Büyük Şeytan ile Şer Ekseni’nin dostluğu

Koridorda mı karşılaşacaklar yoksa öğle yemeğinde mi buluşacaklar derken, 1979 devriminden beri ilk defa, ABD ve İran liderleri bir telefon görüşmesi ile doğrudan konuştular. Cumhurbaşkanı seçilmesinden beri Ruhani’nin İran’ın ihtiyacı olan taze kan, Batı ile ilişkilerini düzeltecek ılımlı isim olacağı belliydi. Bir imaj yenileme sürecine girmişti İran.

Karel VALANSİ Köşe Yazısı
2 Ekim 2013 Çarşamba

Koridorda mı karşılaşacaklar yoksa öğle yemeğinde mi buluşacaklar derken, 1979 devriminden beri ilk defa, ABD ve İran liderleri bir telefon görüşmesi ile doğrudan konuştular.

Cumhurbaşkanı seçilmesinden beri Ruhani’nin İran’ın ihtiyacı olan taze kan, Batı ile ilişkilerini düzeltecek ılımlı isim olacağı belliydi. Bir imaj yenileme sürecine girmişti İran. Hem halkın kabul edeceği, hem de Ahmedinejad’ın sert ve tehditkâr söylemleri ile zedelediği İran’ın saygınlığını uluslararası kamuoyunda düzeltecek bir ismin görevi devralması gerekiyordu. Dini Lider Hamaney’in onayladığı adaylar arasında Batı dünyasında uzlaşmacı olarak tanınan Nükleer eski Başmüzakereci Ruhani’nin ismi hemen öne çıkıyordu.

Önce BM eski Temsilcisi Cevad Zarif’i dışişleri bakanı yaparak eski dönemin kapandığına işaret eden Ruhani, bazı siyasi mahkûmları serbest bırakarak, Facebook ve Twitter gibi programlardaki erişim kısıtlamalarını kısmi olarak kaldırarak Batı’yı değişimden haberdar etti. Ancak asıl şaşkınlık, Ruhani ve Zarif’in Twitter aracılığıyla dünya Yahudilerinin yeni yılını kutlamaları ile yaşandı. Bunu Suriye konusunda Obama ile mektuplaşmalar izledi.

İran’daki değişim BM toplantısı ile iyice göz önüne çıktı. Yahudi milletvekili ile New York’a giden Ruhani ve Zarif makale ve röportajlarla değişimin altını çizerken, toplantılarda verdikleri olumlu mesajların yanı sıra Holokost ile ilgili açıklamaları ile derslerine iyi çalıştıklarını belli ettiler.

Ahmedinejad deneyiminden sonra diplomatik dili kullanabilen herhangi biri Batı’nın kalbini kazanabilirdi. Ruhani ise kısa bir sürede bunun çok daha fazlasını başardı. Ekonomisi can çekişen İran’ın ihtiyacı ve asıl hedefi uluslararası yaptırımların kaldırılmasını sağlayabilmek. Suriye konusundaki tartışmaları yakından takip eden İran için, ABD’nin diplomatik çözüm seçeneğine dört elle sarılacağını tahmin etmek hiç zor olmadı.

Uzun süre nükleer faaliyetlerini gizleyen İran’ın, Kuzey Kore’nin de daha önce yaptığı gibi, nükleer silaha ulaşana kadar diplomasiyi kullanmayacağına emin olmak gerek. Bunun tek yolu görüşmeler süresince ciddi bir şekilde amaçlarını tartmaktan ve gerçek anlamda bir adım atmadıkları sürece yaptırımları devam ettirmekten geçiyor. Sonuçta İran’ı Batı ile görüşmeye iten de bu yaptırımların verdiği zarardı.

Suriye’nin kimyasal silahlarını teslim etme kararından sonra Ortadoğu’yu kitle imha silahlarından arındırma ideali konuşulmaya başlandı. Ancak İsrail’e karşı bölge ülkelerinin düşmanlığı devam ettikçe bu olanaksız gözüküyor. Üstelik mezhep çatışmalarının arttığı bir dönemde, Sünni ülkelerle çevrili İran’ın da barışçıl olduğu şüpheli nükleer çalışmalarını bırakacağını düşünmek naiflik olur. Nükleer çalışmaları İran için düşmanlarını gücü ile korkutabileceği bir araç ve İslam cumhuriyetinin Batı’ya karşı boyun eğmediğinin ve egemenliğinin simgesi. Hamaney izin vermeyeceği gibi, bu milli davanın terk edilmesinin politik faturası da göze alınamayacak kadar ağır olacaktır.

İran ile ABD arasındaki yakınlaşma İsrail’i oldukça endişelendiriyor. Netanyahu ile bir araya gelen Obama, sadece vaatlerle hareket etmeyeceklerinin ve askeri operasyon dâhil tüm seçeneklerin masada olduğunun güvencesini verdi. Ancak buna rağmen İsrail, İran’ın nükleer tesislerine operasyon yapma hakkını hatırlattı. Bir diğer endişelenen ise Körfez ülkeleri. İran korkusu onları ABD’nin Ortadoğu’daki doğal müttefiki yapmış, ABD’nin askeri üssü ve silah ithalatçısı konumuna getirmişti. Suriye’deki gelişmelerin ardından ABD’nin İran ile yakınlaşması, Suudi Arabistan’ı Ortadoğu’da daha aktif rol oynamaya zorluyor.

Dünyada yükselen antimilitarizm ve savaşın ekonomik yükünün yanı sıra, Irak, Afganistan gibi başarısız örnekler diplomasi yolunun tercih edilmesini sağlıyor. Ancak diplomatik çözüm ideali sözlerle değil eylemlerle desteklenmedikçe çok tehlikeli sonuçlar yaratabilir. Nükleer bir İran da, istikrarsız Ortadoğu’da birçok dengeyi derinden sarsacak bir gelişme olacaktır.