Etkileyici bir köle dramı

‘12 YILLIK ESARET’ Amerikan tarihinin ırkçılık ve kölelik utanç yıllarında yaflamıfl bir olayı anlatıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
5 Şubat 2014 Çarşamba

İlk iki filmi ‘Açlık’ ve ‘Utanç’ ile kıyaslandığında, Steve McQueen’in ‘12 Yıllık Esaret’i en az heyecan verici filmi. Sinema duygusunun ilk iki filmi kadar güçlü olduğunu söyleyemeyeceğimiz bu üçüncü filmiyle, yönetmenin kölelik zulmüne odaklanan filmler zincirine özgün bir katkıda bulunduğu iddia etmek zor. 160 yıl önce bir cesaret ve kurtuluş öyküsünü yaşayan Solomon Northup’un anılarından yola çıkan siyahi İngiliz yönetmen, acılı ırkına saygı duruşunda bulunuyor. Uzun tutulan acımasız işkence sahnelerinin çokluğu yüzünden, Batılı eleştirmenler filme ‘işkencenin pornosu’ etiketini yapıştırdılar. Filmin Oscar adayı üç oyuncusu mükemmel

ABD tarihinin ırkçılık ve kölelik döneminin utanç yıllarında, yaşamış bir hayat hikâyesinden yola çıkılarak anlatan ‘12 Yıllık Esaret/12 Years’ son 5 yılın en iyi çıkış yapan yönetmen olarak gösterilen Steve McQueen’in 9 Oscar adaylığı alan son filmi.

Yazının başında hemen söyleyeyim, film yönetmenin üç yapıtlık kariyerinin en zayıfı.

Amerika’nın kölelik zulmüne odaklanan Steven Spielberg’in ‘Amistad’ ve ‘Morun Rengi / The Colour Purple’, ‘Rüzgar Gibi Geçti’ klasiği, Tarantino’nun ‘Zincirsiz/Django Unchained’ ve ‘Lincoln’ gibi türün filmleriyle kıyaslandığında, ‘12 Yıllık Esaret’in özgün bir katkısının olduğunu söylemek güç.

Asıl adı Steven Rodney olan, Sanet hayatında hayranı olduğu aktör Steve McQueen adıyla tanınan 45 yaşındaki İngiliz yönetmen, 1981’de ölüm orucu yapan IRA militanı Bobby Sands’ı anlatan ‘Açlık/Hunger’ (2008) ile ilk çıkışını yaptı. Seks hastası bir erkeğin öyküsü ‘Utangaç / Shame’ (2011) ile ününü sürdürdü.

Sinema duygusunun ilk iki filmi kadar güçlü olduğunu söyleyemeyeceğimiz ‘12 Yıllık Esaret’ yönetmenin en az heyecan verici filmi.

160 yıl önce, bu cesaret ve kurtuluş öyküsünü yaşayan Solomon Northup’un anılarından yola çıkarak, John Ridley’in senaryosunu, McQueen acıılı ırkına saygı duruşunda bulunarak sinemaya taşıyor.

Bu siyahi yönetmen, Amerikan’ın geçmişiyle yüzleşmesi olarak nitelendirebilecek bir dramı, kölelik sistemindeki yaşamın çarpıcı kesitlerinden yola çıkarak işliyor.

Güçlü, duygu yüklü ve iç parçalayan sahneleriyle, köle sınıfının yaşadığı dehşeti ve fiziksel zorlukları anlatmak için yola çıkan filmde izlenmesi zor işkence sahneleri var. Belli aralıklarla, uzun tutulan acımasız işkence sahneleri yüzünden, bazı batılı eleştirmenler filmin ‘işkence pornosu’na dönüştüğünü yazdılar.

Altın Küre’de En İyi Dram Filmi dalında ödülünü alırken Steve McQueen, Solomon Northup’un kitabından eşi sayesinde haberdar olduğunu söyledi.

Tarihte kaçırıldıktan sonra özgürlüğüne kavuşmuş ender zencilerden biri olan Northup’un, kurtuluşundan 10 yıl sonra, başkan Lincoln’ün 1869’te köleliği kaldırılmasında etkin rol üstlendiğini tarih yazıyor.

 

KUŞAĞININ EN İYİ YÖNETMENLERİNDEN BİRİ

Sağlam temeller üzerine oturtulmuş ilk iki özgün ve sert filminden sonra, Steve McQueen’in bu üçüncü filmlerinden ana akım sinemasına, Hollywood kalıplarına uyumlu bir film yaptığını görüyoruz.

‘Açlık’ ve ‘Utanç’ sertlikleriyle çarpıcı ve etkileyici olan özgün yapıtlardı. Aynı dozajda olmasa da sert ve mesaj yüklü bir film olan ‘12 Yıllık Esaret’ yalın ve derinlikli anlatımıyla öne çıkıyor.

İyi işlenmiş senaryosunu ile film, özgürlüğü elinden alınıp onuru ayaklar altına alınan aydın ve bilge bir siyahinin öyküsünü işlerken, arka planda dönemin sosyal ve psikolojik ortamını doğru gözlemlerle perdeye taşıyor.

Kölelik düzeninin, ırkçılığın günümüzde de sürdüğü gerçeğin altını çizen McQueen, insanoğlunun sömürü düzeninde vazgeçemediği gerçeğini de hatırlatıyor.

Bu kez klasik bir anlatımla ama akım izleyiciyi etkilemeyi, hedef kitlesini artırmayı hedefleyen McQueen, kendi kuşağının en iyi yönetmenlerinden biri olma yolunda, bu film ile önemli bir adım atmış oluyor.

İnsan doğasının karanlık labirentlerine projektör tutan film, insanların kendilerini hak sahibi olarak gördüklerinde sergileyebilecekleri kötülüklerin sınırsızlığını gözlere seriyor. Film sahip oldukları köleleri insan olarak değil, bir üretim aracı olarak görenlerin, acımasızlığına ve çirkinliğine dikkati çekiyor.

Film, beyaz bir Amerikalıdan farksız yetiştirilmiş keman çalmasını bilen, ailesiyle mutlu bir hayat süren Solomon Northup’un (Chiwetal Ejiofor) özgürlük günlerini anlatan 1841 yılında başlıyor.

İyi eğitimli, aydın bir zenci iken, beraber müzik yaptığı iki beyaz arkadaşı tarafından kaçırılıp köle tüccarlarına satılan Solomon, New York’tan güney eyaletlere götürülüp, pamuk tarlalarında, şeker kamışı çiftliklerinde ölesiye çalıştırılır.

İNSAN DOĞASININ KARANLIK LABİRENTLERİNDE

Paragöz köle taciri efendisi (Paul Giamatti) kendisini Ford (Benedict Cumberbutch) adlı bir çiftçiye satar. Acımasız, duygusuz, kindar bir kahyanın (Paul Dano) şerrinden korunmak için Paul kendisini başka bir çiftçiye satar.

Köleleri malı gibi gören, gaddar yeni patron Epps (Michael Fassbender), erkeklerden daha çok pamuk toplama becerisi olan kadın kölesi Patsey’e (Lupita Nyong) seks kölesi muamelesi yapmaktadır.

Epps’in ırkçı karısına (Sarah Paulson) kıskançlık kerizleri geçirten, tecavüze uğramaktan ve kırbaçlanmaktan bitkin düşen Patsey, Solomon’dan kendisini öldürmesini ister. Hayatta kalma mücadelesini 12 yıl süreden Solomon’un imdadına, ırkçı olmayan, siyah-beyaz ayırımı yapmayan, hoşgörülü, aydın Kanadalı bir iyilik meleği (Brad Pitt) yetişir. Kimliğini kanıtlayacak belgeleri olmayan Solomon’un özgürlüğe kavuşturan yolu, insancıl Kanadalı açar.

İç savaş öncesi, zeki, yetenekli, iki çocuklu bir aile sahibi iken, aldığı bir teklif üzerine New York’tan Washinton’a bir sirkte keman çalmak üzere giden, ilaçla uyutulup kendisini zincirlenmiş bir şekilde bulan Solomon’un ‘köle pazarı’ndaki öyküsü, fiziksel ve ruhsal açıdan çektiği acılar, epik film kalıpları içinde anlatılıyor.

Hayatta kalmaya çalışırken bir yandan da saygınlığını ve onurunu korumaya çalışan Solomon’un, köleliğin kaldırılması için uğraşan bir Kanadalı tarafından kurtarılması, izleyiciye ‘insanlık ölmemiş’ dedirtiyor.

GÜÇLÜ, DUYGU YÜKLÜ, YALIN, DERİNLİKLİ

Steve McQueen oyuncu yönetmedeki becerisini bu filmde de sürdürerek, Chiwetel Ejiofor’a En İyi Aktör dalında, Michael Fassbender ile Kenyalı Lupita Nyong’o’ya En İyi Yardımcı Aktör ve Aktris dallarının Oscar adayı yaparak kanıtlıyor. McQueen’in tüm filmlerinde oynattığı, fetiş oyuncusu Michael Fassbender’in canlandırdığı kötü kalpli Epss ile Beneditct Cumbertbatch’ın oynadığı iyi kalıplı efendi Ford arasında fark yok. Kölelerine davranışları farklı gözükse de, her ikisi siyahileri insandan saymıyor, kendilerine işkence ediyor. Teknik dallarda ‘12 Yıllık Esaret’ Oscar’ları kovalıyor. Deneyimli bestekâr Hans Zimmer duygu yüklü müzikleriyle, görüntü yönetmeni Sean Bobbitt dönemin atmosferini başarıyla yansıtan fotoğraflarıyla McQueen’in mizansenine katkıda bulunuyorlar.