol ‘yaşayan bir dil’ olarak öğretiliyor. Güney Amerika’da İspanyolca konuşan Sefarad kurumları, bu lisanda etkinlikler hazırlıyorlar.

Bugünden sonra, çocukların bu dili öğrenmelerine ağırlık vermeliyiz. İstanbul’da, İzzet Bana Las Estreyikas d’Estambol grubunu kurmakla, bu alanda büyük bir adım atmış oldu. Keşke bu grup, her yıl, dünyanın tüm Yahudi okullarında konserler verebilse! Ayrıca, çocuklara yönelik Ladino ve ana dillerinde resimli, eğlenceli hikâye kitapları, şarkılar, şiirler, bilmece ve söz oyunları (kültürümüzde çok var) neşredilse!

 

Bugünkü hayatınızla eski yaşantınızı karşılaştırdığınız zaman, özlemini çektiğiniz şeyler var mı?

Özlemini çektiğim çok şey var! İzmir Körfezi ve denizi, aile üyeleri, eski dostlar, taze balık, deniz üstündeki lokantalar, İzmir’in yaz bardacıkları, kış kestaneleri, yürüyüşler... Buradaki ‘otomobil kültürüne’ bir türlü alışamadım. Sokaklarda yürüyen kişilere çok ender rastlarsınız. Araban yoksa evinde hapissin. Bu durum yaşlılar için çok acıklı. Anlattıkça özlemim daha da çok artıyor, bu sebepten daha fazla anlatmayacağım!

1 Yorum